20131128

Alcest - Les Voyages de L'âme


Bir çeşit iyileşme döneminin içinde hissediyorum kendimi. Biraz daha açmak gerekirse, asfalttan kazındıktan hemen sonra üstümden geçmiş olan aracın tonajını, modelini, anahtar teslim fiyatını ve yıllık bakımının kaça patladığını düşünür bir haldeyim. Çeşitli araştırmalarım ve incelemelerim neticesinde, sorunu bir daha yaşamamak adına karşıdan karşıya geçerken önce havaya, sonra yere bakmanın daha hayırlı bir sonuç oluşturacağına kanaat etmiş olmakla birlikte, yolculuktan uzak halimin de yaşadığım bu kazada, yazamama halinde, sekizde dokuzluk oranda suçlu olduğunu tespit ettim. Toshl'ın geçtiğimiz yılın geneline oranla yüzde 37 artış gösteren transportasyon giderleri kısmı, tespite ilişkin çözümler konusunda attığım adımların sağlam olduğunu gösteriyor.

20131118

Om - Advaitic Songs














İstesek de kapatamadığımız bir duyu organı kulak. Ellerimizle kapatabiliyoruz, yani kapatmaya zorlayabiliyoruz sadece, ama gözlerimizi kapadığımız, dudaklarımızı mühürlediğimiz, burnumuzu tıkadığımız gibi isteğe bağlı kasılmalarla duyu halini durduramıyoruz. Etraftaki sonik vibrasyonlar bir şekilde o delikten içeri süzülüyor, ve iç kulağımızda başka titreşimlere sebebiyet verecek bir sıra deprem, ses dalgalarından bir tsunami hasıl oluyor.Tüm bunlardan itibaren dışarıdaki, yabancı titreşimler bize ait, içsel, özümüze ilişkin bir hüviyet kazanıyor. Ses dalgalarının titreşimi kulak zarımızdan beynimize ulaşıp bir şekle bürünürken, bazısı dolaşım sistemimize süzülüp kalbimize yol alıyor, kalbimizde içi dağ çiçekleri ya da yamulmuş çivilerle dolu parça tesirli bir bomba olarak patlıyor. Hal böyle olunca, dudaklarımı mühürleyebilmişsem de bunca zamanda, ya da parmaklarım takımdan ayrı düz koşu yapmışsa da, kulaklarım çalışmayı sürdürdü. Kulaklarımdan giren kimi titreşimler içimde hala dolaşan, bir organdan bir organa yollanan yankılar yaratmaya, taç ve kök chakra'ları fay hattı arasında yıkıcı depremler oluşturmaya devam etti. Durum bu olunca, bu depremlerin şiddetinden, derinliğinden ve yaşanan felaket sonucu ortaya çıkan can kayıplarından bahsetmemek olmazdı.

20131116

Her Kimsem Bana,

Neredeyse üç yıl önce yazdığım bir yazıda, tamamlanamayan bir vedada şöyle demişim:
Artık yine kaset çalarda değişen birbirinden farklı kasetler ve kasetlere sığmayacak sessizlikler var, biliyorum ki bunlar bana yine ninni olup uykuya yatıracak, uykumdan uyandığımda bir başka ben yaratacak. Şunu da biliyorum ki ben yine yazacağım, bir şarkının zihnimde yarattığı kubbelerden, İkarus'un taksi çevirmesinden, kurtların ağır adımlarından bahsedeceğim.
Bunun ne denli büyük bir yalan olduğunu bu kadar zaman içerisinde, her gün gördüm, yaşadım. Yaşamaya devam etmenin en kötü yanı bu, bir yalanla yaşamanın yanında, kendine söylediğin bir yalanla yaşamak. Gerçek şu ki, uykumdan uyandığımda gördüğüm karşımdaki ben, hiç sevmediğim bir ben. Bir şarkının zihnimde yarattığı kubbeden bahsetmek şöyle dursun, kubbede bir yankı bile yaratmadığını, İkarus'un bir otobüs markası haline geldiğini, ağır adımların sadece yatağa giderken atıldığını söyleyebilirim. Hiç bir düşün tavana değecek kadar zıplayamadığını, bırak kafamda beliren kelime kümelerinde kalmayı kağıt üstündeki kelime şehirlerinin bile kilometrelerce uzakta olduğunu da. Her kimsem ben, kendimle konuşamayan bir insanım artık.

20120126

Karganın Kılavuzluğu.

1984 yılında, Metallica Ride The Lightning'in Avrupa baskıları için Fransız bir plak şirketiyle anlaşır. Plak şirketi hızla işe koyulur; ilk önce plaklar basılır, hazırlanır, ardından da sıra plak kapaklarına gelir. Plak kapaklarının basımı esnasında matbaa makinelerinin toner'larında bir sorun yaşanır ve mavi olması gereken kapak, yeşil olur. Bu şekilde basılan 400 kopya, "green cover" olarak adlandırılır ve gıcır kondisyondaki bir tanesi rahatlıkla 500 dolara alıcı bulabilir. Bu şekilde, bu plaklar bir "müzik eseri" olmaktan çıkar ve artık bambaşka bir şey olur. Marilyn Monroe'nun bir kere giydiği donundan, Michael Jackson'ın konser için gittiği bir ülkede, otel odasında kullandığı ve fondötenin izinin olduğu havludan farksız bir hale gelir. O green cover plağı dinlemeyiz, o parayı ona dinlemek için vermeyiz. O, sadece yanlış basıldığı için ve kendisi gibi örnekler epey kısıtlı sayıda olduğu için değer yüklenmiş, bizim de bu değere sahip olmak, o değeri bize ait kılmak, onu sergilemek için harcadığımız 500 doların helal edilebileceği bir obje haline gelmiştir. Bir fetiştir o artık. Polimer bir puttur.

20120124

Bir İlk! Sosyal Medya Açılımı.














Saat ikiyi otuz iki geçiyor.. Güzelçamlı'da sağanak yağmur başlıyor. Salonun dökme demirden panjurlarını döven yağmur taneleri müzik sesini bastıracak hale gelince, babasının işten dönüşünü ve cebindeki gofreti bekleyen çocuğun zil sesine verdiği tepkiye çok yakın bir tepki veriyorum. Merdivenleri ikişer üçer basamak atlayarak çıkıyorum, terasın kapısına yöneliyorum. Kilit dönmüyor, kapı Babil'in sekizinci kapısı kadar ağır. Bir kapının görevi dışarıyı içeridekinden korumak değil, içeriyi dışarıdakinden korumak olmalı diye düşünüyorum sarsakça kapıyı zorlarken. Kapı, varlık nedenini ona hatırlattıktan sonra aklı başına gelmiş gibi koyveriyor, hafifliyor, beni terasa buyur ediyor. Yağmur şimdiden okyanus taşıran kıvamına gelmiş, hafif bir rüzgar ona eşlik ediyor. Kafamı yukarıya kaldırınca yıldızları görüyorum. Tuhaf, böyle bir sağanakta neredeyse tüm yıldızlar bu kadar net gözüküyorlar. Aklıma küçüklüğüm geliyor. O zaman da karanlık gecenin gözlerine baktığımda yukarıdan aşağıya süzülen parlak çizgiler görürdüm. Zamanla daha az gördüğüm, en sonunda da tamamen kaybolan bu ışık çizgileri belki ufak göz yanılmaları, belki benim kendimi gördüğüme inandırdığım sanrılardı. Fakat ben o zaman, o ışık çizgilerinin yıldızlardan yağan ışık yağmurları olduğuna yemin billah ediyordum. Ama işte şimdi, bulutsuz bir gökyüzünde, nereden geldiği belli olmayan su taneleri, daha bir dakika bile geçmeden beni sırılsıklam etmişlerdi bile. Evin önündeki, yol çalışması için kazılan ama kaderine terk edilen, her şeyiyle başı kasketli ihtiyar bir köylünün işaret parmağıyla gösterdiği bir fotoğrafla birlikte yerel gazetenin ana sayfasında genişçe bir yer almayı hak eden çukur, dere yatağı olma hayaline kavuşuyor gibiydi. Paketten bir sigara çıkarıp dudaklarımın arasına yerleştirirken, Zippo'nun çiling'ini duymak bu anı olduğundan daha güzel bir hale getiriyordu. Yağmur bu kadar güzel yağarken, etrafta kimsecikler yokken, müzik sesi terasa yemek kokusu gibi hafif ama lezzet açıcı bir biçimde süzülürken, sanki o sigara bir ritüeli tamamlamak için ihtiyaç duyulan abrakadabra gibi saçma sapan, ama elzem bir detaydı.

20120121

Bad Religion - Tested













Grup t-shirt'ü giyme olgusuyla ilgili fikrimi sorarsanız, iki farklı kavramdan faydalanarak size iki farklı cevap verebilirim: Moda kavramını esas alırsam, grafik unsuru bol t-shirt'ler yerine tek renkli t-shirt'lerin daha oturaklı olduğunu, eşek kadar insanların üzerinde bol grafikli t-shirt'lerin hoş durmadığını söylerim. Müzik kavramından yola çıkarak da, bir ton para vererek aldığımız bu t-shirt'lerin bizim damak tadımızı yansıtmaktan başka bir işlev taşımadıklarını, bunun için de vücudumuzu bir reklam panosu olarak kullanmamızın ne kadar sakil bir görüntü ortaya çıkardığını savunurum. Mantık üzerine kurulu bu açıklamaları bir yana bırakıp, elimin tersiyle itip, grup t-shirt'ü satın almamın, giymemin ise açıklanabilir tarafı olmayabilir. Çoğu zaman bunu ben de bir zaaf olarak kabul etsem de, bu vazgeçmek istemediğim, düzeltme arzusu taşımadığım, kabullendiğim, benimsediğim bir zaaftır. Bu zaafımı severim. Grup t-shirt'lerini severim.

20120118

Blueneck - Repetitions













Toplumda gözlenen anomaliler, her ne kadar zararlı gözükseler de, son derece sağlıklı bir sonuca hizmet ederler. Dışarıdan baktığımızda çılgınlık ve dahi tahtasızlık olarak nitelendirebileceğimiz, boğalar tarafından kovalanmak, tepeden yuvarlanan bir peynir tekerleğinin peşinden yuvarlana yuvarlana kafa göz yarmak benzeri örneklerini verebileceğim modern dünyaya da yansıyan yahut geçmişte kalmış toplu seks şölenleri, şarapla yıkanma bayramı gibi kitlesel anomaliler, toplumların akıl sağlığını koruması için büyük önem arz ederler. Bu zamanla kanıksanmış çılgınlıklar, toplum kurallarına uymak yükümlülüğünde olan insanların, bu zor görevi ifa ederken harcadıkları eforu egzos borusuyla dışarı atması gibidir. Bu durumun bizim toplumumuzda, diğerlerine kıyasla, epey düşük kalibrede örnekleri mevcut tabii ki. Katharsisini en fazla milli maçlarda ve düğünlerde havaya kurşun atmakla yaşayan, içimizdeki en öfkeli kitlelerin bile bir noktada halayla rahata erdiği düşünülürse ve bunların da anomali, çılgınlık (veya tahtasızlık) olarak nitelendirilmesinin epey zor olduğu göz önüne bulundurulursa, rutindeki başarısızlığımız, öfke kontrolüne yatkın olmayışımız bir ölçüde açıklanabiliyor.

20120114

Kuş Adası.













Bundan bir kaç ay önce; evimdeki eşyaların bir kısmını çöplüklerden topladığım kolilere paylaştırıp, geri kalanlarını da bir çöp konteynerinde ateşe verip küle çevirmeden önce yani, uzun bir zaman boyunca kelimeleri birbirlerinin etlerine çengelleyip zincirleyemeyeceğimi biliyordum bilmesine ama o zamanın bu kadar uzun olacağını tahmin etmiyordum. Bu zaman zarfında çengellerin uçlarının körelmesi, zincirlerin paslanması bir yana, yazmıyor olmamın başlıca sebebi, günlerimi dinlemekle geçirmemdi. Alışılagelmişin aksine, dinlediğim şeyler beş hoparlör veya bir çift kulaklıktan gelen notalar değil, kuşların minik ciğerlerinde şekillenip gagalarından dökülen notalardı.

20110613

A Storm Of Light - As The Valley Of Death Becomes Us, Our Silver Memories Fade


Toplam yaşadığım yıl sayısını, kemiklerimi kaç defa kırdığıma oranlarsam yaklaşık dört yılda bir, bir taraflarımı kırdığım gibi bir sonuç ortaya çıkıyor. Böylesi bir oranın beraberinde bir alışkanlığı getirdiğini düşünüyorum hiç bir zaman kemiklerimin kırılmasıyla ilgili bir korku yaşamadım, hatta zaman zaman hayıflandığım "şu uyluk çok aylak kaldı, bir kırılaydı iyiydi" diye düşündüğüm de vakidir. Esas korkum, kemiklerin kırılması ya da alçıyla dolaşmaktan çok, alçının çıkarılma anıyla ilgili. Hijyenik şarküterilerde pastırmaları şeffaflaşacak kadar ince dilimleyen makinelerin biraz daha insani boyutlarda olanlarıyla yapılan alçı kesme işlemlerinin hepsinde acaba kemiklerim de kesilir mi korkusu bütün vücudumu, beynimi ele geçirir. Bu benliğe hakim olan müthiş korkunun uyuşturucu, uzaklaştırıcı bir etkisi olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Yani bir noktadan sonra o korkuyu, o tahammül edilemez endişeyi yaşamak, tüm hücrelerinle tüm sinir uçlarınla sadece ama sadece "kemiğim kesilecek mi" korksuna yenik düşmek kendimle yüzleşmemin belki en yalın, en direkt haliydi ve bunun gerçekten ulvi bir tecrübe olduğuna inanıyorum.