20120126

Karganın Kılavuzluğu.

1984 yılında, Metallica Ride The Lightning'in Avrupa baskıları için Fransız bir plak şirketiyle anlaşır. Plak şirketi hızla işe koyulur; ilk önce plaklar basılır, hazırlanır, ardından da sıra plak kapaklarına gelir. Plak kapaklarının basımı esnasında matbaa makinelerinin toner'larında bir sorun yaşanır ve mavi olması gereken kapak, yeşil olur. Bu şekilde basılan 400 kopya, "green cover" olarak adlandırılır ve gıcır kondisyondaki bir tanesi rahatlıkla 500 dolara alıcı bulabilir. Bu şekilde, bu plaklar bir "müzik eseri" olmaktan çıkar ve artık bambaşka bir şey olur. Marilyn Monroe'nun bir kere giydiği donundan, Michael Jackson'ın konser için gittiği bir ülkede, otel odasında kullandığı ve fondötenin izinin olduğu havludan farksız bir hale gelir. O green cover plağı dinlemeyiz, o parayı ona dinlemek için vermeyiz. O, sadece yanlış basıldığı için ve kendisi gibi örnekler epey kısıtlı sayıda olduğu için değer yüklenmiş, bizim de bu değere sahip olmak, o değeri bize ait kılmak, onu sergilemek için harcadığımız 500 doların helal edilebileceği bir obje haline gelmiştir. Bir fetiştir o artık. Polimer bir puttur.



İşte bu ve bu tip örnekler ile, yani yanlış basıldığı için ya da salt "nadir" bulunduğu için bir koleksiyon objesi, bir fetiş haline gelen ürünler yüzünden, sarraflık ve plakçılık gibi meslekler, kurnazlığın baskın nitelik taşıdığı, kârlı meslekler haline geldiler. Bir plak dükkanına girip eski bir plağın fiyatını sorduğunuzda yahut bir sarrafta artık az sayıda basılan bir kitabı aradığınızı söylediğinizde, asgari ücretin yarısına tekabül edecek bir rakam işitebilirsiniz. Ne plak Maria Callas'ın ilk kaydı, ne kitap Jack London'ın el yazmasıdır. Ama sadece nadirliğinden ötürü "koleksiyon değeri" taşıyan bu -bir zamanlar sanat eseri olan- objelere, piyasadaki nadirliklerine göre fiyat biçilir. Sorduğunuz zaman size müziği veya edebiyatı sevdikleri için o işe girdiklerini söyleyecekler, gerçek sevdalılar için bu paraların bir hiç olduğundan dem vuracaklar, hatta "ne var yani, ayakkabıya o parayı veriyorsun da, sevdiğin bir plağa, bir kitaba niye vermeyesin" demeye getireceklerdir. Bir yandan da salt sevgileri yüzünden girdiklerini söyledikleri bu işte, sevgiye mazhar olan içeriği göz ardı ederek obje karaborsacılığını rasyonalize etmeye çalışacaklardır. İşte bu kişiler, insanlığın en alt basamağında yer alırlar. Olur ya bir gün karanlık bir ormanda yürürken Virgil'e rastlar, o da sizi elinizden tuttuğu gibi kısa bir cehennem gezisine çıkarırsa, bu insanları, doğal afet zamanlarında suyu ve ekmeği fahiş fiyata satan küçük esnafla birlikte, cehennemin yedinci katında, donmuş lav denizlerinde yanarken görebilirsiniz. Birbirlerinden en ufak farkları yoktur.

Plaklar ve kitaplar ve dvd'ler. Hepsi için hem kurnaz tüccarın, hem büyük patronlar tarafından yönetilen devasa şirketlerin biçtiği değerler mevcut. En nihayetinde onların işi bir şeye değer biçmek. Peki bir sanatçı için, yaptığı şeyin değeri nedir? Şu örneğe bakalım:

Bir kaç gün evvel, Swayzak Facebook sayfasında isyanını dile getirdi. Özetle, on bin takipçim var ama ayda sadece 6 şarkı satışı yapabildim, beleş koyunca dinliyorsunuz ama paralı olunca dinlemiyorsunuz dedi. Daha da vurucu olanı ve benim üzerinde durduğum nokta, durum buyken neden müzik yapayım ki diyerek niyetini belli etti.

Bu, hayatımda bir sanatçıdan direkt olarak gördüğüm en itici ikinci tavır (birincisi Adnan Şenses'in başbakanı dudağından öpme gayretiydi). Onun mantığına göre, o saatlerce çalışıyor, uğraşıyor, emek harcıyor ve bir ürün ortaya koyuyor. Bu yüzden onu takip edenler, yani bu ürünü sevme ihtimali yüksek olanlar, yani hedef tüketici kitlesi, ödemesi gereken 4-5 doları ödemeli ve bu şekilde sanatçı da saatler süren emeğinin karşılığını almalı. Bu mantıkla, sanatçı on bin çarpı beşten elli bin doları, emeğinin karşılığı olarak görüyor.

Bu noktada bir fıkra paylaşmakta beis görmüyorum:
Adamımız sokakta yürürken çok ünlü bir mankenle karşılaşıyor. Yanına gidip, "Benimle birlikte olur musun?" diye soruyor. Manken adamı tersliyor. Bunun üzerine adamımız b-planını uygulamaya koyuyor:
"Peki 500 milyar versem benimle birlikte olur musun?"
"Olabilir", diyor bu sefer manken.
"O zaman 500 milyon vereyim, gidelim şimdi" diyor adam.
Manken yine hiddetlenerek, soruyor: "Sen beni ne zannediyorsun?"
Hoca bu, boş durur mu, patlatıyor cevabı: "Ben senin ne olduğunu anladım, sadece pazarlık yapıyorum."

Şu siteye göre, Swayzak 2011 yılında yirmiden fazla şehirde, Kanada'dan Rusya'ya neredeyse dünyanın her bir köşesinde, farklı bir mekanda sahne almış. Dünya çapında bu kadar üne kavuşmuş olmasının, gittiği her yerde yüksek ücretle sahne almasının tek nedeni, bir ay boyunca "emeğinin karşılığını veren" altı kişinin değil, bedava koyduğu şarkıları dinleyen on binlerce kişinin varlığı. İşte bu on binlerce kişi sayesinde dünyayı dolaşıyor, eminim çaldığı mekan başına hayli dolgun bir ücret alıyor, en kötü senaryoda karnını tok tutacak ve sanatını icra etmeye devam etmesine yetecek kadar kazanıyor. Ama gözü doymuyor, doymadığı gibi işi Erdal Bakkal sakilliğine vurup, neden onun şarkılarını satın almıyorlar diye, onu seven insanlara çemkiriyor. Emeğinin karşılığını alamadığından dem vuruyor.

O zaman şu soruyu sormak da bir gereklilik haline geliyor: Emeğinin karşılığını alan kim var? Swayzak konserinde ışık teknisyenliği yapan emeğinin karşılığını alıyor mu? Çaldığı mekanda onlarca sarhoş adamla ilgilenmek zorunda kalan barmen emeğinin karşılığını alıyor mu? Olay çıkmasın diye tetikte bekleyen ve canının yanmasını göze almak zorunda kalan güvenlikçi emeğinin karşılığını alıyor mu? Swayzak'in alışveriş yaptığı marketin sahibi, bindiği taksinin şöförü, evini temizleyen kadın, saçını kesen berber, alışveriş yaptığı dükkanın çalışanı emeklerinin karşılığını alıyor mu?

Tam 15 yıldır, Napster ve Audiogalaxy'den bu yana müzisyenlerden aynı "emeğin karşılığı" nakaratını duyuyoruz. Bu kadar gür bir şekilde dile getirilen ve şiddetle ortaya konan emek savunuculuğu niçin sadece müzisyenlerle sınırlı kalıyor? Dünyadaki emek sömürüsünü geçiyorum, olaya bambaşka bir noktadan bakalım.

Bugün Youtube'da milyonlarca insanın oluşturduğu içeriğe bedava ulaşıyoruz. Bu insanların bazıları 5 dolarlık webcam'leriyle çekim yaparken bazıları saatlerini ve hatta günlerini harcayarak pahalı ekipmanlarla büyük amatör prodüksiyonlar hazırlıyor. Bugün blogspot'tan, wordpress, tumblr'dan yine milyonlarca insanın yazarak yarattığı içeriğe de dilediğimiz rahatlıkla erişebiliyoruz. Yine aynı şekilde, bazıları günlük tutarken bazıları kafa patlatarak önemli tahlillerde bulunabiliyorlar. Wikipedia'dan, ekşi sözlük'ten ihtiyaç duyduğumuz bilgilere ulaşabiliyoruz. Tüm bunların yanı sıra flickr'dan, deviantart'tan onlarca görsel materyale ulaşma imkanımız da var. Yine bazıları çek-at kamera kullanırken bazıları da binlerce dolarlık gövdelerle, araba fiyatındaki objektiflerle, lenslerle çektikleri fotoğrafları paylaşıyorlar. Bu insanların hiç değilse bir kısmı, ortalama bir müzisyenin bir şarkı yapmakta harcadığın efordan daha azını sarfetmiyorlar. Para almıyor olmaları bir yana, kullandıkları mecraya reklam geliri kazandırıyorlar. Peki bu insanların emeği ne olacak? Benim bu yazıyı yazmak için tüketmek zorunda kaldığım yarım paket sigara ve üç Capri Sun Multivitamin'i, yazıyı okuduktan sonra fikrimi paylaşan ve herhangi bir tartışmada arkadaşına karşı kullanan biri telif hakkı olarak niye bana ödemiyor?  Youtube'ta izlemekten helak olduğumuz videonun sahibini, attığımız kahkaha başına niye ödüllendirmiyoruz?

Tüm bu durumda, interneti kullanmak için para verdiğimizi bir düşünün. Bu blog'a girerken bir paragraflık önizleme, diğer her paragraf için paragraf başına 25 kuruş, yazıyı toplu okumaya karar verirseniz 3 lira (on üç paragraf üstü yazdıysam büyük kârdasınız) ödeseniz, niye buraya giresiniz? 9gag'de her next tuşuna bastığınızda hesabınızdan 50 kuruş tahsil edilse kim 9gag'e girer? Dakika başına 10 kuruş cebinizden çıksa, kim Youtube'a uğrar? Tüm bunlar ne kadar saçmaysa müzisyenlerin, menajerlerin, plak şirketlerinin bizden dinlediğimiz şarkı için para talep etmesi bir o kadar saçma.

İşte, görüyorsunuz, tazeliğini koruyor henüz SOPA ve PIPA. Bir şarkı download ettiğiniz için ya da download'una vesile olduğunuz için yıllarca ceza alabilirdiniz. Hala alabilirsiniz, zira yılda milyon dolarlar kazanan şirketler, cömertçe besledikleri kongre üyelerini kamçılamaktan vazgeçecekler gibi durmuyorlar. İşin komik yanı, zaten bizden para talep eden bu müzisyenlerin, bu menajerlerin, bu plak şirketlerinin, ekmeğinin peşinde olan, hayatını idame ettirmek için sanatından başka hiç bir geçim kaynağı olmayan kişiler değil, hali hazırda para içinde yüzen, doymak nedir bilmeyen kişiler olması. Daha da komiği, parayı kazanan bu kişilerin esas vurgunu müzik satışlarıyla değil, konserleriyle yapıyor olmaları. Örneğin U2, iki sene içerisinde 360° turundan 750 milyon dolardan fazla gelir elde etmiş. Bu geliri sadece albümlerini satın alan insanlardan elde etmediğine göre, müziklerinin daha yaygın olmasına neden olacak bedava ulaşılabilirlik yerine hala katı bir şekilde "emeklerinin karşılığını" bekliyorlar? Üç dolarsa üç dolar, beş dolarsa beş dolar. Alabilecekleri her kuruşa göz dikmiş durumdalar. Hali hazırda müzik endüstrisinin günümüzde geldiği nokta, bir sanatçının müziğinden çok performansına odaklanacak noktaya gelmişken hem de. Düşünün bir; Lady Gaga'yı Steffani Germonatta'dan farklı kılan, Lana Del Rey'i Elizabeth Grant'ten ayıran nokta müzikleri mi? Yoksa saçları, kıyafetleri, dansları, imajları mı?

Sanat, insanlıkla aynı yaşta. Ama ne zamandır paraya endeksli bir meta, bir obje halini aldı? Tarih derslerini hatırlayın. Barbar Türkler Konstantinapolis'i işgal edince, küresel popülasyonun bütün sanatçı, bilimci taifesi kıta Avrupası'na göç etmiş, göç ettikleri yerde kıçlarının üstünde duramayıp reformlara öncülük etmişlerdi. Aristokratlar bir noktada aşka gelmiş, dindir savaştır bunlar ne saçma işler diye düşünüp, ellerinde bulundurdukları sınırsız maddi imkanlarla sanata yönelmişlerdi. Böylece Limbourg kardeşler, Da Vinci, Raphael, Botticelli yüzlerce olağanüstü eser yaratabilmişlerdi. Ancak tüm bu üst düzey sanatçıların her birini, günümüz sanatçılarıyla kıyaslasak, ne ayda onbin doları esrara yatıran Wiz Khalifa'yla, ne altı yaşındaki kızının ayakkabı dolabının ederi yedi yüz elli bin doları bulan Katie Holmes'la aynı sosyal statüde, aynı zenginlik düzeyinde olmadıklarını da açıkça görebiliyoruz. Bu durumda evet, emeğin karşılığıyla ilgili ciddi bir karmaşa olduğu aşikar.

Gerçek şu ki, artık resim yapmak için şovalelere ihtiyacımız yok, ucuz bir Wacom tablet işimizi görüyor. Stradivarius'a ısmarlayıp beş ayda yapımı tamamlanacak bir keman yerine, herhangi bir warez sitesinden download edip crack'leyebileceğimiz bir Ableton veya Logic fazlasıyla yeterli. Yazı yazmak için papirüslere ihtiyacımız, yazdıklarımızı yayınlamak için feodal lordumuzun iznine gereksinimiz yok, bir kaç dakikada oluşturacağımız bir blog sitesi işimizi görüyor. Artık hepimiz sanatçı olabiliyoruz. Unutmayın ki tüm bu düzende her şey sanatçı üzerine kuruluyor. Sanatçı olmadığı zaman onun üzerinden para kazanacak menajer, plak şirketi, karaborsa plakçısı, mekan sahibi de olmayacağı için tüm güç sanatçının elinde. Bu ciddi bir tehlike arz ediyor, aç gözlüler için.

Öte yandan, herkesin sanatçı olabilme ihtimali, sanatın kendisi için de bir tehlike arz ediyor. Herkesin sanat yapmak için gerekli meziyete sahip olmaması, vasatlığın sanatı ele geçirmesi gibi hayli sakıncalı bir ihtimali de beraberinde getiriyor. Bu tehlikenin boyutunu idrak etmek için şu düşünceyi akıldan çıkarmamak elzem: İnsan, genele vurulduğunda ortalamalaşan bir doğaya sahip. Yani, tanım gereği, bir kişinin sanatının "değer" sahibi olması için, genelden daha iyisini yapma zorunluluğu şart. Öte yandan, insan vasata aşina olduğu için, ortaya çıkan vasat ürünlere yönelimi daha fazla. İşte bu sebeple üç-dört saatte bitirilecek kitaplar basılıyor, Twilight en fazla izlenen film oluyor, Justin Bieber bu kadar fazla kişi tarafından dinleniyor. Bu durumda, hali hazırda mevcut olan bu vasatlık denizini aşmak için, ortalama üstü bir sanat değeri ortaya koyan sanatçının sadece yapmakta iyi olduğu şeye devam etmesi yeterli değil, aynı zamanda yaptığının sivrilmesi ve deniz seviyesinden yükselmek için olması gerekenden fazla çaba harcaması gerekiyor. Bu kolay bir şey değil.

İşte tüm bu şartlar göz önüne alındığında, emeğinin karşılığını hak edenler, bizzat sivrilmek için çabalayan bu insanlar oluyor. Bunun için tek geçerli yol filtrelerimizi sıklaştırmaktan, beğenilerimizi rafine bir hale getirmekten ve değerleri iyi tartarak, hak edene, hak ettiğini vermekten geçiyor. Para içinde ve vasatlık denizinde yüzenlere değil. İlgi çekici, parlak fetişlere değil. Gerekirse çizik bir CD'ye kaydedilmiş albüme, gerekirse fotokopiyle çoğaltılmış bir fanzine.

Sevgili Tilki,
O çizik CD'lerdeki,o kötü kayıt mp3'lerdeki müziklerle, o fotokopiyle çoğaltılmış faniznlerdeki, o ufak blog'lardaki yazılarla, o webcam'le kaydedilmiş videolarla, o çek-at makinelerle çekilmiş resimlerle eğer icap ederse, dünyanı başına yıkacağız. Adım adım, nota nota, kelime kelime, kare kare yok edeceğiz bu kurduğun düzeni. Bize satmaya çalıştığın o nadir plakları kıçına sokacağız, basımı tükenmiş kitabın o küflü sayfalarını ateşe verip içinde seni yakacağız, dijital store'larını devre dışı bırakacak, dükkanlarını yağmalayacak, ödül törenlerini bombalayacak, galerilerinin duvarlarına işeyeceğiz. Sen gagamızdan düşen peyniri yerken, biz de senin gözünüzü oyacağız. Endüstrin öldü. Onu öldürdük. Sadece, şimdilik, bunu bilmiyorsun.

Tüm kargalar adına,

8 mırıltı.:

Anonymous said...

ya oldukça romantik ve komik buluyorum bu yazını, swayzak ve benzeri sanatçılar pek para içinde yüzen cinsten değil, sikik logic'i de crackleyerek adam gibi sound alamazsın, sound istiyosan biraz para bayılman gerekir,
yazmak için blogspot'a üye olman ve bilgisayar sahibi olman yeterli belki, ama beleş olmasına rağmen blogspot gibi yerlerin de arkasında büyük bi ekip var, ve onların da bi döner sermaye ihtiyacı var.

dünyada sadece performans ve kıyafetin önemli olmasının, müziğin yarrak gibi olmasının sebebi yine bu, müziğin tek başına para etmemesi, swayzak son derece haklı, bunu diyen bi U2 veya Foo Fighters olsa ayrı olurdu o zaman cidden aç gözlülük. U2 ile Swayzak aynı şey mi?
gereksiz gaza gelmişsin, endüstrinin cheesy yanının ölmesi gerek katılıyorum, ama asıl ayakta kalan yine o kurnazlar, onlar bi yolunu bulup yine ayakta kalıyo, çünkü onlar için önemli olan hiç bi zaman müzik olmadı, ölen ise 5 dolara bandcamp'ten müziğini satmaya çalışan alternatif müzisyenler, internette soundcloudla birlikte cırtlayan bi milyon insandan bi farkları kalmadı bile, çünkü yazdığın gibi herkes sanatçı oldu, senin zevkin ne kadar rafine olursa olsun, o kadar bokun içinden iyiyi bulmak kolay değil pek çoğu da bokun içinde boğuluyor zaten, etrafta o kadar çok müzik var ki duymak dahi istemiyosun, plak şirketleri artık sadece satar dedikleri parçaları kabul ediyolar, müziğin iyi olmasından kaynaklı değil, satıcak olmasından.
Internetin kendi ekosistemi beleş olmalıydı, zaten internete ve bilgisayara bi ton para veriyoruz, üzerine youtube'a da software'lara da bi ton para vermemiz için yemek yemeyi falan bırakmamız gerekirdi, ama tüm bu ana endüstrinin yaratıcı alternatif kolları ölmek üzere, bu tavır yüzünden 5 dolarlık basit ama kullanışlı bi application yazan adam, parası ancak yettiği için 1000 adet limited plak basan müzisyen, tek baskılık kitap basan ve spesifik bi kitleye hitap eden yazar veya çok ağır filmler çeken ve yine kücük bi kitleye hitap edebilecek filmci, asıl zararı bunlar görüyor. aradaki FARKı anlasanız iyi olur, ayrıca kimsenin giglerden parayı falan kırdığı da yok alsa alsa 600 pound alıyodur gig başına ki bu da pek para sayılmaz.

güzel bi kitap zaten satmaz, ve o kitabı okuyacak adam da zaten internet solucanıdır, pdf'sini bulur okur, zaten o adamın o kitaptan haberinin olması bile bi mucizedir, o kitap o sebepten hiç satmaz, iyi müzikte de bu böyle, iyi müziği dinleyen adamın bi yerden indirmek yerine alması gerekir, çünkü kitlesi o'dur ve zaten etse etse 1000 kişiye hitap ediyodur. çünkü o 1 ayda yapılmıyo, 2 senede yapılıyo ve bi ton ekipman parası ıvır zıvır para harcanıyo, kimse aç gözlülüğünden demiyo yani bunu, bi insanın fulltime müzisyen, fulltime sanatçı olmak istemesi zaten neden aç gözlülük olsun, bunu niye kimse anlamıyo? Nedense muhabbet sopalara pipalara geliyo ki hiç alakası yok.


piyasanın içindeki kurnazlıklara kıl olmanı çok iyi anlıyorum, green cover'ın fetiş nesnesine dönüşmesinin anlamsızlığını tüm bunların birer düzen oyunu olduğunu falan. ama iş alternatif sahnelere gelince orada durman gerekir. o insanlar gerçekten para içinde falan yüzmüyolar.

dream endless. said...

Logic'ten veya Ableton'dan aldığın sound'un ses kalitesi önem arz etmiyor. Önemli olan, eskiden minimum 1000 dolarlık setle oluşturabileceğin pedal setini şimdi kör topal bir programla simüle edebiliyor olman. Burada müziğin teknik kalitesini tartışmıyoruz, ki hiç bir zaman tartışmam. Hala hücum kayıtla yapılmış demoları yüz bin dolar harcanarak yapılan çoğu kayıttan daha fazla dinliyorum, seviyorum.

Blogspot'un benim yazımı host etmesi için ciddi bir işletme geliri olduğuna katılıyorum. Ama ben de blogspot'a içerik kazandırmış oluyorum ki, blogspot bu harcama kalemlerini kompanse ettiği gibi, üstüne Google'la anlaşma yapabilecek kadar büyüyor.

Burada yaptığım işi Swayzak'in müziğine harcadığı eforla mukayese ederek ukalalık ettiğimi düşünme, sadece izah için kullandığım bir misal olarak idrak et lütfen. Şimdi ben blogspot'ta yazı yazmak için emek harcıyorum, sen geliyorsun bu yazıyı okuyorsun komik buluyorsun ya da kendine kılavuz belliyorsun. Bu noktada ne sen para veriyorsun, ne ben para alıyorum. Para bu durumda sadece blogspot'la direkt ilintili insanlarını cebine giriyor. Bu durumda ben niye mağdur olmuyorum? Bırak para içinde yüzmeyi, işte dediğim gibi, benim şu yazıyı kaleme alırken harcadığım yarım paket Camel'ın parasını, bu yazıyı okuyup beğenen adam kompanse edecek mi?

Ben şahsi duruşumu söyleyeyim. Devamlı edebi eser üreten bir yazar olsam, ya da müzisyen olup sürekli eser yaratsam, tek isteğim ihtiyaçlarımı karşılayıp edebi eser/müzik üretmeye devam etmek olurdu. Burada insan ihtiyaçlarının sınırsız olduğuna, ihtiyaçlar piramidine girmenin lüzumu yok; temel ihtiyaçlardan söz ediyorum. Çünkü benim bir yazı yazmamdan, insanların bu yazıyı okuyup bundan etkilenmesinden daha keyif verici bir şey yok, o yüzden keşke sadece yazı yazabileceğim bir ekonomik düzene sahip olsam. Ulus Baker bile başaramamışken bunu bu ülkede, ben nasıl başarayım? Simon Reynolds ne kadar başarıyor?

Benim Swayzak'a çemkirdiğim tek husus bu. Beni tek rahatsız eden nokta "Madem öyle niye müzik yapayım?" diye bir cümle kurması. Ben niye yazı yazayım? Beriki niye fotoğraf çeksin? Öbürsü niye bağımsız film yapsın? Reklamcılar tarafından keşfedelim, birimiz metin yazarı, birimiz art director, birimiz yönetmen olalım diye mi? Çünkü eldeki tek yeteneklerimiz bu diye, yeteneğimizi başka bir mecrada kullanamıyoruz diye biz de paraya çeviremiyoruz. Müzisyen en azından gig başına 600 pound kazanıyor, yazarı, fotoğrafçısı, amatör filmcisi onu da kazanamıyor? Daha da vahimi; çaldıkları mekanda açtırdıkları bir şişe osuruk vodka için mekan 100 pound talep ediyorsa müşteriden, o zaman aldıkları 600 pound için isyan etsinler, dinleyicileri neden müziklerini almıyor diye değil. Müzisyenleri diğerlerinden yukarıda görmek ve talebi salt müzik üzerinden yapmak tamamen bencillik. Diğer senaryoda, yazı başına, fotoğraf başına, video başına, meme başına talep edilecek ücretle evet yemek yiyemez olurdun. Dediğime geliyoruz: kimse emeğinin karşılığını alamıyorken, başkasının emeği için hassasiyet göstermelerini nasıl bekleyebilirsin?

dream endless. said...

Burada dile getirmiştim: http://limbo-pillow.blogspot.com/2010/01/important-notice-fuck-you.html

Ben müzisyene para verilmesin tamamen beleş olsun demiyorum. Beğendiğim bir albüm olursa verebildiğim kadar parayı vermeye çalışıyorum. Ama bu ücreti ne iTunes'un ne plak şirketinin ne de sanatçının belirlemesini de kabul etmiyorum. Sanat eserinin değeri arz-talep eğrisiyle çözümlenebilecek moneter bir paradigmayla belirlenemez. Vicdanla ilgili bir kavram olmasından ötürü, değeri de vicdanla orantılı olmalıdır.

Yine o yazının comment'lerinde değindiğim gibi: Benim için tek çözüm "sokak çalgıcılığı" modelidir. Ben herkesin kendi müziğini yapabileceği ve bunu özgürce yayabileceği bir mecra hayal ediyorum ve dinleyicinin de bu mecrada karşılaştığı iyi müzisyene, iyi müziğe, yol kenarındaki şarkıcının keman kutusuna attığı ister 50 kuruş ister 50 lira, vicdanı ve cüzdanı ne kadarına izin veriyorsa o kadarını vermesini en doğru yöntem olarak algılıyorum. Bu durumda vasatlığın da, bahsettiğin bandcamp örneğindeki gibi, müzisyen enflasyonunun da son bulacağına, insanların Skrillex kopyası brostep yapmak yerine eforlarını (eğer para kazanmak istiyorlarsa) daha iyi işler yapmak için harcamalarına sebep olacağı kanaatini taşıyorum.

Romantizm konusundaki yorumunu övgü addediyorum. Umarım realist günlerim olmaz da burada insanlara "Blog'a günde 500 kişi giriyor, biriniz de bu adamın yazmak için harcadığı Capri Sun'ın, sigaranın parasını vereyim demiyorsunuz, niye yazı yazayım ki şimdi" diye çemkirerek kendimi küçük düşürmem.

Anonymous said...

sadece hücum kayıt dinlemiyorum, daha da çok sevmiyorum, yerleri ayrı sadece. ses kalitesi(aradığın mediuma göre) bence cok önemli ve onu istiyosan yine o 1000 doları (eğer kıyası buysa) veriyosun. ama bu farklı bi mesele.

blogspot'a gelince böyle olması gerekiyordu, sana buyur kardeşim yaz ben karşılığında bişey beklemiyorum demelerini bekleyemezdin, demek istediğim buydu. burada yazını paylaşıyosan sen de bu ekosisteme uyuyosun demektir, tabii ki para talep edemezsin. ne youtube'a koyduğun filmden ne blogspot'a koyduğun yazıdan ne deviantart'a veya herhangi bi yere koyduğun fotoğraftan, herhangi birşeyden.

ama adam ÜRÜN'ünü dükkana koymuş ve herkesin bi şekilde dinlediğini biliyo, sen indirip dinliyosun, ama satın almıyosun. adam diyo ki bak kardeşim bu 5 dolar, ver dinle vermiyosan da dinleme diyo, sen de diyosun ki hayır ben bunu çalıcam. adam da diyo ki bak kardeşim bu benim emeğim, 5 dolar veriyosan dinle. sen yine de indiriyosun. bence kıl oldukları şey bu. bi yerde tartışılır. o kadar gig'i doldurmalarını neye borçlular, bu korsan dinlemelere mi yoksa satın alınan müziğe mi, son 20 senedir korsan dinlemelere. ama suç bunu LÜKS kılan SİSTEMdeyken insanların hakkını arayan bi sanatçıya kızması bence yanlış.
o adamın o müziğe 5 dolar vermeyi istemeyen bi kitleden rahatsız olması oldukça normal. niye müzik yapayım demesi de normal, çünkü o müziği beleş dağıtmıyor, plak şirketlerine gidiyor bastırıyor. niye yapsın adam, kimse harcadığı bunca emeğe saygı duymazken? cok unlu bi deney vardı yanlış hatırlamıyosam new york metrosunda unlu bi keman virtuozunun çaldığı, işte müziğin ve genel olarak sanatın özeti o deneyde yatıyor. Bazı şeylerin ürünleşmesi gerekiyor ki kitlelere ulaşsın ve sivrilsin, yoksa etrafta çokçokçok müzik, yazı, sanat ıvır zıvır var. adeta çöplük. ve bu ürünleşen şeylerin niteliği ne kadar sattığıyla ilgili, satmayınca sikrilleks oluyor, çünkü o mutlaka satıyor. beleş korsan kasetlere, hücum kayıtlara karşı değilim onlar da öyle güzel, ama parayla albümler de alınmalı ve alınmaya da devam edilmeli. zaten bunun cover'ından ıvırına zıvırına kadar herkese ufak bi ekmek kapısı, dealer ve record company share'inin büyük olması ayrı bi konu yine, bu konuya dahil değil, ben de karşıyım o kadar büyük paralar kazanmalarına. beni gerçekten rahatsız eden tek şey bunun müziği aslında öldürdüğünün farkında olunmaması, ya bişey olmaz kafasıyla devam edilmesi, zaten acayip para kazanıyolar aaabi edebiyatı yapılması, hayır, bu herkes için geçerli değil.

burial diye bi ornek var, sadece müzik satan bi adam, gig yapmıyor, ben bu hareketin buyuk hastasıyım, adamı fetişleştirdiğimden değil , gig yapmak zorunda olmayıp müziği ön plana cıkarmasından ötürü.

o çemkiren müzisyenlerin yüzde doksanı, sadece ihtiyaçlarını karşılayıp müzik yapmaya devam edebilmek için çemkiriyolar, ya da artık devam edemeyecek durumlara geldikleri için.

birilerinin para kazanabilmek için reklamcılar tarafından keşfedilmesinin gerekliliği tam da bu sebepten, yani içten gelen müziğin veya sanatın veya fotoğrafın veya filmin, resmin, sizlerin gözünde para etmemesi yüzünden.

''Vicdanla ilgili bir kavram olmasından ötürü, değeri de vicdanla orantılı olmalıdır''
o işi sen insanların vicdanına pek bırakmayacaksın, bırakınca biraz patlıyo çünkü.

Anonymous said...

müzisyenlerin giglerden para kazanabilmesi tabii ki onları ve isimlerini satabilecek, paraya dönüştürebilecek sermayeler sayesinde, yani müziğin yine sıçtığı nokta buna muhtaç kalmak, performansı ve kıyafeti öne çıkarıyo çünkü, benzer bi sistemi olan her alan o parayı kazanabilir, kazanmakta.müziğin performans sanatı olduğunu düşünmüyorum, yani bununla kısıtlı olduğunu düşünmüyorum, öyle formları daha yaygın ama öyle olmayan formlarının da ayakta kalabilmesini istiyorum.
ulus baker'in başaramaması zaten kendi duruşu ve isteğiydi.
''iyi müziğe, yol kenarındaki şarkıcının keman kutusuna attığı ister 50 kuruş ister 50 lira''
işte bu iyi müziği değil sadece popüler müziği ölçebilecek bi kavram ve bu sebepten karşıyım.

iyi müziğe gelen insanlar daha çok müzik tüketen insanlardır ve daha az para verirler (genelde ellerinden geldiğince hiç vermezler)
çünkü... -ehem- daha çok tüketirler.

ortada inanılmaz bi rekabet varken adamların 600 pounda zıpladıklarını düşünüyorum. ne de olsa onlar olmasa 600 pounda o mekanı doldurucak bi başkaları bulunur, sonuçta yine onlar aç kalır. topluca bi hareket olmadığı sürece işleyecek bi yöntem değil, ve topluca bi hareket, bu konuda, daha hiç görmedim ve olacağına dair bi umudum da yok.

yapanlar yine yapıyor ve yapmaya devam de edecekler, ama o eski warm sound nerde abi'yi, ne zamandır adam gibi müzik dinlememişim abi'yi daha çok duyucaz. zor olucak güzeli bulması. bunun iyi yanları var tabi, ama oralara değinmiyorum.

korsan müziğe karşı değilim, iyi reklamdır güzel reklamdır ama 3-5 liraya plak-cd alabileceğin günleri görmeyi daha cok isterim.

Anonymous said...

neyse, ben seni bayaa anladım, umarım sen de bu bakış açısını anlamışsındır, bazı yönlerine katılmasam da iyi bi yazı yine de, tebrikler, sevgiler.

dream endless. said...

Söylediklerinde katıldığım, hak verdiğim pek çok nokta var zaten. Hali hazırda kendimi layıkıyla anlatamamış olmalıyım, çünkü "ama bir de şu var" diye savunduğun fikirlerin çoğunu zaten ben de kabul ediyorum.

Ama işte tekrar etmem gerekecek bir noktayı ki ben tamamen ona odaklanmış vaziyetteyim: Müzisyen emeğinin karşılığını alsın, daha fazla müzik yapsın, diğerlerinden daha "sivri" olduğu için diğerlerinden de daha iyi bir hayat yaşasın eğer istiyorsa. Ama yazan adam da emeğinin karşılığını alsın, çeken adam da alsın. Olay sadece "müzisyenin emeği" ile sınırlı kalmasın.

Diyorsun ki, sen buraya kendi isteğinle bedavaya koyuyorsun adam gelip okuyor. Ama müzisyen oraya koymuş, para talep etmiş, sen o parayı ödemem diyorsun çalıyorsun. E daha kötü değil mi? Müzik bir storage media'ya indirgenip bu media üzerinden yıldızı, performansı, imajı, akımı belirleniyorken, yasa yaptıracak kadar kuvvetli devasa bir yapıya kavuşmuşken yazarın, fotoğrafçının ezelden beri "ya yayın evinin vicdanı, ya çulsuzluk" ikileminde kalması daha acı değil mi? Ben buraya beleş yazı koyuyorum, Swayzak 5 dolara şarkı koyuyor. Aramızdaki fark tercih değil ki, düzenin bizi bu şekilde algılaması ve ancak bu kadar hareket alanı tanıması tamamen. Ulus Abi de en azından sigara parasını çıkarmak isterdi yazısıyla belki? Fotoğrafçı illa Mehmet Turgut, yazar illa Pucca mı olsun?

Ben bu yazıyı yazıp okuyan adam başına 1 lira kazanabilecek olsam, taksi şöförü 15 saat direksiyon sallayıp günün sonunda 50 lira yerine 250 lira kazanabilecek olsa, para müziğin orospusu olsun derim. Ama koskoca dünyada emek savunuculuğu sıfır. Buna karşı hassasiyet sıfır. Millet anne babasının emekli maaşıyla 36 ay taksit yaptıracağı, Çindeki 15 yaşında çocuğun günde 1 dolara çalışıp ürettiği iPhone'un yeni modelinde osuruk sesi çıkarabilecek olmasına taksın, kimsenin emeği umrunda olmasın, ama iş müzik korsanlığına gelince auuv, aynı adam en azılı emek savunucusu haline gelsin. Ben bu tek taraflı savunuya, simülasyon hassasiyete karşıyım.

Bunların düzeni de, endüstrisi de yıkılır. 30 sene önce belki bir tek Queen vardı ama şimdi 100 tane free dağıtım yapan şarkıcı, Queen'in etkilediği kadar etkileyebiliyor seni. Broker'a, plak şirketi patronuna ihtiyaç duymuyor. Tak koyuyor linkini, çekip alıyorsun. Gidip dergi sayfalarına çıkmak, radyoda dinlenmek için kendini yırtması gerekmiyor; kendi halinde bir blogger'a mail atıyor, adamı dinlediği hoşuna giderse pat koyuyor o link'i, insanlar dinliyor. Bugün mesela bir Òlafur Arnalds o download linkleri olmasaydı, o blogger'lar olmasaydı ne yapıyor olacaktı? Düşünsene bir. Onların Lana Del Rey'i varsa bizim Òlafur Arnalds'ımız var işte. Böyle yavaş yavaş, adım adım, nota nota yıkılmaları için yüz tane daha Òlafur, bin tane daha blogger, on bin tane daha download linki yeter de artar bile. O yüzden benimkisi ütopik romantizm değil.

Yorumların için ben tebrik ve teşekkür ederim. İletişimde olmayı, münazara etmeyi de arzu ederim ayrıca.

Tesir said...

Emancipator, Sage Francis, Scroobius Pip...