20131128

Alcest - Les Voyages de L'âme


Bir çeşit iyileşme döneminin içinde hissediyorum kendimi. Biraz daha açmak gerekirse, asfalttan kazındıktan hemen sonra üstümden geçmiş olan aracın tonajını, modelini, anahtar teslim fiyatını ve yıllık bakımının kaça patladığını düşünür bir haldeyim. Çeşitli araştırmalarım ve incelemelerim neticesinde, sorunu bir daha yaşamamak adına karşıdan karşıya geçerken önce havaya, sonra yere bakmanın daha hayırlı bir sonuç oluşturacağına kanaat etmiş olmakla birlikte, yolculuktan uzak halimin de yaşadığım bu kazada, yazamama halinde, sekizde dokuzluk oranda suçlu olduğunu tespit ettim. Toshl'ın geçtiğimiz yılın geneline oranla yüzde 37 artış gösteren transportasyon giderleri kısmı, tespite ilişkin çözümler konusunda attığım adımların sağlam olduğunu gösteriyor.

Daha önce dile getirmiştim; kitlesel çılgınlığın en yoğun yaşandığı yerlerin toplu taşıma araçları olduğunu düşünüyorum. Son bir yıldır toplu taşımadaki çılgınlık ritüellerine katılımımın azalması, mevcut olanlarda da Şoför/Kaptan/Usta olarak hitap ettiğimiz şamanın önden değil arkadan inme, öğrenci kimliğindeki bazı şüpheli piksellerin külünü yutmama gibi kısıtlı çılgınlıklarının kitlesel bir harekete dönüşmmesi sonucu beslenme damarlarımdan birinin kopmuş olması anlaşılabilir bir durum. Şehiriçi ulaşımın umut vermediğini düşündüğümde, Bursa'ya, kaynağa, Limbo Pillow'un başladığı yere yapacağım ziyaretlere ilişkin beslediğim umutlar yüksekti. Yolculuğu sonraya bırakarak vardığım durakla ilgili şunu söyleyebilirim ki, düş kırıklığına uğramış değilim.

Şunun üstünde durmak gerekiyor; yolculuklar, bilhassa otobüs yolculukları insanın ölüme, var olmama haline en yaklaştığı zamanlar olarak görülebilir. Onlarca firma tarafından yapılan, milyonlarca dolar ederindeki tüm AR-GE çalışmalarının neticesinde, her ne kadar mezarda olma hissi minimalize edilmişse de, o kramplarla dolu, yaklaşık 250 santimetrekarelik alanda girdiğimiz neredeyse katatonik şeklin, ne zaman biteceği kesinlikle bilinmeyen, sual edilemeyen ve akıl almayan yolculuk zamanının, bizi meditatif bir hale soktuğu gerçeği inkar edilemez. Öyle ki çoğumuz için, bu meditasyon hali, bu iç yolculuk, sadece şehirlerarası yolculukların koltuklarında mümkün olabiliyor. Burada otobüsün ekranından Facebook'a girmek için parmak kaslarına muscle confusion yaşatanları ve kötü tag'lenmiş mp3'leri yirmi milyon kişi tarafından kullanılmış kulaklıklarla dinleyenleri tenzih ediyorum elbette. 

Şu yolculukla ilgili peşrevi sadece Les Voyages de L'âme'in anlamına binaen yazdığımı, otobüs yolculuğunu ruhun yolculuğuna bağlayacağımı düşünmüş olanlarınız olabilir belki, böyle aleni bir çirkinliği yapacak değilim elbette. Ancak henüz döndüğüm bu yolculuğun meditatif hali son bulmadığından, bu meditasyon esnasında bana eşlik eden mantralar Alcest'in ruhundan döküldüğünden, üzerine oyunlar oynanası hoş bir tesadüf söz konusu olabilir, bunu itiraf ediyorum. 

Söz konusu ettiğimiz albüm, last.fm'in ve hafızamın bana söylediği kadarıyla, ki birinden biri son derece güvenilir bir şekilde kaydetmekte her şeyi, buradan uzak kaldığım zaman içerisinde en çok dinlediğim albümlerden bir tanesi. İki yıl önce çıkardığı bu albümle Alcest reaksiyona girdiğinde ne olacağı bilinmeyen iki elementi karıştırdığı ve bunun sonucunda laboratuvarı patlatmadığı yetmezmiş gibi, aksine formülü başarılı olmuş ve bir dolu zincirleme reaksiyon yaratıp kendi deneyi defaatle doğrulanmışken, rahat duramayıp yine deney yapmış ve elementlerin dozuyla oynama cüretini göstermişti. Biliyorsunuz ki müzik sahnesi denen bu laboratuvarda deneyler çoğunlukla sevilmediği gibi, başarılı olmuş deneylerin farklı oranlarla yeniden test edilmesi hiç ama hiç hoş karşılanmaz. Sonuçtan bağımsız olarak, bendeniz tam da bu cesarete ve deney sürecinin kendisine meftun olduğumdan, Les Voyages de L'âme benim için bulunmaz bir nimetti.

Bu tip deneyler yapıldığında müzik dünyasında iki farklı reaksiyon ortaya çıkar:
a) Elementlerin saf halinin yeterli olduğu, bu elementlerin saflığının bozulmasının başlı başına doğanın dengesiyle oynamak olduğunu, ne gereği vardı ki şimdi ayağa düşecek her eve girecek işlenmesi daha kolay olacak diyerek savunanlar.
b) Ortaya çıkan sonuçtan memnun olarak deney üzerine deney yapanlar. Bunun neticesinde de (temelde ayrı tutmak çok zor), Alcest'in -yani Neige'in- Amesoeurs'te bu deneye birlikte başladığı Fursy Teyssier -yani Les Discrets- ile birlikte yepyeni bir anlayışın kapılarını açtığı bir gerçek. Kopyalamaktan ziyade daha da ileri gitme cesareti olan müzisyenler bu sonuca daha farklı katkılar sunuyorlar.

Nihayetinde, albümü atomlarına ayırdığımızda, black metalin bazı karakter özelliklerinin yine aynı shoegaze karakter özellikleriyle harmanlanışı gibi periyodik tablodaki isimleri kabul etmekten fazlasını yapamayan sığ açıklamalardan çok, fazlasıyla yoğun bir etkinin ortada olduğunu görüyoruz. İşte bu tanımlanamayan yoğun etkinin adı şu: Şiirsellik. Ve şiiri mısralara bölebilsen de, kafiyesini teknik anlamda inceleyebilsen de, şair ne demiş'i sorgulayabilsen de, şiirselliğin açıklanabilir, ulaşılabilir, herhangi bir deneyin sonucunda ortaya çıkmasını doğrulayabilir bir durum yok, öyle ki zaten şiirsellik tam da bu yüzden şiirsellik.

Tümüyle ele aldığımda, bu albümün tanımlayıcı ruh hali, nostalji. Başından sonuna, geçmişe ait bir duygunun, ne olduğunu tam kestiremesek de, hangi hatıradan, hangi tarihten seslendiğini duyamasak da, bir zamanlar bize ait olan ama artık zamanın okyanusuna karışmış tanıdık ama artık yabancılaşmış tınısı var tüm şarkıların. Yıllar önce ait olduğun yere yaptığın bir yolculuk gibi. Là Où Naissent Les Couleurs Novelles'in yırtık black metalden ödünç vokalleri, Les Voyages de L'âme'in shoegaze reverbleri ve tüm bunların somut açıklamaları bir yana, bu nostalji hali ve içeride titrettiği sinir uçları çok daha gerçekçi geliyor bana. En nihayetinde, kendisi de nostaljik bir kimlik kazanmaya, gelecekte içeride yarattığı o titreşimlerle hatırlanmaya namzet bir albüm Les Voyages de L'âme. 

Yazıya yine şiirsellik ve şiir üzerinden noktayı koyayım; Septembre et Ses Dernières Pensees'de Teyssier'in Verlaine şiiri Chanson d'automne bestesinden sonra, bu albümde de Charles Van Lerberghe'den Nous Sommes l'éméraude notalara kavuşuyor. Bu haliyle de, annemizin kremalı pasta tarifinin kimliği belirlenemeyen kişiler tarafından kusursuzca, harfi harfine pişirilip kapıya bırakılırken de Güneş'ten yeni düşüp zıplaya yuvarlana pastanın üzerine konmuş bir kiraz şekeri ortaya çıkıyor. 


5 mırıltı.:

Anonymous said...

Albüm kapağındaki top sakallı silüeti bir tek ben görmüyorum sanırım, değil mi?

Anonymous said...

bu arada, her yazına bir devam butonu eklenmiş. hiçbir şey ifade etmiyor.

dream endless. said...

Jump break ekleyip anasayfadaki yoğunluğu kısmak istediğimden yazının tamamına link göndermek gerekiyordu. Normalde blogger bunu otomatik olarak hallediyor ama ben kodu aşureye çevirdiğim için manuel eklemek durumunda kaldım, devam butonunun varlık sebebi o.

Bir de on dakika top sakallı siluet aradım, teşekkür ederim.

Not: Bulamadım.

Anonymous said...

http://postimg.org/image/f7z0l94pp/

Ben de nasıl çizeceğimi bulamadım.

dream endless. said...

Hahah.
Cannot be unseen durumu oluştu şimdi ne yazık ki.
Neden yaptın bunu bize?