20081123

Gravenhurst - The Western Lands






















Bir öz-eleştiri yapalım; korkunç bir hızda tüketiyoruz. Şimdi, her zaman dem vurduğum konuları bir kez daha su yüzüne çıkarmak ve bu konular üzerinden ötekilerini suçlamak kolay bir yol, en başta da öz-eleştiriden kaçmak için geçerliliği kanıtlanmış bir bahane. Ama her ne kadar "dinleyicilik" konusuna bir "farkındalık" alt-başlığı atsak da, müzik modasının rahatsız ediciliğinin farkında olsak da, tüketim hızında bir değişiklik olmuyor. Gelin itiraf edelim; dinlerken aklımıza fosfor yeşili dağları, karıncaların dünyayı ele geçirme planlarını, Tanrı'nın yüzüncü ismini, buzdolabı üzerine oturmuş bizi seyreden bir sevgiliyi getiren grupları başkasının dinlediğini görünce biraz da olsun kıskanmıyor muyuz, rahatsız olmuyor muyuz? Hani bu, "sen benim düşündüğümü düşünemezsin, hissettiğimi hissedemezsin" ukalalığı olmuyor mu biraz? Sadece sen bilmeliymişsin ve en özel sen olmalıymışsın gibi bir tutku, akıp giden o koca dalga içinde en parlak su tanesi olduğunu düşünme ihtiyacı. Tüm bunların altını doldurmak için anlamsız, içi boş, deli saçması bir ton kelime uydurup hepsini peş peşe sıralamak. Var mı daha büyük bir ikiyüzlülük, daha korkunç bir dehayla inşa edilmiş bahane silsilesi?

O zaman bu blog'da yazılanlar da, müziğe içsel dinamik katma iddiasıyla ortaya çıkmış düşünce akışları da, en temel eksende benzer bir dilemmayı barındırmıyor mu içinde: "Ben içini dolduruyorum, sen dinle. Çünkü belki bunu akıp giden bir dalga olarak görüyorsun.". Bu da bir ikiyüzlülük, bir tekele alma durumu değil mi? Benim ikiyüzlülüğüm. Benim bahanelerim. Hepimizin içinde bulunan dahice örülmüş savunma mekanizmaları, o savunmanın altında gizlenmiş, biteviye inkar ettiğimiz kusurlarımız, başkalarına yansıttığımız hatalarımız; tüm bunların bendeki sureti. Ve Gravenhurst, tüm bunları yüzüme vuran Gravenhurst.

İşte bir zaman dinleyip önemsemediğin, sonra uzunca bir süre yüzüne bakmadığın; bir zaman sonra da rastgele ortaya çıktığında da damarlarında civa akıyormuş gibi ağırlaşmana sebep olan ve önemsememişliğinin acısını sorgulamana yol açan o gruplardan biri Gravenhurst. Tamamen kişisel bir çıkarım bu, ama bir noktada bugün ruhuma huzur üfleyen bir müziği, başka zaman neden hiç ama hiç önemsemediğimi sorgulamışlığım, evrensel ve istisna kabul etmeyen bir hatayı ortaya çıkarıyor sadece. Hele ki o müzik, artık geride kalmış ve esamesi pek de okunmayan 90'lara ait tınıları barındırıyorsa gövdesinde, durum daha da farklı bir hal alıyor.

Shoegaze kronolojisi yapmaya lüzum yok; önce Seattle sonra Manchester canına okumuştu shoegaze'in, grunge ve brit-pop dönemleri. Kazaklardan dört düğmeli ceketlere geçiş, hala eskimeyen o Noel Gallagher saç/gözlük kombinasyonu. Unutulan bir shoegaze, üzerine toprak bile atılmadan, ortada kalan güzeller güzeli bir kadın cesedi. Üzerinde beyaz bir t-shirt, altında siyah dar bir kot ve konşssuz siyah Chuck Taylor'lar vardı. İşte o kadını, olduğu haliyle, belki de çürümüşlüğüyle seven bir Gravenhurst. Duru, naif, katillerinden nefret eden, yer yer kendinden öncekine de bakabilen ve bize de geçmişi hatırlatabilen bir müzik, Nick Talbot ve arkadaşlarının icra ettiği. Slowdive, My Bloody Valentine ve hatta Joy Division gizli nota aralıklarında The Western Lands'in.

Bu seferlik kişisel bir yorumla bitirmeyeyim yazıyı. Ya da bitik bir analoji, bayat bir mesaj. Bu sefer sadece, bitsin yazı. Bitsin, Gravenhurst başlasın. Bugün pek yüzüm yok yazmaya, müzik hakkında konuşmaya. Anlatılacak ne varsa, bu seferlik sadece müziğin kendisi anlatsın.


Sanatçı: Gravenhurst
Albüm: The Western Lands

Şarkı listesi:
1- Saints
2- She Dances
3- Hollow Men
4- Song Among The Pine
5- Turst
6- The Western Lands
7- Farewell Farewell
8- Hourglass
9- Grand Union Canal
10- The Collector

DOWNLOAD.

0 mırıltı.: