20100312

Müziği Yazmak.















"Yazmak" kavramıyla, daha doğrusu bu kavramı algılayışımızla ilgili bir problemim var. Bunun bir meziyet, olumlu anlamda bir kopukluk olarak idrak edilmesini doğru bulmadığımı anlatmaya çalıştım bir önceki yazımda. Elbette burada "yazarlık" kavramına yönelik bir eleştirim yok, daha çok meseleyi sadece tuşa basma ya da kağıt üzerinde kalem oynatmaya şartlayan algıyla çatışıyorum. Mesele aslında daha efsunlu ve ulvi bir vetire. Meziyet olarak görülmesi gerekenin, düşünce yapısı olduğu kanaatindeyim. Yani herhangi bir konu üzerine dişe dokunur bir fikir yaratabilme yahut yoktan bir konu yaratıp onunla ruha temas edebilme yetisi esas olan. Ne yazık ki artık şeyleri "olduğu hali" ile değil, "göründüğü hali" ile değerlendiğimiz için, yazının görünüşü yani yazının varlığı, düşünce yapısından bağımsız bir meziyet haline bürünüyor. Bu sebeple de yazma halini, düşünme halinden daha çok ciddiye alıyoruz; yazı oranı yükselirken düşünce seviyesi azalıyor.

Bu genel kavramdan daha dar kapsamlı ve ilgimi daha fazla çeken bir başka hususa, "müzik üzerine yazma" meselesine geçebilirim. İlk önce net bir biçimde şunu söylemek istiyorum ki eleştirmenlikten ikrah ediyorum. Kullandığımız anlamıyla, eleştirmenlik şu tip bir tanım aralığı içine giriyor: Başkasının o ya da bu şekilde ürettiği ve sonucu iyi ya da kötü olan bir şeyi, kendi beğeni normlarına göre değerlendiren, sonuç olarak da kendi filtresinden geçirdiği bu üretimi diğer herkesin normlarına etki edecek bir şekilde anlatan kişi. Burada sizce de bir problem yok mu? Yani herkesin farklı beğeni ve algısına göre bir değerlendirmeye gidip ardından da salt kendisine ait olan kriterlere uyuyor ya da uymuyor diye, tüm insanlara yönelik bir önerme ya da önermeme işi sorunlu değil mi?

Hayatını bu şekilde kazanan binlerce insan var. Bu adam müziği şu şekilde seviyor, kitabın böyle yazılmışından hoşlanıyor diye, müziğin ya da kitabın o kriterlere uyup uymamasına göre bir değerlendirmede bulunuyor ve tüm insanlar bu adamın beğenilerini esas alarak kendi seçimlerini yapıyor. Bu işin skor belirleme gibi artık iyice çığrından çıkmış boyutları dahi var ve kişinin beğenisini nominal bir değere dökmesiyle oluşan bu skor, insanlar için satın almak ve almamak arasındaki o kafa karışıklığını giderme işlevi görüyor. Bugün insanlar Metacritic puanlarını, Mtv chartlarını, Pitchfork derecelerini bir standart olarak kullanıyorlar. Beğeniyi rakamsal bir değere dökmenin anlamsızlığı bir tarafa, sanat endüstrisi tamamen bu beğeniler ekseninde şekilleniyor.

Henüz bir kaç gün evvel, altı bin insanın verdiği oylar ile 2010'un en iyi filmi, en iyi yönetmeni, en iyi kostümü, en iyi karpuzu "resmen" seçildi. Önemli dergilerin, gazetelerin eleştirmenleri edebiyat yahut müzik dünyasında peygamber muamelesi görüyor ve beğenilerini manipüle etmek için onlarca yöntem kullanılıyor. Patlamak ya da sönmek, tamamen bu insanların beğenilerine göre şekilleniyor. Bu insanları sokaktaki adamdan farklı kılan hiç bir şey yok. Yani o kitabı okuyan, o albümü dinleyen, o filmi izleyen yanisinin yanisi cebinden parası çıkan adamla, bir gazetede yazı yazan adamın beğenisi arasında bir uçurum yok. Eğer bir farktan bahsetmek gerekirse, bir tanesi tad alma organını daha keskin bir biçimde kullanmaya şartlandırıyor kendini; yemeği çiğnemekten çok tad almaya odaklanıyor ve bunun neticesinde tadı anlatmak istiyor. Ama bu tamamen bir seçim meselesi, insani bir meziyetten ziyade. Son kertede, sokaktaki Simitçi Kasım ile Metacritic skoru veren Jeffrey'nin arasındaki tek fark, Jeffrey'nin kendini beğeni standardı belirlemeye şartlandırması.

Bilhassa müzik endüstrisinin bu beğenileri istismar ettiğini düşünüyorum. Müzik dünyasının devamlı değişen trendlerinin arkasında da tamamen bu yatıyor. Bir sene boyunca tüm dünyanın nu-metal'le yatıp kalkmasının ardından ertesi sene tüm beğeniler indie çerçevesine ulaşıyorsa örneğin, bunun tek sebebi şu televizyon kanalında ya da bu radyo istasyonunda çalışan üç beş kişinin "Bu sene ağırlıklı olarak şunu izletelim/dinletelim" demesinden kaynaklanıyor. Bu adamların beğenilerinin neticesinde de insanlar kararlaştırılmış müzik türlerine yöneliyor. Daha önce de belirttiğim gibi, bu adamların beğeni standartlarının tanrı vergisi bir yönü yok. Buna rağmen karar makamı işlevi görmeleri son derece saçma ve rahatsız edici. En fazla da işin saflığına zarar veren bir durum bu. Ben buna kendimce "beğeni faşizmi" diyorum.

Benzer bir durumu blog'larda da yaşıyoruz. Bir kaç hafta evvel, Kuanta'nın SirensSound isimli -eminim hepinizin varlığından haberdar olduğu- blog'da yer almasının ardından, FriendFeed'de bu beğeni faşizmi üzerine dönen bir tartışma hasıl oldu. SirensSound, çokça kişi tarafından takip edilegelen bir blog ve takip edildiğin güçlü olduğunun bir göstergesiyse eğer, bu yönüyle güçlü olduğunu da söyleyebiliriz. En nihayetinde, kendi halinde müzik yapan ve kendi ülke sınırlarında bile kısıtlı bir dinleyiciyle buluşmuş bir grubun kaderi, SirensSound'da yer aldıktan sonra değişebiliyor. İnsanlar genellikle "bu beğenilmiş ve burada yer almışsa benim de dinlemem için bir nedenim var" diye düşünerek gruba kulak kabartmaya başlıyorlar. Temel paydada, bunun radyo istasyonunda ya da televizyonda yılın müzikal trendlerini seçen, top 100 hazırlayan yahut skor veren adamın yaptığından bir farkı yok.

Bir kaç defa daha söylemiş olduğum gibi, düşünce yapısına yönelik hiç bir şey barındırmayan fakat buna rağmen beğeni makamı haline gelen, link'lediğine itibar edilen bu müzik blog'larını ciddiye almıyor ve saygı beslemiyorum. Herhangi bir albümü, bir hosting servisine upload edip ardından link dağıtmak bana fazlasıyla anlamsız geliyor. Burada hiç kimseyi aşağılama ya da eleştirme niyeti taşımıyorum kesinlikle, yalnız bu link yapıştırmaktan ibaret müzikal beğeni gösterisine hiç bir şekilde anlam veremedim, geçen onca zamana rağmen.

Gel gör ki, işin farklı bir boyutu var. Yazabilmek veya yazamamak üzerine kaleme aldığım bir önceki metine, 13melek kendi sitesinde şöyle bir yanıt vermiş:

"Bu yazıyı fırsat bilip bir müzik post’u içerisinde kendi açımdan birtakım şeyleri açık etmek isterim. The Tingling Dongs’un yeni albümünün müzikalitesi benim derdim, hem de fazlasıyla derdim. Daha doğrusu müzikalitesi değil de The Tingling Dongs’un albümünü dinlerken düşündüklerim, anımsadıklarım, hissettiklerim, bir The Tingling Dongs şarkısı üzerinden anlamlandırdıklarım fazlasıyla derdim. Bu albüm olmasaydı, şu albüm kaydedilmeseydi savrulur giderdim, o albümler var diye hayatımı düzene benzer bir şeye oturtabiliyor, kafamın içinde uçuşanları bir dizgeye sokabiliyorum."

Aslında kendisi, müziğin esasını değerlendirmediğimiz fikrime muhalefet ederken beni doğruluyor. Çünkü bir grubun gitar tonundan, davul tuşesinden ya da vokalistin entonasyonundan değil, o müzikle kurduğu kişisel bağdan bahsediyor. Yani, gün içinde yaşadığı can sıkıcı bir olayın, kız arkadaşının öpücüğünün, kaybettiği en sevdiği kalemin özleminin yarattığı o kümülatif ruh halini anlatmak için bir albümü kullanıyor, içindeki o ruha bir kılıf bularak kelimeleştiriyor, şekil kazandırıyor kimliğine.

Belki sizler bunun farkında değilsiniz, belki ben bile değilim ama burada Isis'ten, The Black Heart Procession'dan, Subheim'dan, Exxasens'ten bahsetmiyorum ben de. Çok güzel bir aşktan, çok kuytu bir korkudan, çok hazin bir özlemden, tırmalayan bir kıskançlıktan, hayvani bir şehvetten, sinir bozucu bir havadan bahsetmek aslında yaptığım tek şey. Bu haliyle kendi adıma eleştiri yaptığımı ve beğenilerimi ortaya koyduğumu söyleyemem, daha ziyade o müzikle en yalın halimle kendimi bağdaştırıyor ve kendimi o müzik üzerinden anlatıyorum. 13melek, Deuss Ex Machina, Marxist Clubber, rahmetli Proodos gibi blog'larda da müzikten çok kişiyi okuyoruz aslında. Ortada bir melodi tantanasından çok kişisel bir durum var. Yanisi, filtreden geçen şeye değil filtreye odaklanmak daha cazip bir hal alıyor, olması gerekenin bu olduğunu düşünüyorum. Bu bağlamda mixtape yapan ve bunu paylaşan blog yazarları da (Sel gibi, Ychorus gibi, Amme-Hizmeti gibi) tamamen kendilerine münhasır bir şey yapıyorlar. Daha da önemlisi, o linklerin arkasında 0 ve 1'lerin değil bir düşüncenin, bir emeğin yatıyor olması.

Sözün özü; bir televizyon kanalındaki, bir radyo istasyonundaki, bir blog'daki üç beş kişinin beğenilerini deniz feneri olarak nitelendirerek, müziğin saflığına ve kişiselliğine zeval getirdiğimizi düşünüyorum. Bir kaç kişinin beğenisinin, genel geçer kanun haline gelmesini engelleyebilecek tek şey de kendi beğenilerimizi idrak etmeye çalışmak. Tabaktaki, bize önerilen yemeği bir an önce bitirmekten çok, yediğimizin tadını çıkarmaya çalışmamız halinde tad alma duyumuz daha da genişleyecek ve karakteristik bir hal kazanacaktır. Öyle ki, en sonunda ne istediğimizi ve ne tercih edeceğimizi biliyor ve bu tercihi sadece kendimiz yapıyor olacağız. Bu haliyle, sanatı endüstrileştiren "eleştirmen" kavramını tekrar tarihe gömmemiz ve sanatı olduğu gibi değerlendirmemiz mümkün.

Biliyorum ki bir çoğunuz da bu blog'u benim beğenilerim ile kendi beğenileriniz arasında kurduğunuz bağ sebebiyle takip ediyorsunuz. Bunu yapmanıza gerek yok, last.fm sizin için daha büyük bir kolaylık sunuyor. Beğenilerinizi rafine eden, benzer beğeni profilleri sunan ve bu şekilde size yeni önerilerde bulunan çok geniş bir sistem varken blog takip etme ya da forum kurcalama gibi nispeten daha meşaketli işlerle kendinizi meşgul etmeniz lüzumsuz. Şahsen ben müzikal içeriğe sahip blog'ları ihtiva ettiği müzikler için değil, yazarının müzik ile kurduğu kişisel bağların eşsizliği sebebiyle takip ediyorum ve bu şekilde dinlediğim müziğe çok daha farklı bir anlam yükleyebilmeye muvaffak oluyorum. Hepinize de bu gözlükleri tavsiye ederim, Avatar'dan daha eğlenceli ve daha göz kamaştırıcı olduğunun garantisini verebilirim.

9 mırıltı.:

Leif said...

Eleştirmenlik konusunda dediklerine harfiyen katılıyorum.. Tanımladığın duruma ek olarak da, şöyle bir durum var; eleştirmen diye tabir ettiğimiz; bir materyali alan, onu -bahsettiğin gibi- kendi kriterlerine göre değerlendiren, ve "iyi" veya "kötü" etiketini üstüne vuran kişiler, mevzubahis materyalin dinleyici/kullanıcı/okuyucu tarafından eleştirilmesine mahal vermiyorlar. Bu bağlamda, eserden alınacaklar, hissedilecekler tek bir kişi ile sınırlandırılmış oluyor. Bunun sonucunda da, mevzubahis materyal ile tek taraflı bir ilişkiye giren kişinin bağlantısı kesilmiş oluyor. İzlenilen, dinlenilen, okunan sadece gösteriş için, yahut zaman geçirmek için izlenmiş/dinlenmiş/okunmuş oluyor.

İkinci bir hususta, blogların "sadece link yapıştırmak mı?", "yazıp, düşündüklerini iliştirip, bunlarının yanında ekseriyetle önemsiz kalan link yapıştırmak mı?" ikilemi. O konuda da, blogların kıyas edilmesini yanlış buluyorum. Sonuçta, senin de yazıda belirttiğin gibi, yazmak ellerini klavye üzerinde gelişigüzel dans ettirmek değil. Bir maymunun klavyenin tuşlarına rastgele basarak Othello'yu, Macbeth'i, Faust'u yazma ihtimâli ile, herhangi başka birinin senin düşüncelerinin aynısını, hissettiklerinin birebirini; hissetse bile, düşünse bile üslûbunun seninkinin aynısı olarak yazması aynı ihtimal doğrusu üzerinde iki yakın nokta gibidir. O yüzden, senin ve senin gibilerinin yaptığı işin -eleştirme veyahut değerlendirmenin çok ötesinde, onlardan çok farklı- takdire şayan olduğunu belirtmek istiyorum.

Son olarak, bam teline dokunan, seni yazmaya iten materyallerin bitmemesini, bilhassa sıklıkla çıkmasını temenni ediyorum -ki biz de okuyabilelim. =)

dream endless. said...

Aslında, baştan karşı çıktığım bakış açısını öne sürüyorsun. Benim ya da 13melek'in ya da Deuss Ex Machina'nın ya da başka bir "müzik-yazı" ilişkisi kuran blog yazarının çok büyük bir meziyeti yok ki bu ilişkiyi kurmasına yol açacak şey ona özel olsun. Allah vergisi bir ödül değil bu, sadece yaklaşım meselesi.

Mukayese yok yani burada, yaklaşımlar arasında problem var. Ben eminim ki sadece 3 kelimeyle "ben bu albümü dinlerken kuşları düşündüm" yazmak bile çok önemli bir yaklaşım ve değerlendirdiğin şeye çok farklı bir anlam katan bir durum. Bunun için edebiyat parçalamak, söylenmesi çok zor şeyler söylemek, söylenmesi zor şekilde söylemek gerekmiyor. Beklentilerin bu olmaması lazım. Benimki değil mesela. Ki bu bağlamda örneğini verdiğim Amme-Hizmeti tam bir misaldir; bazen 3-4 kelimeyi geçmiyor söyledikleri ama önem arz ediyor işte. O linkin bir üstündeki yazıda insan elinden çıkma, ruhundan çıkma bir şey var.

Kimse benim gibi yazmasın zaten. Kendi yazımı standart haline getirecek kadar kendimi kaybetmedim. Ne yazıyorum ki ben, sığam ne kadar ki böyle bir mukayese noktası belirleyeyim. Düşünmeyin böyle şeyler.

Anonymous said...

o değil de, hani şu yazma işinin aslında kendini ifa, kendini ifade olduğundan dem vurmuşsun ya. şimdi benim aklıma da bu durumun bir nebze hafiflediği siberortamlardan biri olan forçan geldi. yani insanlar söyleyecekleri şeyi tamamen anonim olarak söyleyip sonra tekrar yerine oturup, etraftaki diğer anonimlerle, hani o içinde ergidiği anonimle beraber ortada dönen şeyin tadını çıkarmaya devam etmesi kendini ifadeden daha ziyade,, samimiyetle, safi, yazmak oluyor sanırım. sadece o ortada dönmekte olan konuya, üzerinde konuşulmakta olan mevzuya katkı katmak amacı güdüyor. gibi görünüyor.
bu söylediğim belki bir genelleme olmakla beraber; yani tamam belki anlattığım şeyin dışında kalan insanlar vardır orada ama yine de genel durumu anlattığına inanmak istiyorum.

ya ama o değil de, bana bütün bunları buraya yazmam için motive olan şey, bütün bu anlattıklarının üstüne bir de tutup oradaki bir "meme"yi yazının başında kullanmış olman. raslantıysa ne güzel raslantı. kasıtlıysa daha da âlâ tabi eheh.

air guitarist said...

ben Ychorus'ta albüm paylaşıyorum, senin "sadece upload yapıp link koyan" dediğin adamlardan biriyim.. aslında ilk yazılarımda bir şeyler karalıyordum, paylaştığım albümün bende meydana getirdiği bazı duygu ve düşüncelerden bahsediyordum.. fakat daha sonra bu bana son derece anlamsız gelmeye başladı.. çünkü, senin de dediğin gibi, hepimiz dinlediğimiz müzikle son derece kişisel, yani öznel bağlar kuruyoruz.. dinlediğimiz müziğin kendisinde, herkes için geçerli olan nesnel bir anlam yok, o anlamı ona biz atfediyoruz.. benim son derece ulvi bulduğum bir albüm, bir başkası için hiç bir şey ifade etmeyebiliyor.. ya da bir başkasının ballandıra ballandıra anlattığı bir albüm benim için son derece sıkıcı olabiliyor.. ya da, aynı şarkıyı diyelim 100 kişi hissiyatlı buluyor olabilir, fakat aslında şarkıyla kurulan 100 adet farklı bağ, onda hisli bulunan 100 adet farklı şey var.. dolayısıyla benim kurduğum bağın nasıl olduğunun da, diğer insanları hiç mi hiç ilgilendirmediğini düşünüyorum.. ve aynı şekilde başkalarının kurduğu bağ ya da bağlar da beni ilgilendirmiyor.. ki hepsinden de öte, müzikle kurduğumuz o ilişki çoğu zaman SÖZLERLE İFADE EDİLEMEYECEK KADAR ÖZEL bir ilişki olduğu için; kendimizi ne kadar zorlarsak zorlayalım, aslında o ilişkiyi asla dile getiremeyecek bir durumdayız zaten.. dolayısıyla, müzikle ilgili HERHANGİ BİR ŞEY konuşmanın ya da yazmanın benim için gerçekten anlamsız olmasının asıl nedeni de bu.. yani, anlamlı olan tek şeyin, müziği deneyimlediğin o anlar olması.. o yüzden, yaptığım tek şey de, (bence) hak ettiği değeri ve ilgiyi görememiş olan ve (bence) etkileyici olan müzikleri "upload edip linkini koyarak" bir şekilde tanıtmış olmak.. ki böylece o müzisyenin adı bir yerde daha görünmüş olsun, o albüm bir yerde daha bulunmuş olsun.. belki başka birilerinin de hoşuna gider ve onlar da o müzikle, kendilerine özel o mahrem bağı kurarlar..

dream endless. said...

Albüm upload ederek albüm yahut sanatçı tanıtırken de bir kişisel beğeni filtresi kullanıyoruz. Mesela diyoruz ki "bu etkileyici bir albüm" ve link koyuyoruz, aynı şekilde bir albümü de tatsız tuzsuz bulup hiç bir şekilde sözünü etmeyebiliyoruz. Bu da en baştan, okuyucunun ya da downloadçunun öznelliğine kişisel bir açı katıyor demektir.

Yani Ychorus'ta air guitarist'in yüklediği bir albümü çeken Ahmet zaten air guitarist'in özel duygularıyla, kurduğu bağ ile etkileşime girmiştir. Aynı şekilde o albümle ilgili hissiyatını, düşünceni okuyan adam da benzer bir biçimde müziği yazan adamın kişisel beğenilerinden etkileniyor. Ben arada hiç bir fark göremiyorum bu yüzden.

Elimizdeki tüm albümleri, beğeni kıstası olmadan upload eder ve bunu paylaşırsak bu sefer zaten kişisellik gibi bir durum ortadan kalkıyor, dinleyicinin o albümle kurduğu bağ da yüzde yüz kendine münhasır, el değmemiş oluyor. Nasıl slsk'ten çekiyorsa ya da sordomusic'ten çekiyorsa o durumu yaşayabilir. Lakin beğeni kıstasıyla albüm upload ediyorsak, ortaya "ben bunu beğendim" şiarıyla bir şey koyuyorsak, dinleyiciyle dinlenenin arasına girmemek söz konusu değil.

Böyle bir duruş sergiliyorsak, beğeniyi ortaya koyuyorsak, slsk'ten, salt bir download yazısından, http linkinden daha fazla bir şey vermeliyiz diye düşünüyorum. Bunu kişisel anlamda bir eleştiri olarak kabul etmemeli hiç kimse, böyle algılanmasını istemem. Ancak "bu kimseyi ilgilendirmez" yaklaşımını benimsersek ve bu ilginin oluşmaması gerekliliğiyle sadece link üretirsek, bir soulseek'ten bir google'dan yani bir programdan ne farkımız kalır? En nihayetinde "Bu adam acaba neyi beğenmiş" diye değil, "Bu adam neyi upload etmiş" diye bir merak oluşuyor. Zaten beğeniler üzerinde bir takip mekanizması gerekliyse, orada last.fm gibi sadece beğeniler üzerine bina edilmiş, üstelik bunu gerçek zamanlı, daha detaylı inceleyebileceğimiz bir mecra da mevcut.

Ben de müzik yazmanın beyhude bir çaba olduğunu düşünüyorum. Davullardan bass'lardan bahsetsen ne, bahsetmesen ne. Ama benim anlattığım anlamıyla müzik yazmıyor, müzikten çıkarak yazı yazıyor oluyoruz. Yani sadece söyleyeceğin söze, içindeki sese, kafanda dönüp dolaşan kelama bir kılıf hazırlıyorsun. Bu da zaten yazarlık kavramının ta kendisi, yani deneme yazan, roman yazan, öykü yazan, şiir yazan bir adamın yazdıkları ne kadar seni ilgilendiriyorsa, bu da o kadar ilgilendiriyor. Olsa olsa o anda müzikle ilgili bir bağ da kurabilirsin, bu tamamen opsiyonel bir durum, senin algına bağlı. Ben başından beri bu şiarla yazıyor olmama rağmen, bu bloga giren insanların ekseriyetinin sadece o linklerle ilgilendiğini biliyorum ama bu beni bağlamıyor. Hatta "acaba ne düşünmüş, aklından ne geçmiş" diye merak edenlerin, benim içimdekilerle ilgilenenlerin de durumu benim yazıyor olmamı bağlamıyor, umrumda değil kimin neyle ilgilendiği yahut neyi merak ettiği. Ben yazmak istediğim için, söyleyecek bir şeyim olduğu için, kafamda dönüp duranlar olduğu için yazıyorum; okuyan okuyor, onların tercihidir, kurdukları bağ benim için bir anlam ifade etmiyor, etmemeli de.

Bence de müzikle kurduğumuz ilişkileri tamamen söze dökmek imkansız. Herhangi bir şeyle kurduğumuz herhangi bir ilişkiyi de açıklamamız imkansız. Sevdiğinle, nefret ettiğinle, bir filmle, bir ayakkabıyla kurduğun ilişkiyi hiç bir zaman dile getiremezsin layikiyle, çünkü bu çok içsel, ruhsal bir durum. Ama dile getirmeye çalışmak, anlatmaya çalışmak bence başlı başına büyülü ve fena halde de büyüleyici bir çaba.

dream endless. said...

Bir bestekarın içindeki ne, müzikle ne tip bir anlatım yolu seçti de onu anlatmaya çalıştı bilmiyorsun. Ama dinlediğinden etkileniyor, büyüleniyorsun. Aynı şekilde bir yazarın romanında da içindekine tam anlamıyla vakıf değilsin ama anlattıklarıyla büyülenmen, etkilenmen, onun kurduğu ilişki kadar olmasa da kendine has mühim bir ilişki kurman mümkün.

Yani olay burada duyguya yönelik çabada bitiyor. Beğenileri 0 ve 1'lerden müteşekkil http kodları arasına sıkıştırarak tamamen kör ve sessiz olmak mı, yoksa beğenini anlatmak için çaba göstermek mi. Benim bakış açım bütünüyle bu. Bu çabayı fevkalade etkileyici bir çaba olarak değerlendiriyorum, bu yaklaşımı doğru buluyorum. Yazının altındaki "uploaded by" ibaresinin ardından gelmek bana fazla anonim geliyor, çünkü o ardıl isim herhangi bir isim olsa da hiç bir şey değişmezken, yazının kimliğinde çok şey değişebiliyor. Ancak bu şekilde dijital bir boyuttan insana dair bir şey yaratılabileceğini düşünüyorum, bir nefes ya da bir kalp atışı esas önemli olan bana kalırsa.

air guitarist said...

söylediklerine pek çok yerde katılıyorum, fakat hemfikir olmadığım noktalar da var..

ben hiç bir yorum yapmadan bir albümü paylaştığım zaman, o albümü denemesi muhtemel kişilerin benim kişisel beğenimden minimum oranda etkileneceğini düşünüyorum ve olmasını istediğim şey de bu.. çünkü o kişinin deneyiminin "kendine özgü" oluşuna zarar vermeyecek kadar küçük orandaki bir etki bu.. çünkü ben, örneğin "bu albümü dinlerken kuşları düşündüm" dersem, başka kişilerin de o albümü dinlerken kuşları düşünmeye başlaması tehlikesi ortaya çıkar.. "tehlike" diyorum, çünkü burada bence yapay bir durumun oluşturulması söz konusu.. o saf ve kendine özgü deneyimin doğallığı bir şekilde zarar görmüş oluyor.. yani, o albümü dinlerken normalde senin gerçekten samimi olarak kuşları düşüneceğin falan yoktu belki de, ama bir başkasından bunu duyduğun için öyle yapmaya başladın, ve bu sahte bir şey.. bunu ilk söyleyen kişi samimi olarak öyle düşünmüş ya da hissetmiş olabilir, ona bir diyeceğim yok, fakat bunu dile getirmesi başkalarında bu tür yapay sonuçlar doğurabilir -istemeden de olsa-.. o müzikle ilgili "benim ne düşündüğüm ya da hissettiğim başkalarını ilgilendirmez" ve "başkalarının ne düşündüğü ya da hissettiği de beni ilgilendirmez" derken kastettiğim de biraz bu aslında..

dolayısıyla, ben müziği yazısız olarak paylaştığım zaman; sadece basit bir aracı, nötr bir tanıtıcı konumunda bulunmuş oluyorum.. yani, "bu müzik okyanusunun içindeki sonsuz damla arasında böyle de farklı bir ses, gözden kaçmış bir damla var" demiş oluyorum.. bundan daha fazla bir şey yapmıyorum, herhangi bir yorum katmıyorum.. bundan sonrası tamamen diğer kişilere kalmış bir şey, artık bununla kendi tarzlarında yüzleşmeleri gerekiyor.. biraz sorumluluk sahibi ve biraz daha araştırmacı olmaları da gerekiyor sanıyorum, kendileri adına.. hani, gördükleri her albüme atlayıp download etmek yerine, önce myspace vs.'den bu adamlar neyin nesiymiş diye bir araştırıp, denemeye değer bulurlarsa öyle indirmeleri mesela.. tabi dediğim gibi, daha sonrası sadece onları ilgilendirir.. ve sonuç olarak beğenebilirler ya da nefret edebilirler, büyülenebilirler ya da büyülenmeyebilirler, şöyle büyülenebilirler ya da böyle büyülenebilirler, vs... kendilerine kalmış..

ayrıca; söylemek istediğin şeyleri müzik aracılığıyla yazman, yani kafanda dönüp duran düşünceleri yazıya dökmek için müziğin sadece bir vesile olması ise, "müziği yazmak"tan biraz farklı bir şey sanırım, senin de söylediğin gibi.. ve tabi ki, bu da sadece bir tercih meselesi; yani, düşünceleri ifade etmek için seçilebilecek pek çok yoldan sadece birisi.. ki, o da ayrı bir konu..

dream endless. said...

Tabii ki iki durum da kişisel bir tercih. Zaten ben kesinlikle bu söylediklerimi yazarken "Çocuklar çok yanlış yapıyor, aslında olması gereken bu, doğrusu bu. Hemen değiştirsinler tutumlarını." gibi bir eda kullanmıyorum. Böyle bir ukalalık yapmak değil amacım. Sadece bakış açımı ortaya koymaya çalışıyorum, biraz köşeli olabilir, sivri olabilir, bu da benim belagatımın kusrudur. Bunu bir kez daha belirtmek isterim, kimseyi incitmek, yargılamak gibi bir amacım yok.

Verdiğin cevapta en dikkatimi çeken bölüm şu ki; varsayalım bir müziği dinlerken kuşları düşündüysek ve bunlardan bahsettiysek yazıyı yazarken, yazıdan dolaylanarak müziğe ulaşan kişinin de kuşlarla bir ilişki kurabileceğini düşünüyorsun. Bence yerinde bir endişe. Ama bu anlamda, bu okuyanın/dinleyenin sorunu değil mi? Kendisine öğretilen cümlelerle konuşan, kendisine öğretilen şeylerle hareket eden adamları eleştirirken öğretilenin iyilik/kötülük skalasını değil de, öğrenenin bilinçsiz yaklaşımını eleştiriyorsak bence burada da benzer bir durum söz konusu. Zaten kuşlarla ilgili bir yazıyı okuyor ve kafasında kalıcı bir kuş-müzik korelasyou kuruyorsa burada başlı başına bir dinleyici sorunu var demektir. Bu adama ister yorumlu, ister yorumsuz ne ulaştırırsan ulaştır, oradaki sıkıntıyı çözmek mümkün gözükmüyor bana.

air guitarist said...

kesinlikle doğru, bu aslen dinleyicinin sorunu.. ve bu sorun sadece şu an bahsettiğimiz konu için değil, insanlarla ilgili nerdeyse herşey için geçerli olan; aslında kökleri çok derinlere giden, çok çok önemli bir sorun.. insanlar sadece müziği ya da genel olarak sanatı algılarken değil hayatlarının nerdeyse her alanında, kendilerine verilmiş olan kalıplara ya da değer yargılarına göre davranmaya ve başkalarını taklit etmeye; çok uygun bir tabirle, dış güçler tarafından kurulmuş mekanik bir robot gibi şuursuzca işlemeye çok büyük bir eğilim gösteriyorlar.. hatta, üzerinde düşünülecek olursa, dünyanın sefaletinin nedeni de çok büyük oranda bu.. velhasıl, böyle bir sorunun çözümünün oldukça zor ve karmaşık olduğunun da farkındayım.. ve ben albümleri yorumsuz paylaşırken tabi ki böyle bir sıkıntıyı giderme iddiasında değilim -dediğim gibi, bunun çok daha derin boyutları olan bir sorun olduğunu düşünürsek-.. benim yaptığım şey sadece, en azından içinde bulunduğum durum için, en azından paylaştığım müziğin algılanması noktasında bu riski azaltacak olan, minicik bir önlem almak.. her ne kadar, bir sahildeki kum tanesi kadar önemsiz gibi görünebilse de, bir şekilde almam gerektiğini hissettiğim bir önlem bu..