20120124

Bir İlk! Sosyal Medya Açılımı.














Saat ikiyi otuz iki geçiyor.. Güzelçamlı'da sağanak yağmur başlıyor. Salonun dökme demirden panjurlarını döven yağmur taneleri müzik sesini bastıracak hale gelince, babasının işten dönüşünü ve cebindeki gofreti bekleyen çocuğun zil sesine verdiği tepkiye çok yakın bir tepki veriyorum. Merdivenleri ikişer üçer basamak atlayarak çıkıyorum, terasın kapısına yöneliyorum. Kilit dönmüyor, kapı Babil'in sekizinci kapısı kadar ağır. Bir kapının görevi dışarıyı içeridekinden korumak değil, içeriyi dışarıdakinden korumak olmalı diye düşünüyorum sarsakça kapıyı zorlarken. Kapı, varlık nedenini ona hatırlattıktan sonra aklı başına gelmiş gibi koyveriyor, hafifliyor, beni terasa buyur ediyor. Yağmur şimdiden okyanus taşıran kıvamına gelmiş, hafif bir rüzgar ona eşlik ediyor. Kafamı yukarıya kaldırınca yıldızları görüyorum. Tuhaf, böyle bir sağanakta neredeyse tüm yıldızlar bu kadar net gözüküyorlar. Aklıma küçüklüğüm geliyor. O zaman da karanlık gecenin gözlerine baktığımda yukarıdan aşağıya süzülen parlak çizgiler görürdüm. Zamanla daha az gördüğüm, en sonunda da tamamen kaybolan bu ışık çizgileri belki ufak göz yanılmaları, belki benim kendimi gördüğüme inandırdığım sanrılardı. Fakat ben o zaman, o ışık çizgilerinin yıldızlardan yağan ışık yağmurları olduğuna yemin billah ediyordum. Ama işte şimdi, bulutsuz bir gökyüzünde, nereden geldiği belli olmayan su taneleri, daha bir dakika bile geçmeden beni sırılsıklam etmişlerdi bile. Evin önündeki, yol çalışması için kazılan ama kaderine terk edilen, her şeyiyle başı kasketli ihtiyar bir köylünün işaret parmağıyla gösterdiği bir fotoğrafla birlikte yerel gazetenin ana sayfasında genişçe bir yer almayı hak eden çukur, dere yatağı olma hayaline kavuşuyor gibiydi. Paketten bir sigara çıkarıp dudaklarımın arasına yerleştirirken, Zippo'nun çiling'ini duymak bu anı olduğundan daha güzel bir hale getiriyordu. Yağmur bu kadar güzel yağarken, etrafta kimsecikler yokken, müzik sesi terasa yemek kokusu gibi hafif ama lezzet açıcı bir biçimde süzülürken, sanki o sigara bir ritüeli tamamlamak için ihtiyaç duyulan abrakadabra gibi saçma sapan, ama elzem bir detaydı.



Son zamanlarda bunu çok düşünüyorum. Uyumadan hemen önce, uyandıktan hemen sonra, Kazım kale arkasındaki reklam panolarını dövdüğünde ya da Elmander yaradana sığınıp gol attığında, yaktığım (ya da yakamayıp ağzımda dolaştırdığım) her sigarayla o ana bir abra kadabra, bir hokus pokus, bir allakazam üflüyormuş gibi hissediyorum. Sonradan sonraya, aslında yazarken de buna çok benzer bir dürtüyle kalem oynattığımı fark ettim. Öfkelendikten, hayıflandıktan, heyecanlandıktan, yani herhangi bir dolgun histen hemen sonra yazı yazma hissinin hasıl olduğunu gözlemledim. Bir sigara yakıp o ana, olduğundan farklı bir anlam katmak gibi işte. Terasta geçirdiğim o bir kaç dakika içinde sırılsıklam olmuş, sigaramı terastan aşağı kayan bir yıldız gibi fırlatırken bunu düşünüyordum yine.

Bazen böyle oluyor. Canım hiç sigara içmek ya da hiç yazı yazmak istemiyor. Bazen de beyaz sakallarını sarartıp, ses tellerini dahi katranla katlayan Can Yücel kadar sigara içmek, aynı Can Yücel kadar yazı yazmak istiyorum. Med cezir gibi bir şey olsa gerek. Galiba yine med anlarından birindeyim bu aralar ki, geçen sene yazdığım kelimeler kadar yazmışım daha on gün içerisinde. Hal böyleyken, gelip gitmek artık bu işin doğasına bu kadar işlemişken, her seferinde hadi gidiyorum, hadi geliyorum demek biraz abes gelmeye başladı bana. Doğrusu şu ki, bunu da çok iyi beceremiyorum zaten. Yani bu hoşçakalın/hoşgeldim samimiyetini yazıyla kurmaya muvaffak olamıyorum, istidadım o yönde değilmiş, anlıyorum.

Evvelce, ortaokul yıllarında olsa gerek, yazı türleri anlatılırken hayli şüpheci yaklaştığım konulardan biri sohbet yazılarıydı. Herhangi bir yazar, neden "sohbet havasında" bir yazı kaleme almak istesindi ki? Hala yanıt bulamadığım bir sorudur bu. Gel gör ki, artık "sosyal medya" kavramındaki sosyalliğin öne çıktığı bu mecrada, yazılı ürünlerin sosyallik nüvesi taşıması bir gereklilik haline geliyor, diye gözlemliyorum. Yani sohbet eksikliğini, ihtiyacını bu şekilde kullanmamız, sohbet havası taşıyan yazıların en azından blog ya da mikro blog formatları özelinde, bir ölçüde anlaşılabilir.

Dediğim gibi, benim beceremediğim ve galiba da beceremeyeceğim bir şey bu. Bu sebeple Twitter falan kullanmayı pek beceremiyorum, şurada tuşa bastığım andan itibaren de okuyan neredeyse herkesin uykusunu getirecek kadar uzun ve kalın kelime duvarları inşa etmekten kendimi alamıyorum. Herhalde hiç bir zaman uyanık bir yayın sahibi tarafından yazılarım bir kitaba bastırılmaz, o kitap da üç dört saat içinde bir otobüs yolculuğu esnasında okunup bitirilmez diye kahrolmuyor da değilim. Ne yapayım ki elimden gelen bu; 6 ayda bir belki, keyfim yerine gelince bir çuval şey yazıp, bir 6 ay daha kaybolup hiç bir şey okumadan, dinlemeden, yazmadan geçireceğim bir döngü içerisinde gireceğim demek ki. Zararı yok.

Ancak yine de, zaman zaman, bir şeyler hakkında bir kaç kelime de olsa etmek, bir şeyleri işaret etmek istemiyor da değilim. Burayı o "bir kaçlık" şeylerden uzak tutmaya çalışıyorum elimden geldiğince, böylesi ne kadar doğru bilmem ama. Nihayetinde buraya böyle kelime duvarları inşa etmeme, sayfalarca abra kadabra dememe sebep olan şeyler kıtalararası yolculuk yapan tır ağırlığında, ince telli saçları ortadan ikiye ayıran jilet keskinliğinde, yağmur tanelerini delip geçen sivrilikte şeyler oluyor. Diğerleri için de bir şeyler yapabilir miyim diye düşünürken, aklıma gelen bir fikri, bu defa pek de düşünmeden uygulamaya karar verdim.

Şimdi bu yukarıdaki altı paragrafı yok sayıp, kısaca şöyle de diyebilirdim:
Bir kaç gün önce, Limbo Pillow için bir Facebook sayfası açtım, şurada. Yanda da görünüyor olmalı. Buraya pek girmeyen, ama öyle böyle de hoşuma gitmeyen nadide şeyleri oraya koyup duruyorum. Hoşuma gitmeye başladı, eğlendirdiğini bile itiraf edebilirim. Yazma dürtümü de pek etkiliyor gibi görünmüyor. Hatta sular çekildiğinde de devam edebilme olasılığı yüksek olduğu için daha işlevsel bir yapı taşıyormuş gibi geliyor. Sohbet yazısı yazmayı pek beceremiyorum ama sohbet etmek isteyen olur, dileyen de dinlediğini koyar diye sadece bana ait de değil üstelik. Gelir, okur, dinler ve dahi yazan olursa güzel olur diye düşündüm. Aranızda uyanık olmayan, zarar etmeye hazır bir yayıncı olursa, o zaman daha güzel olur.

0 mırıltı.: