20090424

Redjetson - Other Arms






















Kim olduğunu bilmediğimiz biri, "Başlayan her şey bitmeye mahkûmdur." dedi. Kim olduğunu bildiğimiz ama asla tanımadığımız, tanısak bile çok da samimi olmadığımız, birileri tarafından bu cümle kitaplara, filmlere ve Facebook statülerine yazıldı.

Kim olduğunu bildiğimiz biri, "Kötü biten hiç bir şey unutulmaz değildir." dedi. Bu cümle, pek de okunmayan bir yazılı neşriyatın en az okunan sayfalarına yazıldı. Bu cümleyi yazarken aklından, sararmamış olsa da epey yıpranmış fotoğraflar, mezarlık ve bir jübile maçı geçiyordu.

Prekazi'nin Monaco'ya attığı gol, Mustafa Denizli'nin omuzlara alınışı, "Seni sevmeyen ölsün" bestesi o zamanlar söyleniyordu. 20-30 yıldan beri kafayı siyasi düşüncelerle bozmuş halkı rahatlatmak gerekliydi; rahatlığın bayraktarı şirin şişko bir amca ve yanından hiç ayrılmayan korkunç şişko karısı buna kanaat ettiler. O zamandan bu zamana, kim olduğunu bilmediğimiz birileri sürekli "Futbol toplumların afyonudur." dediler ve bu lafın defalarca bir yerlere yazılmasından hiç gocunmadılar. Hal böyle olunca futbol bir siyasi kimlik kazandı, tıpkı arabesk gibi, tıpkı Türk filmleri gibi; uzak duruldu, aşağılandı, tüm bunlar sonucunda uzak duranın ve aşağılayanın karakterini yücelten bir sermaye haline geldi. Ne olduysa oldu her kahramanın antikahramanlaşması, ardından antikahramanın kahraman haline gelmesi gibi, futbol bu sefer uzak durulduğu için değer kazanan ve salt bu özelliğiyle nadide bir maden olarak kullanılan bir yapıya büründü. Günümüz blogosferindeki kopya futbol içeriği patlamasının sosyolojik dökümü özetle budur. Bilin ki bugün güzel kadın ve güzel yemek dökümanı bol olan blog yazarlarının istisnasız her biri, zamanında futboldan uzak gözükerek karakterlerine katma değer sağlamaya çalışmışlardır.

Ben futboldan hiç bir zaman uzak durmaya çalışmadığım gibi, yakın durma gösterisi yapmadığım için hikayemi farklı bir açıdan değerlendirebilirim. Kendimi bildim bileli Galatasaraylıyım, çocukluğuma dair hatırladığım en eski detay da Galatasarayla ilintilidir ki iki yaşındayken Balıkesir'de bir dinlenme tesisinde mola verdiğimiz zaman beyaz plastik sandalyelerde oturup Galatasaray'a şampiyonluğu kazandıran golü izlediğimi ve sevindiğimi hatırlarım. Arada pek çok daha hatıra oluşmuştur, bu hatıraların ekseriyeti Fenerbahçe maçlarıyla alakalıdır, ama hatıralarımın en güçlüsü, hiç şüphesiz Gheorge Hagi'nin Athletic Bilbao'ya attığı son saniye golüdür. Üzüntüden televizyonlu odadan kaçıp, koridordaki masaya dayanarak sakinleşmeye çalıştığım o an atılmıştı ki bu gol, babam beni kaptığı gibi sokağa fırlamış, en sonunda da hiç adeti olmamasına rağmen hiç bir zaman çabalamaktan vazgeçilmemesi gerektiği üzerine kısa bir nutuk çekmişti. Koridordaki, dayanarak ağladığım masa sonra onun hayatını kurtaracaktı. Hayatı pamuk ipliğine bağlı halde vazgeçmez ve savaşmayı sürdürürken aklına Hagi'nin golü gelmiş midir, hiç sormadım. Ne o gol, ne Hagi, benim aklımdan hiç çıkmadılar.

Aklımdan hiç çıkmayan bu adamın, aklımdan hiç çıkmayan golünü bir kez daha izlerken düştü aklıma futboldaki bitişlerin önemi. O bitişler sonra futbol sahalarından taşarak şehirlere, gezegene yayıldı. Bir taraftarı çok mutlu eden anlar yaşatan futbolcular, sonra yaptıklarıyla taraftarın nefret paratoneri haline gelebiliyorlardı. Bu yüzden jübileler yapılıyordu, görkemli bir futbol hayatı görkemli bir sonla noktalanıyordu ki, o duygu zihinde hapsediliyor, kitabın son sayfasına en güzel cümleler yazılıyordu. Futbolcu son kez "ben buyum" demek için en hünerli hareketlerini sergiliyor, muhakkak bir gol attıktan sonra tüm sahayı dolaşarak "işte ben buyum ve beni özleyeceksin" diyordu. Bazı futbolculara ise jübile yapılmıyordu. Beklendikleri kadar iyi değildiler belki ya da sadece hak etmiyorlardı.

Bilmediğimiz bir kişinin söylediği gibi, başlayan her şey bitmeye mahkûmdu. Her şeyin bizi en fazla ilgilendiren kısımları yıllardır aynı kalmıştır ki bunlar hayat ve aşktır. Elbette onlar da bitmeye mahkûmdu. Çoğu zaman ayrı ayrı bitmelerine rağmen, aynı anda bittikleri de gözlemlenmiştir.

Jübile futbol özelinde ne kadar makbulse, hayat ve aşk için de makbuldü. İyi bir sonla biten hiç bir hayat ve hiç bir aşk unutulmamış, var olmayı -bitmemeyi- sürdürmüştür. Ölmeden önce söylenen son bir söz, ayrılmadan önce paylaşılan son bir bakış da bu minvalde jübiledir. Her biri "işte ben buyum" der. Zira geriye kalan budur; hayat bittikten sonra kemikler, aşk bittikten sonra anılar çürümekle görevlidir ama son söz, son bakış varlığın gölgesini baki kılar. Jübilesiz bir futbolcu, jübilesiz bir sevgili, jübilesiz bir hayat unutulmaya mahkûmdur.

Tüm bunların olduğu gibi, müziğin de jübileyle sonlanması beklenir. Her gün onlarca yeni sanatçıyla tanışabiliriz, tanışmış olduğumuz onlarca sanatçı aynı gün müzik yapmaktan vazgeçmiş olabilir. Tüm bunların etkileri sınırlı kalacaktır, kanun budur, böyle olması gerekir. Ama hakkıyla veda eden, geride anılarını çürütmeyecek bir iz bırakan, duyulan sevgiyi ve saygıyı mumyalayan sanatçılar bugün hala unutulmamıştır, unutulmayacaklardır da.

Tabii ki bu hususta, devamlı olarak sahnelere veda eden Adnan Şenses'ten söz ediyor değiliz. Bu uzun girizgâhtan sonra, konunun özüne, muhabbetin sadedine gelebiliriz; Other Arms, Redjetson'ın jübilesi.

Bir şeyin nasıl başladığı aslında çok da mühim olmadığından, Redjetson'la olan tanışmamı çok da iyi hatırlamıyorum, ama üç seneden biraz daha uzun olduğunu, ilk dinlediğim an kalbimden vurulduğumu anımsayabiliyorum. O zamanlar müthiş bir çıkış yapan İngiliz post-rock cemiyetinin belki de en az dikkat çeken isimleriyden biriydiler. New General Catalogue, ziyadesiyle mühim bir albümdü ve haksızlığa uğradığı bile söylenebilirdi. iLiKETRAiNS Progress-Reform gibi nispeten vasat bir albümle Mtv'lere çıkarken, aynı çizgideki ama çok daha göz kamaştıran Redjetson sessizliğe bürünüyor ve sonra da artık müzik yapmaya devam etmeyeceklerini açıklıyordu.

Ne var ki, Gizeh Records, her zamanki huyundan vazgeçmedi ve yine kalbimizi fethetmeyi başardı, Redjetson'a bir jübile-albüm yaparak. Other Arms'ı dinlerken bunları düşündüm ben, Redjetson'ın benim için nasıl başladığını, ne zamanlar dinlediğimi, dinlerken neler hissettiğimi ve kapattım içimdeki o fotoğraf albümünün kapağını, her zaman görebileceğim nadide bir yere sakladım. Biliyorum ki bu albüm, hiç bir şeyiyle olmasa bile taşıdığı bu özelliğiyle, veda olmaklığıyla, zaman zaman dinlenecek, bir zamanlar atılmış bir golün izlendiğinde yarattığı o duygu patlaması gibi, son bûsenin hala bıraktığı o sıcak iz gibi bir his yaşatacak benim için. Redjetson'la tanışmamış olanlar için ise bu veda bir başlangıç olacak belki, hüzünlü ama saygınlığı ve değeri kesin bir sona doğru gidecek bir yolculuk olacak.


Sanatçı: Redjetson
Albüm: Other Arms

Şarkı listesi:
1- Soldiers & Dinosaurs
2- Beta Blocker
3- For Those Who Died Dancing
4- Questions I Don't Want To Ask
5- Count These Demons
6- Witches At The Controls
7- First Of The 47,000
8- (g)Listen
9- Threnody
10- These Structures

DOWNLOAD.

1 mırıltı.:

Leif said...

Redjetson'ı dinlediğimi söyleyemem. Fakat, müziğinin MTV'ye çıkmaması konusunda söyleyecek bir çift sözüm var. MTV'ye çıkmak şu zamanlarda bir grup veya sanatçı için dönüm noktası, şöhrete ulaşmak olarak adlandırılıyor. Benim içinse, MTV'ye çıkmak müzik ruhunu kaybetmek, müziği metalaştırmak, notaları kaybetmek, paraya boğulmak anlamlarına gelmektedir. O yüzdendir ki, eğer Redjetson sevdiğiniz bir grup ise, onun MTV'ye çıkmasını istemeniz onlar için iyi bir temenni değil, bilakis onların kötülüğünü istemeniş olmanız anlamına gelmektedir, bence.

Ayrıca, yazınız sayesinde bir tür tavsiye de almış oldum.

Edit: Çok dar bir zamanda yazdım bu yorumu. İmlâ hataları, anlam bozuklukları ve benzeri hatalardan dolayı özür diliyorum. =)