20131116

Her Kimsem Bana,

Neredeyse üç yıl önce yazdığım bir yazıda, tamamlanamayan bir vedada şöyle demişim:
Artık yine kaset çalarda değişen birbirinden farklı kasetler ve kasetlere sığmayacak sessizlikler var, biliyorum ki bunlar bana yine ninni olup uykuya yatıracak, uykumdan uyandığımda bir başka ben yaratacak. Şunu da biliyorum ki ben yine yazacağım, bir şarkının zihnimde yarattığı kubbelerden, İkarus'un taksi çevirmesinden, kurtların ağır adımlarından bahsedeceğim.
Bunun ne denli büyük bir yalan olduğunu bu kadar zaman içerisinde, her gün gördüm, yaşadım. Yaşamaya devam etmenin en kötü yanı bu, bir yalanla yaşamanın yanında, kendine söylediğin bir yalanla yaşamak. Gerçek şu ki, uykumdan uyandığımda gördüğüm karşımdaki ben, hiç sevmediğim bir ben. Bir şarkının zihnimde yarattığı kubbeden bahsetmek şöyle dursun, kubbede bir yankı bile yaratmadığını, İkarus'un bir otobüs markası haline geldiğini, ağır adımların sadece yatağa giderken atıldığını söyleyebilirim. Hiç bir düşün tavana değecek kadar zıplayamadığını, bırak kafamda beliren kelime kümelerinde kalmayı kağıt üstündeki kelime şehirlerinin bile kilometrelerce uzakta olduğunu da. Her kimsem ben, kendimle konuşamayan bir insanım artık.



Son zamanlarda öyle bir hal aldı ki her şey; müzikal arşivimin saklı olduğu harddiskin ortalama bir şarkı uzunluğunda sürecek okuma zamanından kurtulmak adına müzik çalarlarımı kapatır, teknik anlamda ütopik özellikler ihtiva eden ekipmanları çeşitli eğlenceli videolar ve özellikle izleyicinin zamanını "iyi" geçirtmek için tasarlanmış diziler haricinde kullanamaz oldum. Geriye baktığımda, kabloları kediler tarafından kemirilmiş kulaklıkların, bir parmak toz bağlamış ses kartının, kaç kbps olduğu meçhul mp3'lerin bu kadar besleyici gelmesinin sebebini daha iyi anlıyorum. Kulaklarını kapamış, dilini bağlamış, parmaklarını mahkum etmiş birine karşı empedansın, bit rate'in, nötral sesin, sound stage'in bir farkı olmadığını görüyorum.
Bu blog'u hayata geçirirken, ilk harfini yazmadan önce, daha önce de söylemiştim eminim, şöyle diyordum kendime; iletişim kuramadıklarınla iletişim kur, konuşamadıklarınla konuş, onlara bir şey anlatacağın bir platform yok ise o platformu sen inşa et. Halbuki tüm bu zaman içerisinde yalın gerçekle yüzleşmiş bulunuyorum. Burayı herhangi biri veya birileriyle iletişim kurmak için değil, anlatmak için değil, kendimi dinlemek, kendimle konuşmak için inşa etmişim. Burası olmadıkça, beni yazmak için dürtmedikçe, orada olup olmadığımı görmek için sinir uçlarıma kör iğneler batırmadıkça ve hatta sırtımdan hançerleyip, hançeremi kesip, koynuma koca bir yarık açmadıkça tüm bu melodilerin, bu şarkıların, bu şiirlerin, bu hikayelerin sesini değil, kendi sesimi duyamıyorum, kendimi terk ediyorum, kayboluyorum.

Her kimsen sen, hala oradaysan eğer, hala okuyorsan, hala aklındaysa bir kaç kelam, bir kaç nota, tüm bunların ocakta yanmış bir romantizm olduğunu, su katılmış ucuz bir kırmızı şarap duygusallığı barındırdığını düşünüyor olabilirsin. Haklı da olabilirsin. En nihayetinde, bir kaç kelime, bir kaç paragraf, bir kaç sayfa yazıdan ibaret bir blog'dan söz ediyorum. Herkesin konuştuğu, herkesin bir şey söylediği, herkesin derdini anlatmaya çalıştığı koca bir evrendeki yörüngesi meçhul bir gezegen burası işte. Ama ben açım; sadece o yanmış yemekle, o sulandırılmış şarapla bastırılacak bir açlık bu. Yegane umudum da bu, burayı yaşatabilmek, kendimle tekrar konuşabilmek için.

Kaç defa gittim, kaç defa döndüm artık bilmiyorum. Her gidiş öncesinde ve her dönüş sonrasında yazdıklarım bir türlü ayrılamayan -sevdaları yüzünden kopamayan ya da belki her seferinde başka bir seçenekleri olmadığını anlayıp geri dönmek zorunda kalan- iki sevdalının birbirlerine yazdıkları, uzun ama içerik olarak boş veda mektupları ve geri dönüş sonrası yaptıkları günah çıkartma ayinleri gibi. Ama bir şekilde zaruri görüyorum bunu; neredeyse 6 yıl oluyor buraya ilk kelime tuğlasını koyalı ama ne hayatım buradan kopabiliyor, ne de burası benim hayatımdan. Elbet yine çıkar giderim ve elbet yine geri dönerim ama artık görüyorum, biliyorum ki burası benim evim. Ben buradayım, buraya aitim. Siz içeri geçin, ben ocağı yakıp, şarabı açıp, bıçağı bileyip geliyorum.

8 mırıltı.:

E.D said...

Limboyu seviyorum. 3 yıl önce kasvetli bir italyan kasabasında ev arkadaşımla oha limbo ne yazmış lan derken de seviyordum. yeni bir post attığında da inceden gülümsedim, hoşuma gitti.
konuyla ne kadar uyumludur bilmem ama yakın bir zaman önce şöyle yazmıştım...

Şarkılar ve renkler güzelleştiriyor her tarafı,
kelimeler öyle değil,
onlar ağzımıza sıçıyor.

saygılar.

kamarat said...

su katılmış ucuz bir kırmızı şarap duygusallığı olabilir, neticede sosyal-medya denen bu mecralarda herkes bunu azıcık ucundan'dan gani gani'ye uzanan bir çeşitlilikte yapıyor. velhasıl emeğine sağlık, müziğe tapan insan sayısı pek az memlekette. bundan yakınmıyorum, aksine limbo pillow gibi buluşma mekanlarını var etmek bu açıdan güzel, birbirimizin ne dediğini ne hissettiğini az buçuk anlıyoruz. sessiz sessiz takip ediyoruz sanırım.

siyasete dokunduğun vakit gıcık oluyorum, peh pehhh yine saçmalamış diyorum. sonra tepede duran filtrelenmiş -tıpkı pedallar ve mixerlerin coşageldiği şarkılar gibi- sarayburnu'na ve martılara bakıp, "siyaseten anlaşmasak da olur, sanırım nedenleri bariz" diyorum. bu paragrafa çok da gerek yoktu.

bundan kelli limbo pillow ne yapar bilmem ama bir teşekkürü hak ediyor. velhasıl sağolasın.

(yazıya tag eklemeyi unutmuşsun. bence "ambient" ve "strings". ama sence shoegaze hatta sludge bile olabilir elbette.)

kukuletalı said...

benden de selam olsun. toprağın kımıldadığını görmüş gibi oldum, iyi geldi. sağol.

dream endless. said...

@apolloed
İtalya'da bir evde bahsedilmesi gibi unsurlar beni çok duygulandırıyor. Hani İtalya olduğu için değil duygusallığın sebebi, Kerkük'te konuşuyorduk desen de aynı his hasıl olurdu. Fiziki olarak gitmediğim, ayak basmadığım yerlere gitmiş gibi hissediyorum böyle olunca.

dream endless. said...

@kamarat
Siyasetle ilgili yorumuna şaşırdığımı itiraf etmem lazım. Reel politikayla ilgili doğru dürüst bir şey yazdığımı hatırlamıyorum, ondan kaynaklanıyor sanırım şaşkınlık. Merakımı gidermek adına soruyorum, açmak ister misin gıcıklığının sebebini?

(Yazının tag'i screamo sanırım, Thursday dinledim yazarken.)

kamarat said...

reel politika değil, kelime aralarından seçtiğim ideolojik referanslardan yaptığım çıkarımlar. (belki benim takıntılı olmamdan kaynaklıdır) gıcıklık da işte atıyorum beğendiğin bir köşe yazarının beğenmediğin bir yazısını okurken hissettiğin türden bir şey. dediğim gibi, önemsiz, hatta bir eleştiri bile değildi benimkisi. sen yine bildiğin gibi yaz, burası senin evin, biz deplasmandayız.

gereksiz paragrafa değil teşekküre, gülücüğe odaklan :)

(yağız meczup) said...

son iki paragrafı okurken, içimden yere bakarak smiths dinlemek geldi..
selamlar..

FireMc said...

Google'ın işgüzar oyunları yüzünden bir sürü hesap el değiştirmiş olabilir, ama biz buradayız. Mesafe olarak en az, fakat yer niteliği açısından en fazla yer değiştirmiş ben de apayrı bir çatının altından okumaya devam ediyorum. Selamlar olsun.