20100325

Katatonia - The Longest Year




















Yaşadığınızı zannediyorsunuz ama aslında ölüsünüz; bilmiyorum kaçınız bunun farkında. Ölüm, yani yaşamama hali tam olarak kalbinizin kan pompalamıyor olması mı, bilincin yok olması mı ya da. Bilinci açık birinin koltuğundan, beyin ölümü gerçekleşmiş ama makinalara bağlı olarak hayat denen parantezlerin içinde olan biri ne kadar ölü gözüküyorsa ya da kalbi dakikada yaklaşık doksan defa atan birinin gözlerinde, kalbi durmuş biri ne kadar ölüyse aslında biz de yukarıdan bir yerden, yeşil bir şahinin gözünden mesela, o kadar ölüyüz. Çünkü ölmek kalbin duruşu ya da beynin sessiz kalışı değil; Boğaziçi Köprüsü'nden kendini aşağı bıraktığın anda, yani parmak uçlarında metalin o buzunu artık hissetmediğin anda ölüsün. Barut kurşunu ateşlediğinde ölüsün, frenlerin tutmadığın zaman, evin duvarları kreşendoya başladığı zaman, gaz kokusunu aldığın zaman ölüsün. Geri dönüşün yok artık; yere çarpacaksın, o kurşun beynini dağıtacak, arabanın ön camından fırlayıp 50 metre ileri uçacaksın, ucuz inşaat demirleri kaburganı delip geçecek, ciğerlerin karbonmonoksit dolacak. O an biliyorsun aslında sonun ne olduğunu, sona geldiğini yahut. O yüzden ölüsünüz hepiniz, çünkü o zemine çarpacaksınız ve paramparça olacaksınız işte, şimdilik havada süzülüyorsunuz aşağı doğru, yer çekiminin asla engel olamayacağınız gücüyle birlikte ölümünüze ilerliyorsunuz.

Doğduğumuz an ile öldüğümüz an ne kadar aynıysa, aşık olduğumuz an da ayrıldığımız an ile aynı aslında. Memento mori'nin, yani Ecel'i düşünüyor olmanın, o engellenemez korkunun bir benzeri mevcut aşkta. Eninde sonunda kaldıracak göğsünden başını, elini çekecek elinden, alnındaki buse soğuyacak. Yalan söyleyeceksin ya da yalan söyleyecek, bıkacaksın ya da bıkacak, öleceksin ya da ölecek ve her zaman da hissedilecek o düşüş anı. Kurşunun namludan çıktığı an gibi, trenin ışıklarını gördüğün an gibi. Mahvolacaksın, evet. Ama olan olacak.

Tam da bu anlar için, kurşunun namludan çıkarken çıkardığı sese eşlik edecek, trenin uyarı düdüğünde yer alabilecek, düşüşe yaren olabilecek bir müzik var. Yüreğin ısısı düşerken, güzel şeyler avuç içinden kum taneleri gibi kayarken ne yapmak gerekir diye sorsaydınız bana bir kaç ay evvel, oturup Killing Me Killing You dinlemenizi önerirdim. Bugün bu soruya vereceğim yanıt, The Longest Year ep'sini dinlemeniz olur.




Dört şarkılık bu ep'de, The Night Is The New Day albümünün klip şarkıları olan Day And Then The Shade ve The Longest Year haricinde bence albümün en iyi şarkısı olan Idle Blood ve daha önce yayınlanmamış Sold Heart yer alıyor. Idle Blood ve Day And Then The Shade elektronik dozu hayli yüksek remix aşamalarından geçmişler; bilhassa Idle Blood fena halde Depeche Mode kokuyor ve şarkıya çok yakışmış bir remix ortaya çıkmış; gel gör ki şarkının en can alıcı bölümünün kanatlanıp uçması pek hayırlı olmamış. Sold Heart ise alışılmadık derecede sakin ve çok basit bir şarkı olmasına rağmen, bir kaç dinlemeden sonra kanca gibi ruha saplanan bir şarkı.

Katatonia gibi oturmuş, kadim grupların dinleyicileri genelde sıkı statükocudur, her birini seyrek saçlı, cam dibi gözlüklü emekli öğretmenler olarak hayal edebilirsiniz. Bu arkadaşlar özellikle elektronik soslu müzikten hoşlanmazlar ve grubun özüne ihanet ettiğine inanırlar; bu yüzden doğdukları kıyafetler ile gömülürler ve topraklarından açan çiçekler tek renklidir. Eğer öldüğünüzün farkındaysanız ve toprağınızda rengarenk çiçeklerin filizlenmesini istiyorsanız, ölümüne tavsiyemdir The Longest Year.



Sanatçı: Katatonia
Albüm: The Longest Year

Şarkı listesi:
1- The Longest Year

2- Sold Heart
3- Day And Then The Shade (Frank Default Remix)
4- Idle Blood (Linje14 Remix)



DOWNLOAD.

5 mırıltı.:

Anonymous said...

o değil de, tam olarak ölüm anını yaşarken "o an ne yapmak gerekir?" sorusuna nasıl cevap verirdin, asıl onu merak ediyorum. müzik tavsiyesinde bulunmazdın sanırım.

dream endless. said...

Tam olarak ölüm anını yaşadım evvelce, bir defa; Slayer dinliyordum kulaklıkla. Yaşama haline geri dönene kadar da dinlemeye devam ettim. Galiba o yüzden müzikle ilişkilendirebiliyorum bu kadar kolayca.

Ayrıca o an ne yapmak gerekebilir ki, hiç bir şey yapmamaya devam edeceksin işte.

Boujeloud said...

Senin yaşadığın olayın aynısını, kulağımda Pantera ile yaşadım, saat 03:02 miydi neydi?Müzik ile ilişkilendirme konusuna "ölümüne" katılıyorum..

Sevgiler..

dream endless. said...

Ben de tam o saatte dinliyordum.

Boujeloud said...

Biliyordum...

Derin yazılar..Teşekkürler, eline sağlık..

Bak, ruhlar buluşuyor bir şekilde..