20081127

Maybeshewill & Her Name Is Calla - Split EP





















Maybeshewill, 2006 yılında, usulca sokulmuştu hayatımıza. In Another Life When We Were Cats, He Films The Clouds gibi janrın klasik şarkıları aralarına girmeye namzet şarkılarla, Japanese Spy Transcript çok büyük bir ilginin odağı olmuştu. Hatta bu ilgi, şaşırtıcı bir şekilde Türkiye'ye de sıçramıştı; alışılmadık elektronik beat'lerin enstrümantal müzik içine girip bu şekilde yumuşak bir sonuç ortaya çıkarması hepimizi etkilemişti. Efterklang, 65daysofstatic, Lights Out Asia tamam da, Maybeshewill'in farklı bir tınısı, gizli bir melankolisi vardı.

Bu gizli melankolinin kaynağına, elektronik beat'ler arkasındaki isme daha önce de değinmiştim. Tanya'nın gruptan ayrılışının ardından, Maybeshewill farklı bir kimliğe bürünmüştü. 2008 baharında çıkardıkları Not For Want Of Trying'de bu farklılık fazlasıyla belirgindi; elektronik ağırlıklı bir post-rock grubundan, elektronik ögeler de bulunduran bir post-metal/drone grubuna evrimleşmiş idi Maybeshewill. Şahsen bu tip değişimleri, tutmuş ve bu yüzden de tekrarlanan, satışı garantileyen bir anlayışa yeğlerim. Yani bu bakımdan, Maybeshewill'in evrimleşmesini cesurca ve özgün bir davranış olarak algılıyorum; Japanese Spy Transcript'teki gibi nevi şahsına münhasır ve iyi kotarılmış olmayan elektronik beat'lerin arkasına sığınabilir, çok beğenilmiş ilk albümlerinin kopyalarını yaparak piyasada tutunabilirlerdi. Bunun yerine kendi istedikleri yolu seçtiler, geçmişe özlem duyanlara da He Films The Clouds Pt.2 hediye ettiler Not For Want Of Trying'de.

Grup, 2008 içindeki ikinci kaydını yayınladı. Bu sefer Her Name Is Calla ile birlikte yapılan bir split ep bu. Maybeshewill'den iki, Her Name Is Calla'dan da bir şarkı bulunuyor ep'nin içinde. Maybeshewill, Not For Want Of Trying'deki gibi, -bu sefer drone değil- düpedüz metal etkileşimlere sahip iki şarkı sunuyor bize. Hamuru heavy metal ile yoğrulmuş ben ve benim gibiler bu durumu çok garipsemeyeceklerdir sanırım, en nihayetinde grup elektronik ögeler kullanmaktan kaçınmadığı gibi, oldukça melankolik iki şarkı sunuyor aslında bize. Bir de tabii ki, grubun alamet-i farikası, her albümde kendine yer edinmiş film sample'ları bu ep'de de mevcut. This Time Last Yeardaki sample, I Heart Huckabees'den alınmış.

Her Name Is Calla ise, yine Leedsli bir grup. Leicester-Leeds-Sheffield üçgenindeki grupların birbiriyle bu denli içiçe olması aslında çok öykündüğüm bir şey. iLiKETRAiNS, Glissando, Maybeshewill, Redjetson, Worriedaboutsatan gibi grupların sürekli birbirlerinin albümünde yer almaları, zaten uzun süredir devam etmekte olan bir durumdu. Bu sefer Maybeshewill, Her Name Is Calla'nın elinden tutuyor diyebiliriz.

Her Name Is Calla'nın, benim için çok da büyük anlam ifade eden bir grup olduğunu söyleyemem. Daha önceden çıkardıkları The Heritage albümünde, kayda değer tek şarkı "Motherfucker! It's Alive And It's Bleeding!"'di. Bunun yanı sıra, bu ep'de bulunan Condor And River da, daha önce yayınlanmış bir single'da bulunuyordu. Sanki Maybeshewill "Hadi biz ep çıkarıyoruz, sizin de eski şarkılardan birini koyalım." demiş gibi. Yine de Condor And River, bu sefer daha kaliteli bir kayda sahip, hatta eski şarkıdaki cevheri ortaya çıkaracak kadar iyi bir kayıt bu. Sanırım bu ep'nin en büyük getirisi, Her Name Is Calla hakkındaki yargımı yıkması oldu, Condor And River'ın yeni ve temiz kaydıyla.

Yazı biraz objektif dergi yazısına döndü ama söz konusu Maybeshewill olunca beklentiler ve tepkiler farklı şekilde tezahür edebiliyor. Velhasıl, grubu salt In Another Life When We Were Cats ekseninde değerlendirenler bu ep'deki Maybeshewill şarkılarını beğenmeyeceklerdir. Kendilerine önerim 3 gün boyunca loop'ta o şarkıyı dinlemeleri. Müzik topluluklarına farklı perspektiflerden bakmayı sevenler için ise Maybeshewill bulunmaz bir hazine sunuyor bu ep'de. Üstelik Her Name Is Calla da rüşdünü ispat ediyor en sonunda. Şu an için, yılın en iyi split'i diyebilirim.


Sanatçı: Maybeshewill / Her Name Is Calla
Albüm: Split EP

Şarkı listesi:
1- Maybeshewill - This Time Last Year
2- Maybeshewill - Last Time This Year
3- Her Name Is Calla - Condor And River

DOWNLOAD.

20081126

This Is Your Captain Speaking - Eternal Return






















Şubat ayında yapılan bir yorum karşısında, This Is Your Captain Speaking hakkında bir iki kelam edeceğimi söylemişim. Kasım bitmek üzere ve ben yeni yazıyorum. Şubattan bu yana kaç uçak kalkmış, kaç defa "kaptan pilotunuz konuşuyor" denmiş, kaç uçak inmiş. Kaç minibüs duraktan ayrılmış, kaç otobüs perondan, kaç denizotobüsü iskeleden. O günden bu güne, tek bir canlı hücremiz bile kalmamış, kanımız farklı bir kan, belki içinden galonlarca kan geçen yüreğimiz farklı, biz farklıyız.

This Is Your Captain speaking, Eternal Return albümünü işte bu farklılıklar üzerine inşa etmiş. Gidilen yollar, dönülen yollar ve döndüğünde değişmiş bir dünya. Her gidiş aynı zaman da dönüştür, diyerek alevli gif'leri hatırlatan ucuz aşk sitelerini ya da dimağı sığ feylesofları aklınıza getirecek değilim kesinlikle. Ama bu gidiş-dönüş ekseninde yaşanan bitevi değişimin tınısı saklı Eternal Return albümünde.

Avustralyalı grup This Is Your Captain Speaking, ilk albümleri Storyboard'u çıkardıklarında beklemedikleri bir ilgi görmüşlerdi. Artık klasikleşmiş post-rock tınılarının dışına çıkma arzusundaki dinleyici dört elle sarılmıştı Storyboard albümüne. Albüm aslında janra yenilik veya tazelik getirmiş olsa da, kullanılan kalıplar açısından bakıldığında pek farksızdı ortaya çıkan sonuç; largo/larghetto giriş, iyi kotarılmış catchy bir kreşendo, sonra da kısa bir son. İşte, Eternal Return, gidiş-dönüş ekseninde yaşanan bitevi değişimin etkisinden mi, yoksa salt grubun kimliğine ve müziğine daha yatkın bir hale gelmesinden mi bilinmez, kalıpları daha farklı bir şekilde sunan bir albüm. Daha ağır, daha sakin ama daha doyurucu şarkılar var Eternal Return'de, sadeliğin önemi daha net kavranmış gibi sanki.

Velhasıl, gidilen yahut dönülen yerde ya da bizzat gidiş yahut dönüş esnasında dinlenmesi halinde, sanki yaşanan o kaçınılmaz değişimin müzikal suretiyle karşı karşıyaymışız gibi hissetmemiz kuvvetle muhtemel Eternal Return dinlerken. Bakalım kaç uçak, kaç otobüs ve kaç vapur sonra yeni bir This Is Your Captain Speaking yazısı düşecek zihnimize, onu da zaman gösterecek.


Sanatçı: This Is Your Captain Speaking
Albüm: Eternal Return

Şarkı listesi:

1- Part 1
2- Incirculation
3- Part 3
4- Lullaby
5- Part 2

DOWNLOAD.

20081123

Gravenhurst - The Western Lands






















Bir öz-eleştiri yapalım; korkunç bir hızda tüketiyoruz. Şimdi, her zaman dem vurduğum konuları bir kez daha su yüzüne çıkarmak ve bu konular üzerinden ötekilerini suçlamak kolay bir yol, en başta da öz-eleştiriden kaçmak için geçerliliği kanıtlanmış bir bahane. Ama her ne kadar "dinleyicilik" konusuna bir "farkındalık" alt-başlığı atsak da, müzik modasının rahatsız ediciliğinin farkında olsak da, tüketim hızında bir değişiklik olmuyor. Gelin itiraf edelim; dinlerken aklımıza fosfor yeşili dağları, karıncaların dünyayı ele geçirme planlarını, Tanrı'nın yüzüncü ismini, buzdolabı üzerine oturmuş bizi seyreden bir sevgiliyi getiren grupları başkasının dinlediğini görünce biraz da olsun kıskanmıyor muyuz, rahatsız olmuyor muyuz? Hani bu, "sen benim düşündüğümü düşünemezsin, hissettiğimi hissedemezsin" ukalalığı olmuyor mu biraz? Sadece sen bilmeliymişsin ve en özel sen olmalıymışsın gibi bir tutku, akıp giden o koca dalga içinde en parlak su tanesi olduğunu düşünme ihtiyacı. Tüm bunların altını doldurmak için anlamsız, içi boş, deli saçması bir ton kelime uydurup hepsini peş peşe sıralamak. Var mı daha büyük bir ikiyüzlülük, daha korkunç bir dehayla inşa edilmiş bahane silsilesi?

O zaman bu blog'da yazılanlar da, müziğe içsel dinamik katma iddiasıyla ortaya çıkmış düşünce akışları da, en temel eksende benzer bir dilemmayı barındırmıyor mu içinde: "Ben içini dolduruyorum, sen dinle. Çünkü belki bunu akıp giden bir dalga olarak görüyorsun.". Bu da bir ikiyüzlülük, bir tekele alma durumu değil mi? Benim ikiyüzlülüğüm. Benim bahanelerim. Hepimizin içinde bulunan dahice örülmüş savunma mekanizmaları, o savunmanın altında gizlenmiş, biteviye inkar ettiğimiz kusurlarımız, başkalarına yansıttığımız hatalarımız; tüm bunların bendeki sureti. Ve Gravenhurst, tüm bunları yüzüme vuran Gravenhurst.

İşte bir zaman dinleyip önemsemediğin, sonra uzunca bir süre yüzüne bakmadığın; bir zaman sonra da rastgele ortaya çıktığında da damarlarında civa akıyormuş gibi ağırlaşmana sebep olan ve önemsememişliğinin acısını sorgulamana yol açan o gruplardan biri Gravenhurst. Tamamen kişisel bir çıkarım bu, ama bir noktada bugün ruhuma huzur üfleyen bir müziği, başka zaman neden hiç ama hiç önemsemediğimi sorgulamışlığım, evrensel ve istisna kabul etmeyen bir hatayı ortaya çıkarıyor sadece. Hele ki o müzik, artık geride kalmış ve esamesi pek de okunmayan 90'lara ait tınıları barındırıyorsa gövdesinde, durum daha da farklı bir hal alıyor.

Shoegaze kronolojisi yapmaya lüzum yok; önce Seattle sonra Manchester canına okumuştu shoegaze'in, grunge ve brit-pop dönemleri. Kazaklardan dört düğmeli ceketlere geçiş, hala eskimeyen o Noel Gallagher saç/gözlük kombinasyonu. Unutulan bir shoegaze, üzerine toprak bile atılmadan, ortada kalan güzeller güzeli bir kadın cesedi. Üzerinde beyaz bir t-shirt, altında siyah dar bir kot ve konşssuz siyah Chuck Taylor'lar vardı. İşte o kadını, olduğu haliyle, belki de çürümüşlüğüyle seven bir Gravenhurst. Duru, naif, katillerinden nefret eden, yer yer kendinden öncekine de bakabilen ve bize de geçmişi hatırlatabilen bir müzik, Nick Talbot ve arkadaşlarının icra ettiği. Slowdive, My Bloody Valentine ve hatta Joy Division gizli nota aralıklarında The Western Lands'in.

Bu seferlik kişisel bir yorumla bitirmeyeyim yazıyı. Ya da bitik bir analoji, bayat bir mesaj. Bu sefer sadece, bitsin yazı. Bitsin, Gravenhurst başlasın. Bugün pek yüzüm yok yazmaya, müzik hakkında konuşmaya. Anlatılacak ne varsa, bu seferlik sadece müziğin kendisi anlatsın.


Sanatçı: Gravenhurst
Albüm: The Western Lands

Şarkı listesi:
1- Saints
2- She Dances
3- Hollow Men
4- Song Among The Pine
5- Turst
6- The Western Lands
7- Farewell Farewell
8- Hourglass
9- Grand Union Canal
10- The Collector

DOWNLOAD.

20081119

iLiKETRAiNS - The Christmas Tree Ship























Toplu taşıma araçlarındaki zoraki yakınlıktan hiç hazzetmedim, kimse de meraklısı değildir sanıyorum. Tanımadığın adamın ter kokusu, ten kokusu, sesi, parmakları, kıyafetleri; her şeyi ayrı bir yabancı ve öylesine itiyor o yabancılık bizi. Eskiden bu yabancılığa karşı tepki koyardım, rahatlamak için yayılarak, hazzetmediğime uzun uzun bakarak. Öyle bir hal almıştı ki bu uzun uzun bakma hali, birini bakışlarımla rahatsız etmeyi bir meziyet gibi görmeye başlamıştım. Zamanla, insanların gözüne gözüne bakmaktan vazgeçtim, sadece muhataplarımın gözünün içine bakar oldum. Ne var ki, Bursa metrosu öylesine bir yakınlık sunuyor ki insana, hemen karşında oturan kişinin gözlerine bakmaman imkansız oluyor. Bu durum öyle rahatsız edici ki, bakmamaya çalıştıkça daha da geriliyor, daha da bakmaya zorluyorsun kendini. İşte böyle durumlardan birinde, bugün, yaşlı bir adam ile gözgöze geldik. Yalnız ilk defa, böyle bir durumda, sadece gözlerine değil, göz bebeklerine baktım karşımdakinin. Ve çok garip bir şey oldu; adamın tüm acılarını, tüm yaşlılığını, tüm yorgunluğunu, tüm çaresizliğini, tüm fakirliğini, tüm bıkkınlığını, tüm korkularını okudum gözlerinde. Etrafıma baktım, diğer köşede oturan, yüzüne tam yarım saat boyunca makyaj yapmış şu kız, nasıl bir hissiyat taşıyordu, derdi neydi, arzuları ne olabilirdi, hepsini gördüm. Elinde poşetle ayakta bekleyen yaşlı kadının öfkesi, okuldan çıktığı gibi gömleğinin düğmelerini açan ter kokan çocuğun düşünceleri, üç sıra ilerde olmasına rağmen soğan kokusu açıkça duyulan adamın utancı, her biri o kadar net, o kadar okunabilir bir hale geldi. Bir anda insanlar şeffaflaştılar gözümde, bir anda sanki hepsinin acılarına ortakmışım ve bu insanlar yabancı değiller de, akrabalarımmış gibi, öylesine acıdım, öylesine üzüldüm ki hepsine, ağlayasım geldi, titredim, dudaklarımı ısırdım.

Bir vahiy gibi indi üzerime insanların mutsuzluğu, gözleri sanki zindanlarının kapısındaki bir delikti, çıkmak için can atıyor gibiydiler. Bir tanesinde, tek bir tanesinde bile renk, ışık, umut yoktu, o kadar mutsuzdular. Öte yandan daha 45 gün olmasına rağmen, etrafta renkli, pırıltılı, kocaman yılbaşı süsleri gözükmeye başlamıştı bile. Alışveriş merkezlerinde oradan oraya sarkan metalik renkli kar tanesi modelleri, market girişlerinde çam ağacı sembolleri ya da çam ağaçları, salak bir düzenle yanıp sönen renkli ışıklar, bütçesi daha kısıtlı işletmeler için berbat bir şekilde yazılmış "Hoşgeldin 2009" yazıları. Her şey hazırdı. Sanki bu mutsuzluğu, bu çaresizliği, bu tutsaklığı yaşayanlar biz değildik, sanki dünya parıltılı süslerden, mutlu hoşgeldinlerden, ışıl ışıl renklerden ibaretti. Hayır, hayır, "yaşlanıyoruz ve siz bunu kutluyor musunuz" temelli o bayat şeyi anlatmıyorum. Hepimiz bu kadar mutsuzken, mutlu olma bahanesini 45 gün önceden nasıl hazırlayabiliyoruz, buna şaşırıyorum sadece.

Benzer bir bahaneyi çok önceden hazırlamış birileri daha var. iLiKETRAiNS, 2 hafta önce, Noel için, Christmass Tree Ship isimli bir ep yayınladı. Ne var ki, Noel ya da yılbaşı için yapılmış şeyler arasında, belki de en karanlık, en gerçek hislerimizi yansıtan şey olma özelliğini taşıyor bu ep.

iLiKETRAiNS'in alamet-i mümeyyizesi olan vokaller bu kayıtta yok. Dave Martin bu sefer o depresif, zifiri karanlık sesini değil, gitarı kullanmış. Tüm albüm de bir kerede kaydedilmiş, şarkılar arasında hiç bekleme yapılmamış zaten albüm de tek bir şarkıdan oluşmuş gibi bir izlenim bırakıyor, diyebiliriz.

Bir grubun, müzikal anlamda en fazla göze batan özelliğini çıkarıp yeni bir surette bir şey üretmesi önemli, ama herkese mutluluğu, parlak ışıkları ve metalik renkli kar tanesi modellerini modellerini anımsatan bir olayı böylesine koyu bir renge boyamak çok daha önemli ve deneyimlenmesi gereken bir vaka. Belki böyle daha şeffaf, belki böyle daha mutsuz ama böyle daha gerçeğiz.


Sanatçı: iLiKETRAiNS
Albüm: The Christmas Tree Ship

Şarkı listesi:
1- The Christmas Tree Ship
2- South Shore
3- Two Brothers
4- Three Sisters
5- Friday-Everybody Goodbye

DOWNLOAD.

20081103

The Organ - Thieves























Konu başlığı fark etmez, pek sık rastlarım bu soruya: Neden güzel şeyler hep kısa sürer? Aslında bu soruda ciddi bir mantık hatası bulunur, post hoc ergo propter hoc. Bu açıdan baktığımızda da, biteviye devam eden bir trajedi döngüsü içinde bulunduğumuz söylenebilir. Olsa neden ve sonuça daha farklı baktığımız vakit, sorunun cevabı çok daha belirgenleşiyor; Kısa süren şeyler, zaten kısa sürdükleri için güzeldirler. Kısacık bir rüyanın tüm günümüze hükmetmesi, saniyelerle ölçülebilecek bir öpücüğün vücut kimyamızı alt üst etmesinin nedeni de bu cevapta saklıdır işte. Aynı şey müzikte de kendini gösterir, en parlak yıldız, kaymakta olan yıldızdır ve ardından bıraktığı yıldız tozlarıyla bizi bambaşka insanlar haline getirir o yıldızlar.

The Organ, bir yıldız gibi yanmış, bir yıldız gibi kaymış, bir yıldız gibi sönmüştü. Dağılmış olmaları elbette kötüydü ama geride Grab That Gun gibi bir albüm bırakmışlardı ki, bir daha o albümün üstüne çıkmaları pek de mümkün değildi. Aradan geçen onca seneye rağmen, ne tip bir ruh halinde olursam olayım, Grab That Gun'ın notaları kulağıma çalındığı zaman, sıcak gibi gözüken ama aslında buz gibi olan bir İstanbul ilkbaharında, soğuktan tir tir titrerken The Organ'ı ilk dinleyişim gelir aklıma. Pek az albüm bu şekilde saklayabilmiştir hissiyatını dinleyicisi için. O yüzden The Organ'ın ardından yas tutmak yerine, hayatımıza girmiş ve sihirli dokunuşlarını bıraktıktan sonra çekip gitmiş bir kadınmışçasına sanki, büyük bir özlem, büyük bir saygı ve büyük bir tebessümle hatırlamak daha yerinde olacaktır.

The Organ'in alamet-i farikası, sesi -hiç sevmediğim bir tanım olsa da o tanımın içini tamamen dolduran- frontwoman'i Katie Sketch, geçen sene bu zamanlar, Mermaids adı altında yeni bir proje içinde olduğunu duyurduğunda ziyadesiyle heyecanlanmıştık, itiraf etmek gerek. Katie Sketch'e duyduğumuz sevgi ve özlemin yanında, Mermaids'in göze çarpan bir özelliği vardı ki, durumu daha ilgi çekici kılıyordu. Katie'nin erkeksi, hüzün dolu sesi, Grab That Gun dahilindeki parçalarda harcanıyor gibiydi, böylesine yoğun, böylesine vurgun yaşatacak cinsten bir sese daha melankolik bir müziğin eşlik edecek olması, şüphesiz ki çok önemli bir özelliği olacaktı Mermaids'in.

Maatteessüf, uzunca bir süredir Mermaids'den haber alamadık, tam unutuldu diyorduk ki, The Organ'ın yeni bir EP yayınlayacağı bilgisi orada burada dolanmaya başladı. Bir çok kişi The Organ'ın yeniden bir araya geldiğini düşünse de, aslında sadece eski şarkıların tekrar düzenlenmesiyle oluşturulan bir kayıttı aslında söz konusu olan. Fakat işin güzel yanı, bu EP, daha melankolik bir müziğin Katie Sketch vokaline nasıl eşlik eder'in cevabını layıkıyla veriyor. Grab That Gun'ın ihtiva ettiği o canlı müziğe Thieves'de rastlamak mümkün değil. Her ne kadar albümün geneline yine indie-pop tınıları hakim olsa da, Even In The Night ve Don't Be Angry gibi iki parça, yapıları itibariyle göze çarpıyorlar ve ses dalgalarının kalp aritmisine sebep olmasının çok da imkansız bir şey olmadığını gösteriyorlar.

Son tahlilde, her daim büyük bir özlemle anımsayacağımız The Organ'ın, ardında bıraktığı yıldız tozlarının toplanmış olduğu bu albüm, özlemimizi pekiştireceği gibi, The Organ'a duyduğumuz saygıyı da arttıracak ve Mermaids konusundaki sabırsızlığımızı körükleyecek gibi duruyor.


Sanatçı: The Organ
Albüm: Thieves

Şarkı listesi
1- Even In The Night
2- Oh What A Feeling
3- Let The Bells Ring
4- Fire In The Ocean
5- Can You Tell Me One Thing
6- Don't Be Angry

DOWNLOAD.