20110613

A Storm Of Light - As The Valley Of Death Becomes Us, Our Silver Memories Fade


Toplam yaşadığım yıl sayısını, kemiklerimi kaç defa kırdığıma oranlarsam yaklaşık dört yılda bir, bir taraflarımı kırdığım gibi bir sonuç ortaya çıkıyor. Böylesi bir oranın beraberinde bir alışkanlığı getirdiğini düşünüyorum hiç bir zaman kemiklerimin kırılmasıyla ilgili bir korku yaşamadım, hatta zaman zaman hayıflandığım "şu uyluk çok aylak kaldı, bir kırılaydı iyiydi" diye düşündüğüm de vakidir. Esas korkum, kemiklerin kırılması ya da alçıyla dolaşmaktan çok, alçının çıkarılma anıyla ilgili. Hijyenik şarküterilerde pastırmaları şeffaflaşacak kadar ince dilimleyen makinelerin biraz daha insani boyutlarda olanlarıyla yapılan alçı kesme işlemlerinin hepsinde acaba kemiklerim de kesilir mi korkusu bütün vücudumu, beynimi ele geçirir. Bu benliğe hakim olan müthiş korkunun uyuşturucu, uzaklaştırıcı bir etkisi olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Yani bir noktadan sonra o korkuyu, o tahammül edilemez endişeyi yaşamak, tüm hücrelerinle tüm sinir uçlarınla sadece ama sadece "kemiğim kesilecek mi" korksuna yenik düşmek kendimle yüzleşmemin belki en yalın, en direkt haliydi ve bunun gerçekten ulvi bir tecrübe olduğuna inanıyorum.


Bu korkuyu defaatle yaşamış olsam da, bir insanın kemiklerinin kesilmesine sadece bir defa şahit oldum. Gerçek bir cehennem hali, insanın beyin kıvrımlarını bir çocuğun attığı düğümü açabilecek kadar rahatça çözebilecek bir manzara içinde, onlarca insan bir bacağın üstüne düşmüş koca bir beton yığınını devasa boyutlardaki bir aletle kesmeye çalışırken, sadece tek bir insan, üstünde kesilmeye direnen bir beton yığınının olduğu bacağın hemen yanında, elinde masum gibi gözüken ufacık bir aletle doğru zamanı bekliyordu. Hantal büyük alet görevini yerine getirmekte gecikince, görev ince işleri halletmek için dizayn edilmiş o ufak alete düştü ve o aleti tutan usta, titrememesi gereken, korkmaması gereken ellere. Bir kaç iğne, biraz oksijenli su, bütün vücudunu kurtarmış ama tek bacağını feda etmek zorunda kalan adamın yenik gözlerinin bir kaç yüz defa açılıp kapanması ve sonra mutlak bir sessizlik. Tüm cehennemin tek bir yerden emir almışçasına bir anda -ama bir anda, hep birlikte- susması ve sonra o sessizliği ivmelenen bir gürültüyle biçmeye başlayan çok, çok ince bir ses. Fiziksel acının ete kemiğe, ses dalgasına bürünmesi ve sadece bir kişiye sirayet eden o acının tek bir insana sığmayıp etraftaki onlarca kişiye kendini paylaştırması. Gerçekten hissedilebilecek, dokunulabilecek, duyulabilecek bir şeydi acı ve bir kemiğin milim milim parçalanmasının aslında nasıl bir şey olduğuna şahit olmak. Bilmek başlı başına zordu ama şahitlik dayanılmaz, katlanılamaz bir şeydi, her seferinde bir şekilde yolunu bulup kendini hatırlatmayı başaracak, şarjlı diş fırçasıyla ya da saç kesme makinesiyle ruhuna tekrar sirayet edebilecek bir şey.

Bize yardımcı olmaları beklenen küçük uysal makineler değil, başka şeyler de bir kemiğin nasıl kesildiğini hatırlatacaktı bana sonradan sonraya. Yokuş çıkmakta zorlanan bir kamyon, uzun zamandır yağ görmemiş bir yürüyen merdiven ya da müzik. Neurosis'in Times Of Grace'ini ilk dinlediğim vakit, şeffaf cd-çalar kapağının altından görünen, dönerken hipnotik bir görüntü oluşturan cd'nin aslında kemik kesmek için vızıldayarak dönen o yuvarlak bıçaktan bir farkı olmadığını hissetmiştim. Distortion efektli gümbürdeyen bass'lar hilti darbelerine direnen beton bloklar, gitarın tiz tonları kemiği ikiye ayırmaya hazırlanırken havayı kesen o ince bıçak, Scott Kelly'nin sesi de bacağını kaybeden adamın umutsuz çığlığıydı. Times Of Grace'in ve Neurosis'in şahsım adına ihtiva ettiği anlamın öncül sebebi hiç şüphesiz ki bu tecrübedir.

Neurosis'le aynı paragraf içinde kullanabileceğimiz, kemiği kesecek kadar kuvvetli ama bir o kadar da nezaket dolu bıçağı bileyenlerden biri olan Josh Graham'ın grubu A Storm Of Light, evvelce çıkardığı iki albümle beni etkilemeyi başarabilmiş değildi. Bunun en temel nedeni grubun kendi kimliğini aramasından ya da bulsa da öne çıkarmasından çekinmiş olması ve Neurosis'in adım izlerinin dışına neredeyse hiç çıkmamış olmasıydı. Bu bağlamda A Storm Of Light'ın kemiği kesecek bir aletten çok, kemiğin kesilme korkusunu sanal bir şekilde yaratmaktan öteye gidemeyecek ve ancak alçı kesebilecek bir grup olduğunu söyleyebilirim.

Yeni albüm As The Valley Of Death Becomes Us, Our Silver Memories Fade ise daha fazlasını isteyen ve kana, ete, kemiğe doymayan bir bıçak. Tıpkı Times Of Grace gibi, bass'ları hantal ve ağır, gitarlar tonlarıyla riffleriyle ve sololarıyla kıl kadar ince ve keskin, Josh'un vokalleri de Scott Kelly'nin acısına şahit olmuş kadar gerçek. Sadece Neurosis'in değil, Jarboe'nun da, Amber Asylum'un da bilediği bir albüm bu. Tüm bu referanslarıyla yüzlerce insanın başını gövdeden ayırmış, onlarca kemiği parçalamış kadim bir kılıcın yarattığı huşu hissini vaad ediyor.

Yarısını devirdiğimiz bu yılda ardı ardına çıkan post-metal paletli albümlerin çok daha güçlendiğini, janra yeni renkler kattığını söyleyebilirim. Bir diğer ortak nokta, bu albümlerin karanlık ve kasvetli doom-metal tonlarına, heavy metal ve hatta yer yer blues'a kayacak incelikteki soloların eşlik etmiş olması. Bu bağlamda, bu sayfada yerini sırayla almış üç albümün -Long Distance Calling ve The Electric Hand- birbirinden bağımsız bir bütünlük oluşturduğunu ve bu bütünlüğün müzikal açıdan bir vaha olduğunu söyleyebilirim. Zamanınızı ayırabileceğiniz bir gün, bu üç albümü sırasıyla dinlemenizi şiddetle tavsiye ederken, bıçaklarla, derilerle, kemiklerle ve etlerle ilintili cümlelerimi uzunca bir süreliğine gizli çekmeceme kaldırıyorum.


Sanatçı: A Storm Of Light
Albüm: As The Valley Of Death Becomes Us, Our Silver Memories Fade

Şarkı listesi:
1- Missing
2- Collapse
3- Black Wolves
4- Destroyer
5- Wretched Valley
6- Silver
7- Leave No Wounds
8- Death's Head
9- Wasteland

DOWNLOAD.

1 mırıltı.:

Anonymous said...

hadi limbo!