20080829

De La Mancha - Atlas























"Swedish Death Metal"in müzikal blitzkrieg'i tüm Avrupa'yı hızla fethederken, onlarca İsveç sevdalısı türemişti. Haksız da değillerdi elbet; insanı güzel, yaşam standartları muazzam, havası suyu çekici, At The Gates'inden Dark Tranquility'sine ve başlı başına bir yazıyı hakeden Nasum'una kadar olağandışı bir çok grup derken, sırtında Henrik Larsson yazısı taşıyan İsveç formalarıyla arz-ı endâm eden insanlarla karşılaşmak, şaşırtıcı olmaktan çıkmıştı. Bu blitzkrieg'in önü, İngiltere ve Amerika'nın yaptığı ani bir çıkarmayla kesildiğinden bu yana, Swedish Death Metal'in esamesi okunmaz oldu. Neyse ki İsveçliler, değişen düzene ayak uydurmakta gecikmediler, en nihayetinde müzikal zirveleri arasında Abba-Nasum farkı bulunan bir ülke için bu pek de garip bir durum teşkil etmiyor. Hülasa, The Radio Dept., Ef, Immanu El gibi grupların vasıtasıyla IKEA ve köttbüllar ile işgal edilmiş evlerin müzik setlerine de girmeyi bir kez daha başardı İsveç beşeri. Bunu mevhebiilahiye ile açıklayabilmek mümkün, sosyo-ekonomik açılımlarla sosyolojik tespitlerde bulunmak da. Biz işin salt müzik ile ilgili kısmına odaklanalım.

De La Mancha, bu sözünü ettiğim işgalin önemli bir ayağını oluşturuyor. Nispeten yeni bir topluluk olsalar da, bir çoğumuz Jasper TX ismine aşina olmalı. Dag Rosenqvist'in solo projesi Jasper TX, ambient dozu yüksek bir post-rock tınısı vaad eden başarılı bir isim; De La Mancha'nın da yarısı sayılabilir bu noktada. İki kişilik, kibrit kutusu gibi bir müzik topluluğu olan De La Mancha'nın, Jasper TX'e müzikal anlamda göz kırpması elbette ki doğal ama sadece bununla açıklanamayacak bir derinlik de ihtiva ediyor grup.

Grubun ilk albümü Atlas, tekdüze şarkılar barındıran bir albüm değil kesinlikle. Bu özelliğin benim nezdimde büyük bir artı olduğunu artık söylememe gerek yok zannediyorum; zira tek bir kopyadan seri üretimle çoğaltılmış ve hemen kayıt öncesi kotarılmış şarkılara nazaran, farklılık ve hatta çelişki ihtiva eden şarkıların emek gereksinimi her zaman daha yüksek olmuştur. Atlas, verilen emek düşünüldüğü vakit, katiyyen göz ardı edilmemesi gereken bir albüm olma özelliği taşıyor bu sebeple. Albüm içindeki şarkıları incelediğimiz vakit, kambur üstü bir indie-pop şarkısı olan Lotus Seven'dan, The Kimono, And Rainy Days gibi multi-enstrümantalizm ögeleriyle dolu ambient şarkılara, post-rock kreşendolarından nasibini almış So Let's Blow Up Our Heads And Leave'a kadar çok heterojen bir dağılımla karşı karşıya olduğumuzu görüyoruz.

Son tahlilde, De La Mancha'nın gerek müzikal standartlara uyumuyla, gerek müzikal farklılıkları denemekten kormayışıyla, gerekse bu söz edilen farklılıkları albüm geneline yansıtabilmesiyle, dinlenmeyi hak eden bir grup olduğunu iddia edebiliriz. Yazı boyunca bir dolu İkinci Dünya Savaşı anolojisi yapmama da bakmayın siz; İsveç, İkinci Dünya Savaşı'nı muazzam bir denge politikasıyla yönetmeyi bilmiş, tarafsız kalarak şimdiki zenginliğinin temellerini atmıştı. Bu tarafsızlık, ne mutlu biz müzik severlere ki, müzik söz konusu olunca geçerliliğini yitiriyor yıllardır; şahsen ben kulaklarımda sarı-mavi bayraklarla gezen notalara teslim olmaktan ötürü mutluyum.


Sanatçı: De La Mancha
Albüm: Atlas

Şarkı listesi:
1- Newfoundland
2- Release All Light
3- Lotus Seven
4- And Rainy Days
5- The Kimono
6- Superstoned
7- So Let's Blow Up Our Heads And Leave
8- Being A Hero Is Easy
9- Sleep

DOWNLOAD.

20080825

The American Dollar - A Memory Stream























The Technicolour Sleep albümü ile hayatıma giriş paragrafını atmıştı The American Dollar. İşbu albüm, 2007'nin tartışmasız en iyi 5 albümlerinden biri olma özelliğini taşımasının yanında, 10 saniyelik bir elma yeme sahnesi içeren ilk filmimizin arka planında yer alan Signaling Through The Flames'i barındırmasıyla da, nispeten özel bir yere sahip idi nazarımda. Tabii bunu dile getirme sebebim, 10 saniyelik bir elma yeme sahnesini övmekten ziyade, tıpkı Sumner McKane örneğinde olduğu gibi, The American Dollar'ın görsellikle bütünleşen yönüne atıfta bulunmak. Zira, Time ve Signaling Through The Flames'in "filmlere özel" remixlerinin yanında, tanıtageldiğim A Memory Stream albümünün en dikkat çeken şarkısı ve albümün sabırsızlık yaratmasındaki tartışmasız en büyük etken olan The Slow Wait, kısa bir animasyon ile içimize sokulmuş ve hissettirmeden girdiği bu yere yuvasını yapmıştı.



Aslında, bütünsel olarak ele aldığımız vakit, örnekteki video, The American Dollar'ın uyduğu/eşlik ettiği/canlandırdığı görselliği ve bunun yanında müziğinin muhteviyatını son derece yalın ve bir o kadar da yoğun bir şekilde gözler önüne serme özelliğine sahip, lakin bir video üzerinden tembelliğe gidecek ve sessiz kalacak da değiliz, bilhassa söz konusu olan The American Dollar ise.

The American Dollar özelinde yapacağımız yorumlar için, başlangıç çizgimizi The Technicolour Sleep'e çekmek gerekiyor bir kere. Bu noktada gördüğümüz şey aslında basit ve bir o kadar da komplike bir grupla karşı karşıya olduğumuz ki, akşam pazarı görünümü veren ve biteviye fukaralaşan bir müzik genelinde değerlendirdiğimiz vakit, bunun ne denli mühim bir şey olduğunu söylememe gerek yok artık. Söz konusu bu basitlikte, aslında, büyüleyici bir taraf var; ekseriyetle çok sıradan bulduğumuz o güneş ışığının, bir prizmanın içinden geçtikten sonra ortaya çıkardığı renklerle aynı derecede tutulabilir bu. Korkunç bir deha barındırıyor muhteviyatında The American Dollar şarkıları, daha da mühimi, bu deha sadece bir kaç parçada ortaya çıkan patlamalar şeklinde de göstermiyor kendini; her şarkıda eser miktarda bulunuyor bu deha ve hatta bir kıyaslamaya gittiğimiz vakit, sadece şarkılarla değil, albümlerle de sınırlı olmadığını görüyoruz bu parıltının. Zira A Memory Stream'de de basit, ama ince, ama yoğun, ama çok komplike şarkılar, tayfın renklerini oluşturuyor.

Hülasa, elektronik ve post-rock tanımlamalarını yanyana getirdiğimiz vakit, aklımıza gelen tek şey, 65daysofstatic ekseninde oluşan ve Reason gibi bayağı bilgisayar programları tarafından üretilerek bayağılığı genlerinde taşıyan bir müzikal tını ise; bakışlarımızı farklı bir noktaya kaydırmak elzem, ki ilk bakmamız gereken yerlerden biri de The American Dollar olacaktır kuşkusuz. Keza bir çok duyguyu, bir çok kişi tarafından pek çok janr kategorisine sokulacak müzikal tandansı bir potada eritmek ve tüm bunları yaparken ileri seviyede bir yaratıcı dehanın basitlik ve karmaşıklıktan yepyeni bir faz ürettiğine şahit olmak, benim diyen her dinleyicinin asli görevlerinden biri olmalı, kanaatimce.

Sanatçı: The American Dollar
Albüm: A Memory Stream

Şarkı listesi:
1- The Slow Wait Pt. 1
2- The Slow Wait Pt. 2
3- Call
4- Bump
5- Intermission
6- Lights Dim
7- Transcendence
8- Our Hearts Are Read
9- Anything You Synthesize
10- We're Hitting Everything
11- Starscapes

DOWNLOAD.

20080823

Sumner McKane - What A Great Place To Be























Abidin Dino, mutluluğun resmini çizememişti. Peki huzurun resmi çizilebilir mi, fotoğrafı çekilebilir mi? Mümkün mü değil mi, bilemem. Bildiğim tek şey, eğer böyle bir şey mümkünse, o karede, o tabloda, bir "ev" olması gerektiği. Zira ev, kimliğimizle öylesine bütünleşiyor, o bütünleşmeyi o kadar yoğun bir şekilde yansıtıyor ki, kimliğimizdeki kayıpların yarattığı huzursuzluk hallerinde bir ikmal durağı görevi görüyor. Bahis konusu ev, dört duvardan, bir kaç kapıdan, sandalyeden ve masadan oluşan yer değil elbette; köyüne, kasabasına, ilçesine, iline ve ülkesine kadar yayılan bir geniş skaladan söz ediyorum. Keza her birinin anılarla yoğrulması, bir toprak parçasında önceden attığın binlerce adımın gizli olması ve her adımınla birlikte sana geçmişteki hayaletlerinin de eşlik ediyor olması bence sihirli bir olay. "Ev"de huzur bulmamızın tek sebebi de bu sihirdir.

Sumner McKane de, yeni albümü What A Great Place To Be'de, ev'ini, yani doğduğu büyüdüğü eyaleti anlatmış, albüm ismiyle de bu göndermenin üstünü kalın markörlerle çizmiş. Enstrümantal müziğin konsept albüm darlığının salt şarkı isimleriyle ve/ya albüm ismi, albüm kapağı gibi şekilci bir boyut taşıyan ögelerle yansıtılabilme trajedisini de işbu albümle yıkıvermiş McKane. Zira, daha önceki albümlerindeki sound'unun dışına pek çıkmasa da, blues'a göz kırpan eklentilerle, bir Amerikan eyaletini anlattığı hikayeyi müziğin ve sadece müziğin içine taşımayı başardığı söylenebilir.

Daha önceki albümlerini de göz önünde bulundurduğumuz vakit, Sumner McKane'in etkileyici bir bestekâr olduğunu söyleyebiliriz. Zekice yaratılmış şarkılarla da, What A Great Place To Be'nin diğer albümlerinden geri kalan yanı olmadığı gibi, McKane'in evrimselleşen dehasını onayan bir özellik ihtiva ettiği de iddia edilebilir. Piyanosuyla, bol reverb'lü çekingen gitarıyla, ara ara kendini belli eden elektronik yönü ve özel bir ihtimamı hak eden davullarıyla, dört albümünde de muazzam bir huzur aurası yaymayı başardı Sumner McKane. Tüm bunların yanında, formülize edilmesi ve sınırlar içine hapsedilmesi çok da göze batmayacak bir müziği, samimi bir şekilde ve hiç bir tekrara gitmeden dinleyiciye sunmasıyla da saygıyı hak ettiği kesin.

Aynı zamanda bir fotoğrafçı olan ve fotografik hafızasında yer alanları notalara dökme arayışında olan Sumner McKane'in yarattığı tınılar, aslında garip bir hava ihtiva ediyor. Huzurun, fotoğraflara yahut resimlere dökülüp dökülemeyeceğini bilmediğimi söylemiştim yazının başında lakin, gücünü fotoğraflardan alan bu notalar, dinleyicinin gözünde canlandırdığı görüntülerle, basılı olmayan fotoğraflara dönüşüveriyor. Bulunduğu kabın şeklini alan, sıvı gibi bir müzik var işte önümüzde, algıdan algıya şekil değiştiren, ve o anki ruh halimizle de farklılık yaratma potansiyeli taşıyan bir müzik Sumner McKane'in yaptığı. Neredeyse dere kenarında bulutları izleyip, neye benziyorculuk oynamak gibi, McKane dinlemek.


Sanatçı: Sumner McKane
Albüm: What A Great Place To Be

Şarkı listesi:
1- After The Fireworks We Walked To The Rope Swing
2- When We Get To California
3- Riding In Cars In The Woods
4- First Winter At Plymouth Colony
5- We Don’t Talk About The Night Marsha Took The Boat To Digby
6- The 20th Maine
7- 1975 Chevy Nova (For Aaron)
8- The Winter I Got Louder Than Bombs And Standing On A Beach
9- Doris

DOWNLOAD.

20080820

Anathema - Hindsight






















Takvimler A Natural Disaster'ı gösteriyor, metal kuşlar geri dönerken arkada One Last Goodbye çalıyor; bu satırların yazarı bu yüzden sessiz günlerdir. Anathema bu sessizliğe doğru bağırıyor, "sesimi duyan var mı?" diye soruyor. Sesini duyan var, var olmasına da, öylesine ufaltıyorlar, öylesine yorgun bırakıyorlar ki insanı, ne cevap vermeye mecalimiz kalıyor, ne de cevap versek sesimizi duyurabiliyoruz. Sükût ikrardan gelir, derler; belki de bu yüzden sadece, hiç bir itirazımız yok Anathema'nın söylediklerine keza.

Evvela, Anathema'yı iyi tahlil etmek gerekiyor. Evet, Limbo Pillow için biraz farklı bir müzik icra etmekteler, lakin geçmişlerindeki farklılık göz kamaştırıcı bir nüve de ihtiva ediyor. Corpse paint ile sahneye çıkıp, çatır çatır death metal çalan bir grup, zamanla death metal'e hüzünlü melodiler entegre etmeye başladı, en son da hüznü alıp odağına yerleştirdi. İyi mi etti, kötü mü etti, bilinmez, zaten iyilik/kötülük skalası bizim için pek de ehemmiyet taşımıyor. Lakin değişimleriyle, bir çok insanın kalbine dokundukları, dokunmakla kalmayıp o kalbi kavradıkları, olanca güçleriyle sımsıkı sıktıkları, aritmiye, taşikardiye sebep oldukları da bir gerçek.

Bu noktada Anathema ile ilgili çokça ortaya atılan bir tartışma maddesinin üzerinde durmak gerekebilir. Konumuz şu; hüzün metodlaştırılabilir mi? Yani bir grup, neredeyse tüm şarkılarıyla, neredeyse herkes üzerinde, aynı derecede yoğun bir duygu patlamasına sebep veriyor ise eğer, bu grubun bir şablonu takip ettiğini düşünebilir miyiz? Bunun cevabı, kalemimin 8-9 sayfalık kutsal metninde yatıyor aslında. Edgar Allan Poe, The Philosophy Of Composition'ında, tam da bu konuya değinir; magnum opus'u Raven'ın yaradılış sürecini adım adım açıklar. Temelde, yaratacağı eseri, yaratımına başlamadan kafasında bitirdiğini, ve bitirmeden önce de ne tip yol haritaları takip ettiğini anlatır: Evvela, bir insanda en çok hangi duygunun yoğunluk yaratacağını düşünüp, sonuç olarak da aşk, ölüm ve ayrılık üçgenine ulaşır. Ardından da şiirin biçimsel yapısı üzerinde dururken, yaratacağı etkinin hangi eda ile bütünleşeceğini çözümler. Yani yazınsal tarihin en gözde eserlerinden birini yaratırken, tıpkı bir bina inşa edermiş gibi -neredeyse matematiksel- formüllere başvurmaktan kaçınmaz. Peki bu, yani söz konusu bilinçli yaratım, ortaya çıkan eserin "Sanat eseri" olma skalasında herhangi bir negatif etki yaratır mı? Poe buna da cevap veriyor ve çoğu yazarın bilinçli ya da bilinçsiz benzer yol haritalarını kullanıyor olmasına rağmen "delice bir coşkunluk" düşüncesinin arkasına sığınmasından dem vuruyor. Şahsi kanaatim, bu anlatılagelen yol haritalarını, keskin şablonlar ve kumdaki ayak izleriyle bir tutmanın büyük bir yanlış olacağı yönünde. Poe'nun bir taklit/seri üretim yazarı olmaktan çok, yeni bir keşifte bulunan ve keşfin noktalarını belirleyen bir yazar olduğunu iddia etmek, edebi açıdan çok da yanlış olmayan bir tespit olacaktır. Elbette bunu reprodüksiyon tablolar üreten bir ressamla, Bob Ross-vari bir metodla da eş tutmamak gerekir.

Hülasa, Anathema'nın bir Bob Ross mu, yoksa saatlerce geometrik ve trigonometrik hesaplar yaptıktan sonra fırçasını kullanmaya başlayan bir Paolo Uccello mu olduğu, canlılığını koruyan bir soru. Şahsi fikrim, Hindsight albümünün bu soruya tatminkar bir cevap verdiği yönünde. Her şeyi bir kenara atarsak, zamanında söylenen ve kalpte spazmlara sebebiyet veren şarkıların, bir daha yorumlanıp, bu sefer tamamen farklı yapılarla arz-ı endam etmesi ve etkilerinin değişmek bir yana dursun, katmerleniyor olması, Anathema'nın ciddi bir emek, duygusal yoğunluk ve samimiyetle yola çıktığının bir göstergesi. Ne ben bu şarkıların üzerinde durmaya gerek duyuyorum, ne de bu şarkıların benim sözlerime ihtiyacı var. Kaldı ki Fragile Dreams'i, Temporary Peace'i, Flying'i, Are You There'i dinlememiş olan, dinleyip de kan akışında bir anormallik gözlememiş olan var mı?

Akustik albüm yapmak, eski şarkılarını bir best of'a atmak, bu eski şarkıları re-master ederken bir iki yaylıyı kayda dahil etmek de özgün, yahut emek gerektiren bir faaliyet değil. Anathema, gitar kablolarını çıkarmaktan, aynı riff'leri bu sefer arpejlerle çalmaktan çok daha fazlasını yapıyor, şarkıları yeniden tanımlıyor, yeniden inşa ediyor, ama esas önemli olan nokta daha farklı; tüm bunları yaparken bu tanımların yanına yeni hissiyatlar ekliyor, eskisinin yerine değil, eskisinin üstüne koyarak yapıyor bunu. Yani iki kat yoğun, iki kat sıkı, iki kat daha güçlü bir hissiyat taşıyor Hindsight'taki, eski Anathema şarkıları. Ve bunlarla ufaltıyor, küçültüyor insanı, yerle yeksan olan bir apartman ya da gökyüzünde kaybolan bir uçak gibi.


Sanatçı: Anathema
Albüm: Hindsight

Şarkı listesi:
1- Fragile Dreams
2- Leave No Trace
3- Inner Silence
4- One Last Goodbye
5- Are You There
6- Angelica
7- A Natural Disaster
8- A Temporary Peace
9- Flying
10- Unchained (Tales Of The Unexpected)

DOWNLOAD.

20080814

"Türkiye'de Müzik Yapmak Çok Zor."

















Sevgili kedim, Alice, kelime anlamıyla tam bir cadı olmasına rağmen, zaman zaman kırılgan bir küçük hanımefendiye dönüşür. Bu dönüşüm ekseriyetle, veteriner yolunda ve otobüs içinde meydana gelir ki, kırılganlığı baki kalsa da hanımefendiliğinden istemeyerek ödün vermek zorunda kalır. Yol tutması diyegeldiğimiz bu tatsızlığı önlemek adına da, sakinleştirici kullanır, mışıl mışıl uyur. İşte bu sakinleştirici kullanma seanslarından birinde, veterinerimin anlattığı bir olay, üzerinde durmaya değer bir durum teşkil ediyor.

Efendim, Bursa'nın köylerinden birinde, küçükbaş hayvanları sakinleştirmek için kullanılan bir şurubun satışlarının kısa zamanda iki üç kat arttığını gören eczacı, olayı merak eder, ufak çapta bir soruşturma yapar. Sonunda öğrenir ki, hayvanları sakinleştirmekte kullanılan bu ilaç uyumaları için bebeklere, uslu durmaları için de çocuklara içirilmektedir. Gel zaman git zaman, bebeklerin ve çocukların birer usluluk abidesi olduğunu gözlemleyen köylüler, huysuzluk yapan eşlerinin çaylarında yahut yemeklerinde de aynı ilacı kullanmak suretiyle mutlu yarınlara yelken açmaya niyetlenir. Elbette birer nöroleptik olan bu ilaçların yan etkileri de kısa zamanda ortaya çıkar; bütün köy eşrafı birer narkoleptiğe dönüşerek, kah kahvehanede, kah tarlada uyur hale gelir. Yani koca bir köy, hayvanlar için damlayla kullanılan çok ucuz bir ilacı, insanları sakinleştirmek için kullanma fikriyle ortaya çıkan bir sivri akıllı yüzünden zeplin gibi gezmektedir.

Bu kıssanın hissesine gelirsek, şunu söyleyebiliriz; bir şekilde ortaya saçma sapan bir fikir atan biri, tüm normları değiştirebilir, yeni normlar belirleyebilir ve bir ülkeyi bir hiç için savaşa sürükleyebilir, bir köyü bulutların üzerine taşıyabilir, yahut "ülkemizde müzik yapan grupları desteklemeliyiz" fikrine meşruiyet kazandırabilir. Haliyle, bizim ilgilendiğimiz konu da, ülkemizde müzik yapan grupları desteklemeliyiz diyen zıpçıktı ve bu fikri takip eden kitle.

Bu kitlenin ne kadar eskiye uzandığını, Mehter Takımı'nı desteklemek için özel bir çaba sarfedip sarfetmediğini yahut Anadolu veya Mezapotamya'da icra edilen ilk müziğin de "Türkiye'de müzik yapmak çok zor" gibi bir alt metin taşıyıp taşımadığını bilemiyorum, ama en azından 10 yıla yakın bir süredir, okuduğum istisnasız her dergide bu söyleme rastlıyor olmak beni şaşırtmadığını söyleyebilirim. En nihayetinde bugün, Türkiye'de müzik yapmanın zorluğundan dem vuran, bu zorluklara rağmen müzik yaptıkları için takdire şayan olduklarını dile getiren ve tüm bu sebeplerden dolayı desteği hak ettiğini söyleyen gruplar, bunları gözü kapalı bir şekilde savunan "yazar"lar ve vasatı sırf Türk olduğu için destekleyen faşizm soslu bir anlayışla, vasatın ötesine geçemeyen bir müzik dünyası var elimizde.

Türkiye'de müzik yapmanın zor olduğu gibi altı dolu olmayan ve biteviye terennüm edilen bu nağmeyi biraz incelemek icab eder. Evvela, elimizde enstrümanımız var mı, evet. Müzik yapabileceğimiz herhangi bir yer var mı, evet. Kayıt yapabilecek techizata sahip miyiz, evet. Tüm bunlara rağmen, dar bir bakış açısı ve yetersiz bir dimağla, tatsız/samimiyetsiz/alıntı/çalıntı/kopya müzik yaptığımızı kabul etme cesaretimiz var mı, hayır. O zaman elbette eleştirinin odağı "İmkanımız yok, Türkiye'de müzik zor, eğitim şart" söylemi oluyor. Haliyle kafamızda bazı sorular peydahlanıyor; nasıl bir imkansızlık bu, Endonezyalı Marche La Void'da yok mu imkansızlık, ya da Leeds'de devlet destekli ekipman mı veriyorlar Glissando'ya, sigorta mı karşılıyor kayıtları? Brezilyadaki Exxasens'i ne yapalım, Çin Halk Cumhuriyeti'ndeki Hualun'u, Elf Fatima'yı? Ya da Yasemin Mori'yi George Soros mu destekledi, DANdadaDAN gizli ödenekten mi pay aldı, Dinar Bandosu'na theremin kullanma fikri dış mihraklar tarafından mı aşılandı?

Müzik yapmanın, Sanat yapmanın ilk adımı dürüst olmaktır, ve önce kendine karşı dürüst olmaktır; bu noktada günah çıkarmamız şart ve ilk olarak da müziği müzik için yapmadığımızı itiraf etmemiz lazım. Konserlere defile özeniyle gidenler, festivallere salt hormon depolamak için iştirak edenlerden sadece birazcık ileride olduğumuz, tüm bunlar için de daha önce elli defa yapılmış müzikleri tekrarladığımızı söylemek, Türkiye'de imkan olmadığı yalanıyla kendimizi kandırmaktan daha hayırlı bir sonuca hizmet edecektir. Çünkü ben artık, kıt, sığ ve sayısızıncı defa tekrar eden bir müziği dinlemekten, bu vasatlık ilacını "Türkiye'de müzik yapmak çok zor" çayıyla mideye indirmekten bıktım, yoruldum. Kaldı ki benim naçizane karşı atağım, "Türkiye müzik yazmak çok zor" söylemidir bundan kelli.

Bu noktada bir örnekle durumun vehametini ortaya koyalım ve en çok ilgilendiğim dergilerden birinde, geçen ay yer alan bir albüm kritiğine göz atalım: ".. vokaller ve sözlerle ilgili çeşitli problemler hissedilmesinin dışında, besteler de aceleye getirilmiş. Her şeye rağmen bu ülkede böyle bir müzik yapmaya cesaret edip albüm yayınladıkları için sempati besleyebileceğiniz grup.. Henüz ilk albümleri olduğu için umudumu kaybetmeden yeni albümlerini bekleyeceğim ama bu arada siz de sırf destek olsun diye gidip albümlerini alıp dediklerimin doğru olup olmadığını kontrol edebilirsiniz." Hadi buyrun, şimdi bu yazıyı ne yapalım, cevşen eyleyip koynumuza mı asalım, büyütüp poster mi yapalım? Besteler kötü, vokal kötü, sözler kötü, yani nereden baksan, müzikal bir faciadan söz etmek mümkün, ama bu ülkede müzik yapmaya cesaret ettiği için sempati besleyebiliriz. Bu ülkede müzik yapmanın cesaret kırıcı herhangi bir özellik taşımadığı, müzisyenlerin idama gönderilmediği, stüdyolara silahlı saldırı yapılmadığı gibi ufak detayları da atlarsak, sırf destek olmak için ya da yazarın eleştirisi doğru mu değil mi diye kontrol etmek için albümü almalıyız, gibi bir düşünceye de kapılmamız tembihlenmiş ki, zurnanın zırt dediği yer tam da burasıdır. Bu yazıyı "Avrupa'da böyle değil, Avrupa'da bu işler farklı" gibi, Evliya Çelebi retoriğiyle süslemek de mümkün, ama yıllardır takip ettiğim yüzlerce neşriyat içinde hiç birinde "sırf destek olmak için bu albümü almalısınız" gibi bir ibareye rastlamamış olmam da, bir Türklük özgünlüğü olsa gerek diye düşünüyorum.

Tüm bunlar ışığında, gruplara yönelik en ufak eleştiride bulunanları kıskançlıkla, çekememezlikle, "konuşmak kolay, sıkıysa sen yap" gibi bir mantıkla yerin dibine batırmaya çalışmanın da tamamen bize özgü bir mefhum olduğunu söyleyebilirim. Destek/çok zor/sempati/ama/fakat/ancak/kolay değil/cesaret gibi kelimelerin metinsel anagramlarıyla dolu eleştirilere alışmış olan müzisyenlerin de, "bu daha önce yapılmış, özgün değil, size ait değil, samimi değil" gibi eleştiriler karşısında şaşırmalarını anlayabiliyorum, ama müziğe bakış açımızın değişmesi artık elzem, bu iyonosfer vasat ses dalgalarına ve destek çığlıklarına karşı olan dayanma sınırını çok önce aştı.

Bu noktada iki adet önerim mevcut. Birincisi; paralarımızı birleştirelim, imkansızlıktan söz eden herkese en kaliteli ekipmanları alalım, Dolmabahçe Sarayı'nı koca bir müzik stüdyosuna çevirelim ve bu seferberlik sonucu elde edilen eşsiz imkanlarla ortaya nasıl bir eser çıkacağını gözlemleyelim. Yahut topladığımız paralarla bu müzisyen geçinen kişileri berbere götürelim, en güzel kıyafetleri, en pahalı arabaları alalım, bir evlilik programına çıkarıp başgöz edelim, keza bu işkence, artık tahammül edilemeyecek bir hal aldı.

20080813

Shun - Michael In Reign






















Soğanları -yanlış bir şekilde- doğradı, "müzik açayım" dedi ve salona yollandı. Ben, yanlış doğranmış soğanları, olması gereken hale getirmeye çalışırken, salondan kısık bir müzik sesi geliyordu, keza film izlerken apartmanı inletmesine rağmen, müzik sesi konusunda oldukça tutucuydu. Elimde bıçak, gözlerim yaş içinde, "o neydi?" diye sordum, Shun dedi. Neydi'deki -di eki, aslında Türkçe'de bulunmayan bir yapım ekiydi, kelimenin anlamını "ben aslında bunu biliyorum da, unuttum yahut algılayamadım" şeklinde değiştiren bu eki pek sık kullanmazdım, ama muhakkak ardından bir ah çıkardı ağzımdan, o ah yine peydahlandı. Sesi açsana dedim, Shun yazısı yazsana dedi. Mutfağa gidip soğanları doğramaya devam ederken bir yandan da Shun yazısını yazdım, zihnimden çıkarmak için de gitmesini bekledim;

Shun, şu daha önce anlattığım yokluk yıllarında adını az da olsa duyurmuş bir gruptu. Hani şu 30 dakikada bir mp3 çekebildiğimiz, last.fm'in, MySpace'in, Rapidshare'in olmadığı, onun yerine AudioGalaxy, mp3.com gibi sitelerin kullanıldığı zamanlar; Shun da adını mp3.com üzerinden duyurmuştu duyurmasına ama ünü çok farklı bir şekilde yayılmıştı. Nasıl ki şu an, ne dinlediğimizi ya da arkadaşlarımızın ne dinlediğini last.fm üzerinden takip ediyor isek, o zamanlar da bu işlevi küçük ve saçma bir WinAmp plug-in'i vasıtasıyla, mIRC üstleniyordu. ***p0ison_bitch is listenning to Shun - Michael In Reign gibi mesajlarla, herkes mp3 arşivini gözler önüne sermeye çalışıyor ve ismi pek duyulmamış bazı gruplar merak ve ilgi odağı haline geliyordu. Örneğin Dredg de, Symbol Song ile, ülkemizde tıpkı bu şekilde ünlenmiş, ardından Aktüel dergisinde bile adından söz ettirmişti.

Shun ve Dredg arasındaki benzerlik, bununla sınırlı değil. Dredg, o zamanların popüler müzik türü olan alternatif rock'ı icra ederken barındırdığı derinlik ve samimiyet ile ön plana çıkmıştı; aynı şeyi Shun için de söylemek mümkün. Şarkı sözlerindeki şiirsellik de bu konuda bir renk eşleştirmesi oluşturuyor elbet, ama kıyasladığımız vakit, Shun, Ay'ın karanlık yüzeyine daha yakın bir grup olma özelliği taşıyor. Daha melodik vokaller, bass'ların yardımıyla oluşan daha klostrofobik tınılar, sivri uçlu gitarlar ile mutena bir albüme imza atmıştı ki Shun, aradan geçen yıllar bu albümden hiç bir şey götürmedi, bilakis daha da güçlü bir hava kazandırdı.

Michael In Reign, eksiksiz ve kusursuz bir albüm olmasına rağmen, bazı şarkıları ön plana koymak icab ediyor. Örneğin albümle aynı adı taşıyan şarkı, Michael In Reign, grubun kimliğini bütünüyle kapsayan bir şarkı; sakin ama sivri gitar melodilerine eşlik eden, yine aynı sakinlikteki vokaller, bass'ın sahneye hakim olmasıyla başlayan bir nakarata hazırlık niteliği taşıyor, işbu nakaratta vokal, hikayenin en can alıcı kısmını anlatıyor ve dinleyicinin tüm bedenini ele geçiriyor, neredeyse dinleyici ve şarkı arasında simbiyotik bir yaşam biçimi meydana geliyor. Second Voice ise, Dredg-vari bir yarı rüya anlatıyor, gerek anlattıkları, gerek müziğiyle derin bir paranoya yarası açıyor kulaklarda ve kalplerde. Closure, Shun'ın alamet-i mümeyyizesini en belirgin şekilde ortaya koyan şarkı diye düşünüyorum; şarkının başından sonuna kadar pek farklılık göstermeyen bir bass yürüyüşü ve nota kalıplarını zorlayan vokaller, en fazla bu şarkıda gözümüze çarpıyor, ve albüm içindeki en hırpani ve fakat aynı zamanda hırçın şarkı olma özelliğini taşıyor.

Everyone Here Is Sleeping içinse, özel bir paragraf açmak gerekiyor. Hakkında anlatacağım bir kaç masal, hafızalarda bulanıklaşan bir kaç anı ve -kesinlikle soğandan kaynaklanan- bir kaç göz sıvısı ile daha da özel bir şarkı benim için keza. Bu şarkı yapılırken, Shun'ın nasıl bir kollektif ruh halinde olduğunu bilmem mümkün değil elbette, ama düşünmeye çalıştığımda, tahminler yürüttüğümde, korkunç bir yoğunluk tahayyül kendimi alamıyorum. Bu sözler, bu melodi, bu ses, tıpkı bir kaç gezegenin arka arkaya dizilmesi gibi nadir bir olay olma özelliği taşırken, aynı zamanda bir felaketin de işaretini veriyor.

Yıllardır birbirini tanıyan ve birlikte çalan bir grubun dağılma nedeni olarak da işte tam da bu şarkıyı sorumlu tutuyorum. Akıl yürütmelerim, "bundan daha iyisini yapamayız, en iyisi mi bırakalım" gibi bir durumu işaret ediyor. Şu noktada, rahatlıkla bir iddiada bulunabilirim ki, eğer Shun müzik yapmaya devam etse idi, milyonlar tarafından dinlenen bir grup haline gelecekti. Ve fakat, evet, bazı düşler çok kısa sürüyor, yine de zihnimize o denli bir derinlikle kazınıyorlar ki, gün içinde ya da gün sonunda, bu düşleri tekrar düşlemekten kendimizi alıkoyamıyoruz. Shun, milyonlar tarafından dinlenen, müzik listelerindeki yeri her daim baki kalan bir grup olmasa da, her zaman düşleyebileceğimiz, ve her seferinde farklı bir detayda kaybolabileceğimiz bir düş. Bundan daha güzeli mümkün olabilir mi?


Sanatçı: Shun
Albüm: Michael In Reign

Şarkı listesi:
1- Glass To Sand
2- Michael In Reign
3- Piece By Piece
4- Second Voice
5- Sell Them Dreams
6- Closure
7- Hopesend
8- Difference
9- Everyone Here Is Sleeping
10- Fear Of Heights

DOWNLOAD.

20080812

Lights Out Asia - Eyes Like Brontide






















Aurore Rien, yaklaşık 10 yıl evvel, bir rezonans yaratmış, bu rezonans kulaklarımızı, sonra da kalbimizi titretmişti. Ne yazık ki, çoğu güzel şey gibi kısa sürmüştü Aurore Rien'in yolculuğu, lakin küllerinden yeni bir grup doğmuştu. Lights Out Asia'nın, ilk albümü Garmonia ile, farklı bir metodla da olsa yine aortumuzda bir titreşime sebebiyet vermesinin üzerinden 5 sene geçiyor geçmesine, ama tüm zaman ve tanım kalıplarından bağımsız olarak, yeni albümleri Eyes Like Brontide alt-başlığında devam ediyorlar en iyi bildikleri işi yapmaya.

Eyes Like Brontide, alışıldık Lights Out Asia çizgisinin dışına pek boya bulaştırmayan bir albüm. Uzunca sayılabilecek bir süredir renkleri değişen ve fakat çerçevesi aynı kalan bu manzara resmine, düşsel bir atmosferden süzülen düzensiz yağmur damlaları, yine aynı düşselliği paylaşan vokaller ve akıllıca yerleştirilmiş elekronik ögeler hakim. Lights Out Asia'nın alamet-i mümeyyizesi ve aynı zamanda en şaşırtıcı tarafı, şarkılarında müthiş bir basitlik-karmaşıklık dengesi kurması ki, bu albümde de gözlemleyebildiğimiz bu özellikleriyle, her saatin, her hissin, her eylemin tamamlayıcısı olabiliyorlar. Öte yandan, aslında ekseriyetle aynı bir tad taşıyan ve ambient denegelen bu müzikal tanımın en sivri taraflarından biri olan, benzerlik sorununu da zekice yerleştirilmiş detaylar ve üzerinde uğraşılmış bestelerle geçiştirmesini biliyor, nev-i şahsına münhasır şarkılarla, leziz bir albümü önümüze koyuyorlar.

Aurore Rien'e büyük bir özlem duyan ve eksikliklerini her daim hisseden şahsım adına, Lights Out Asia hem kendi özelinde, hem Aurore Rien'in devamı olmasıyla büyük bir açığı kapatıyor diye düşünüyorum. Bir tek barkodları eksik olan, fabrika çıkışlı ambient tınıların yanında, Lights Out Asia'nın basit ama aynı zamanda dolu müziği, etkileyici melodileri ve en önemlisi ne yaptığının bilincinde olan havası, ne zaman müzikle ilgili bir umutsuzluğa gark olsam, elimden tutuyor, huzur dolu bir resmin içindeki çöp adam gibi hissetmeme sebep oluyor. Daha da önemli ve heyecan verici husus şu; Aurore Rien düşü her ne kadar kısa sürmüş olsa da, Lights Out Asia mükellef bir ziyafet sunmak için kararlı gözüküyor.


Sanatçı: Lights Out Asia
Albüm: Eyes Like Brontide

Şarkı listesi:
1- A Day Towards The Other Days
2- Radars Over The Ghosts Of Chernobyl
3- X-33
4- Psiu! Puxa!
5- The Wrong Message Could End You
6- MIR
7- If I Die, I Wish You A Horrible Death
8- Six Points Of Fire

DOWNLOAD.

20080805

Basın Açıklaması.






















Bir önceki yazının bütünselliğine hiç bir şekilde zeval getirmek istemediğimden ve misafir yazar fikri yaygınlaşmaya başladığından, ayrı bir açıklama yapma gereği hissettim. Aslında bu açıklamayı bir Genelkurmay Basın Açıklaması şeklinde düşünmüştüm ama farklı noktalara temas edeceğimden ötürü böylesine gayri ciddi bir uygulamayı başka bir zamana bırakabiliriz.

Efendim, kaçıncı kere terennüm ediyorum bilmiyorum yahut bu terennüm artık sıkıcı bir hal almaya başladı mı ayırdında değilim fakat, Limbo Pillow'un varoluş amacının, müziğin ruh halinde yarattığı dalgalanmaları kelimelere dökmek için kullanılan bir platform olduğunu hatırlatmak istiyorum. Şimdi burada, kafa karıştırıcı bir kaç ayrıntı var. Evvela, daha önce de belirtmiş olduğum gibi, müzik üzerine yazmayı pek doğru bulmuyorum, hatta Frank Zappa'dan da alıntılamış olduğum gibi, "Müzik üzerine yazı yazmak, mimari üzerine dans etmeye benziyor." Şu kertede bir kafa karışıklığı olması ihtimaller dahilinde, en nihayetinde, salt nesnel bir bakış açısıyla bakıldığında, Limbo Pillow için rahatlıkla "müzik üzerine yazılar yazılan bir yer" tanımlaması yapılabilir. Bu, anlamsal açıdan doğru fakat diyalektik açıdan çok yanlış bir önerme. Bu satırların sahibi, notayı harflerle açıklama çabasında olmadı hiç bir zaman; gitarın tele vuruşu, davulun tutturduğu ritm, melodinin metronomu ve saire, kendinden başka hiç bir şeyle ifade edilemeyecek değerler. Esas önemli olanın, daha farklı bir şey olduğuna inanıyorum; notanın oluşturduğu ses dalgasının kulak kanalından içeri girmesi, oradaki bir kaç kemiği titreterek yoluna devam etmesi, o titreşimin beyne ulaşması, beynin bu titreşimi algılayarak vücutta kimyasal reaksiyonlara yol açması, o kimyasalların elimize yolculuğu, kalbe vuruşu, dilde bir "ah" nidası ile tekrar ses dalgası haline gelmesi, ve tüm bu döngünün klavyeye dokunan parmaklara, 0 ve 1'ler ile bilgisayara, oradan da telefon hatları vasıtasıyla internete ve sizin gözlerinize, beyninize ve tüm vücudunuza ulaşıyor olması benim için çok ama çok büyülü bir masal. Hiç bir "müzik yazısı"nın, aynı oranda bir büyü taşıyabileceğine inanmıyorum, inanmak istemiyorum.

Tüm bu anlattığım sebeplerden ötürü, albüm eleştirisi okumaktan haz duyan bir insan değilim. Endüstri dahilinde albüm eleştiren bir çok kişinin, bu müzikal ve dolayısıyla hissi mefhumu bir de notlamaya dökmesi, albümlere yıldızlar, 10 üzerinden puanlar vermesi ise beni daha çok geren bir tatsızlık. O yüzden, toplasan bir elin parmağını geçmeyecek kişinin bu metodu kullanıyor olması da, bende bir kuraklık hissi yaratıyor. Kaldı ki, bir süre sonra hissiyatın yinelenmesi ve hiç olmazsa kelimelerin benzerlik taşıması, her biri nev-i şahsına münhasır olan grupların, ve yine nev-i şahsına münhasır hissiyatlar uyandıran melodilerin, benzer kalıplarla -ister istemez- tanımlanabiliyor olması, aslında neden bu kadar az yazdığımın da basit bir açıklaması.

Bu noktada bir itirafta bulunmam da icab ediyor; ara ara SirensSound, Post Rock Community gibi saygı duyduğum blog'lara yakın, arşivsel bir hava taşımasını arzu ediyorum Limbo Pillow'un da, her hafta en az 10 yeni albüm dinlemeyi şiar edinmiş biri olarak, bu dinlediklerimi sizlerle de paylaşmak istesem de, bir süre sonra ya kendimi tekrar ederek bir samimiyetsizlik aurası yaymak ya da ilkelerimden uzaklaşmak gibi bir dilemmayla baş başa kalıyorum. Maalesef ki, her yeni grup, benliğimde çok farklı duygular uyandırmayabiliyor yahut bu duyguları özgün bir şekilde dile getiremeyebiliyorum. Esasen, bir komünite oluşturmak, bunu bir havuza dönüştürmek mümkün, düzensiz bir yayın organı kimliğiyle, internet üzerinde, çeşitli yazarların katılımıyla yazınsal içeriğe ulaşabileceğiniz pek çok site var, var olmasına da, hem Limbo Pillow'un tamamen kişisel dürtülerle ve hedeflerle yola çıkmış kimliği, hem de bunun için kendimi yetkin hissetmemem bu düşünceye de engel oluyor. Ne mutlu ki, burada devreye, benimle aynı frekansta düşünen ve aynı düşüncelerini yazılara döken insanlar giriyor. Ayşenur da, Retribution Gospel Choir'in albümünü rica ettikten sonra, teşekkür gayesiyle yazdığı bir yazıyla, aradığım ve arzu ettiğim "müzikten doğan hissiyatın edebi dökümü"ne yer verdi; işbu yüzden bu sayfalarda yer almasını gerekli gördüm. Bu vesileyle, bu hissiyatla yazılacak her türlü yazılar için, Limbo Pillow'un kollarının sonuna kadar açık olduğunu da belirtmek isterim.

Söyleyeceğim bir kaç şey daha var Limbo Pillow ile ilgili, uzun zamandır aklımda olan ama söylemeye fırsat bulamadığım bazı bilgileri de sizinle paylaşayım. Evvela, şunu söylemek icab eder; bu sayfalarda yer alan bir çok grup, hem manifesto hem de bir çağrı niteliği taşıyan bu yazıdan sonra, benimle iletişime geçtiler. Her birinin barındırdığı samimiyeti, kelimelerinde taşıdıkları heyecanı, mutluluğu ve arzuyu sizinle paylaşmak isterdim; sözlükten öğrendikleri Türkçe bir kaç kelimeyle arkadaşlıklarını ortaya koyan, "sağlığınıza!" diyen grup elemanlarının samimiyeti, aslında kendilerini bu sayfaya taşırken hiç de yanılmamış olduğumu gösterdi bana. Ama işin sevindirici kısmı daha farklı, benimle iletişime geçen grupların neredeyse hepsi, bir konser yahut röportaj için kendilerine yardımcı olup olamayacağımı merak ettiklerini söylediler. Direkt ya da dolaylı yoldan iletişimde olunan gruplar arasında, Eksi Ekso, Marche La Void, iLiKETRAiNS, Glissando, Maybeshewill, Destroyalldreamers, This Will Destroy You, 65daysofstatic gibi çok sevildiğini bildiğim grupların olduğunu söylemek eminim ki sizi de heyecanlandıracaktır. Lakin konserler için herhangi bir organizatör yahut röportajlar için herhangi bir yayıncıyla henüz iletişime geçememiş olmak, can sıkıcı bir detay olarak kalıyor. Bu konular dahilinde, bana yardım edecek yahut yol gösterecek birinin varlığını şiddetle arzuluyorum diyebilirim, o yüzden en ufak bir yardımınız olacağını dahi düşünüyorsanız, sizlerle tanışmak ve sizlerle birlikte şarkı söylemek için can atan bu gruplar için, bana ulaşmanızı rica ediyorum.

Bir şey daha:
Eğer her şey umduğum gibi giderse, eylül ayından itibaren, radyo dalgalarıyla da iletişime geçebilmemiz söz konusu. Bu şekilde -arada klavye ve telefon hatları olmadan- daha direkt bir şekilde iletişimde olmamız, aynı müzikten aynı hissi, aynı anda hissetmemiz de mümkün gözüküyor. Bu konuyla ilgili daha detaylı bilgiyi, pek yakın zamanda paylaşacağım. O yüzden, şimdilik, hoşçakalın.

İçten sevgilerimle.

Retribution Gospel Choir - Retribution Gospel Choir

Ayşenur anlatıyor:






















Bilgisayarının başında oturmuş onun yeni yazısını okuyordu ve hayran kaldığı üslubunu her fırsatta tebrik etmesi gerektiğini düşünürken susuyordu. Kuru bir teşekkürden fazlasını yazması gerektiğini, onun bunu çoktan hak ettiğini biliyordu. Saatlerini harcadığı bilgisayarda bunun çok fazla zamanını ve çabasını almayacağını biliyordu ama yapmıyordu.
Bir gün Retribution Gospel Choir’in varlığından haberdar oldu. Ulaşmak ve dinlemek istedi. Yapamadı. Acizliğiyle ilgilenmeyecek kadar kendi halinde, ulaşılabilecek kadar uç, bel bağlanmayacak kadar yabancı kişiye sordu. Sonrası burası işte. Ben Ayşenur, Retribution Gospel Choir’ı size yazıyorum:

Dün akşam albümü edindim edineli dinliyorum. Hatta öyle ki dün 2 kere tekrar başa sararak gerçekleştirdiğim tanışma faslından sonra bugün de yollarda hep kulağımdalardı.(kabul, arada değiştirmiş olabilirim) Belki 5'i geçmiş olan bu geri sarışlarımdan hiç birinde sıkılmadığımı kolaylıkla söyleyebilirim(kabul, kids'in ironik nakaratına rağmen bazı tekrarlarda biraz sıkılmış olabilirim)
Retribution Gospel Choir ve Low’un isimlerini peşlerinden gelen “daha” kelimesi ve fiil niyetine bir sıfat ile birlikte aynı cümle içinde kullanmanın gereksiz bir uğraş olacağının farkındaydım. Çünkü Low, kalbimde derin bir yaradır ve yenilerinin, izi kalmış büyük yaraların üzerine tentürdiyot dökebileceğini iddia etmek abesle iştigal olacaktır. (bu sefer siz kabul edin, ki biliyorum edersiniz, Low yara olabilir) Tüm bu yargılarla dinlediğim 2 Low cover'ının kendi icracısı tarafından bu derece farklı sularda yüzülerek yorumlanması, sadece bu şarkılarda Low'u hatırlattı diyebilirdim. Ta ki Destroyer çalana kadar… Albümün bitişine yakın koyup hepten şaşırtma amacı gütmemişler neyse ki. Çünkü ne yalan söyleyeyim, ben Alan Sparhawk ve Matt Livingston isimlerini gördüğümde, her ne kadar biraz önce karşılaştırma taraftarı olmadığımı belirtmiş olsam da, Low'dan(!) çok daha(!!) farklı(işte bu sıfat, kahretsin) bir şeyler duyabileceğime pek ihtimal vermemiştim. ("kabul edelim bu adamlar yaklaşık 15 senedir beraber müzik yapıyorlar ve farklı ne çıkarabilirler ki?" der ve gönül rahatlığıyla açtığım parantezi kapatırım sanıyordum ki olmadı. Bambaşka bir sayfa açtılar. Kurmak istemediğim cümleleri kurdurttular. Çok derinlere dalma amaçları yoktu belki ama bende bunu yaptılar. Bambaşka ve hiç bilinmedik yollarla değil, deneysel hiç değil. Aksine, yaşım elvermese de ucundan kıyısından vakıf olduğum 70’lerin stiliyle yaptılar. They Knew You Well ile biraz gürültülü, biraz kirli hatta biraz psychedelic öğelerle geçmişe göz kırpa kırpa başladılar ve Easy Prey’le herhangi bir tanıma kolay kolay sığmayacaklarını, sığdırılsalar bile umursamayacaklarını bastıra bastıra noktayı koydular. Varsın onlar bunu yapadursun, ben Alan Sparhawk sesiyle zıplıyor ve dans edebiliyor olmanın keyfini çıkarayım.

Unutmadan! Kapatılacak bir parantezim var sanırım yukarılarda bir yerlerde ama bu seferlik istisna olsun kapatmayayım. Denklem yazmıyorum ki. Burada eşitliği bırakınız, denklik bile yok.

Şimdi, tam da bu yazı bitmişken, Alan Sparhawk’a ya da herhangi sevdiğim bir müzisyene, şimdiye kadar onları sevmeme neden oldukları için teşekkür etmeyi düşünüyorum. “Yeni bir şarkı yazar mısınız? Sizi özledim” demeyi istiyorum. Çünkü cevap verirler. Onlar hep cevap verirler.


Sanatçı: Retribution Gospel Choir
Albüm: Retribution Gospel Choir

Şarkı listesi:
1- They Knew You Well
2- Take Your Time
3- Breaker
4- Somebody's Someone
5- Destroyer
6- Holes In Our Heads
7- What She Turned Into
8- For Her Blood
9- Kids
10- Easy Prey

DOWNLOAD.

20080802

Homesick For Space - Please Continue






















Tatile gittik, geldik. Hani tatili çok seven bir insan olduğumdan değil; daha önce de söylemişliğim var, denizi güneşi bir türlü sevebilemedim, sinemaya gittim de filmi değil bebek seslerini, yemek yiyenlerin ağız şapırtısını dinledim, insan deri rengini karartmaktan ne zevk alır bunu da anlamadım, evimde yapmadığım hiç bir şeyi yapmadım, adı tatil işte. Ama bence, bir tatilin en güzel kısmı, başlamadan önce ve bittikten hemen sonra yaşanan o uzun otobüs yolculuğudur. Hele ki bu yolculukta güneşin doğuşuna yahut batışına şahit olabiliyorsan, bir de önünde/yanında/arkanda bulunan yolcuların horlamalarını yahut "benim de senin yaşlarında yeğenim/torunum var" girizgahlı muhabbet etme çabalarını bertaraf edecek bir müzik çalarınız varsa, üstüne üstlük bu müzik çaların içinde tam da yolculuğa uygun notalar bulunuyorsa, ne gam! İsterse otobüste bir horlama senfonisi hasıl olsun, isterse 10 senelik otobüsün hiç bir kliması çalışmasın. Binaenaleyh, bu notalar önemlidir, üzerinde durulasıdır; nasıl ki bavullar önceden hazırlanır ve yolculuk için bekletilirse, benzer bir hazırlığı notalar için de yapmak en az bu kadar gerekli olabilir.

İşte bu hazırlıklar dahilinde, en az bir diş fırçası, bir deodorant kadar önemli bir rol üstlenen gruplardan biri de Homesick For Space, benim nezdimde. Tevekkeli değil, tatile gitmezden hemen önce bu sayfalara konuk ettik, hakkında o kadar kalem oynattık. En nihayetinde, tatil dönüşü, insanların da yorumlarını görme fırsatı elde etmiş olduk ki, Homesick For Space'in intradermal etkisini başkalarında da gözlemlemek ziyadesiyle mutluluk verici oldu. Madem öyle, dozajı arttırmakta, yeni bir ampül kırıp enjektörü doldurmakta, ve ikinci bir vuruş yapmakta fayda var, Homesick For Space'in son albümü, Please Continue ile.

Unison hakkında söylediklerimiz, uzayda yahut internet'in boşluğunda hala yankılanıyordur, ama tekrarlamakta fayda var. Unison, zamanının emo etkisini ihtiva eden ama bunun yanında yoğun bir karanlığı ve dinginliği de nüvesinde barındıran bir albümdü. Please Continue ise bu iki özelliğin dışında bir yerlerde duruyor, Unison'ın o boğucu depresyonundan çok, daha alternatif rock kokan bir albümden bahsetmemiz mümkün, hatta biraz daha ileri gidersek, yer yer britpop'a göz kırpan bir hava taşıyor Please Continue. O minik ama korkunç etkileri de beraberinde getiren Garcia Lorca şiirlerinden esintiler taşıyan şarkı sözleri de yerini daha klasik sözlere bırakmış durumda.

Şüphesiz ki bazı dönüşümler, kimliği de beraberinde alıp götüren bir yokoluşa benzerken, bazıları da sadece vasıtanın değişmesine rağmen menzilin aynı kalması gibi bir sonuç yaratıyor. Please Continue, Unison kadar etkileyici ve vurucu bir albüm değil kesinlikle. Lakin bu, Homesick For Space'in kimliğindeki bir değişikliği işaret etmiyor, aksine, farklı bir rengi ve farklı bir tadı barındırıyor.

Sanatçı: Homesick For Space
Albüm: Please Continue

Şarkı listesi:
1- ...please Continue
2- British
3- Chasing A Ghost
4- Control
5- Disconnection
6- Honey, I Play To Win
7- Joker's Smile
8- Just Like In The Start
9- Look How We Try
10- Recover
11- Spines
12- Tension Free
13- The Dark Corners
14- Your Ghost

DOWNLOAD.