20080424

Emancipator - Soon It Will Be Cold Enough





















Her ne kadar MySpace'i vıcık vıcık bir platform olarak görüyor olsam da, müzikle uğraşan neredeyse herkesin dahil olduğu bir yer haline gelmiş olması, ara ara MySpace keşifleri yapmaya zorluyor beni. Bu keşif yolculukları genelde müzisyenlerden çok şarkı keşifleriyle sonuçlanır. İşte, geçenlerde çıktığım MySpace yolculuklarından birinde buluverdiğim bir şarkı, Shook; Sigur Rós (Vaka) ile Mobb Deep (Shook Ones) mash-up'ı. Muazzam bir şarkı, Sigur Rós seven herkesin dinlemesi elzem.

Shook
'tan ziyadesiyle etkilenmiş biri olarak da Emancipator'ın derinlerine dalmış olmam elbette ki çok normal, bu derinliklerde kaybolmuşluğum ise bir o kadar beklenmedik bir durum.

Emancipator, tek kişilik bir proje; ilk albümü Soon It Will Be Cold Enough ile önemli bir yapıya sahip olduğunu belli ediyor. Albümün geneline elektronik bir renk hakim, ama Bob Ross'un küçük tatlı dokunuşları gibi, farklı tonlara şahit olmak mümkün. Bazen çok agresif bir beat, bazen ise melankolik bir yaylı sesi ile birlikte şekilden şekile bürünen albümü illa ki somut bir şeye benzetmemiz icab ederse, Efterklang ismini verebiliriz.

Portlandlı Emancipator'ın ilk albümü, bir "ilk albüm" olarak, olması gerekenden çok daha fazlasını barındıran bir albüm. Emancipator gerek mash-up'ı, gerek dolu dolu albümüyle rüşdünü ispatlıyor. Öyle ki, bu ismi dikkatli hatırlamamız gerekiyor; keza yakın zamanda çokça duyacağımızdan neredeyse eminim.

Sanatçı: Emancipator
Albüm: Soon It Will Be Cold Enough

Şarkı listesi:
1- Eve
2- Soon It Will Be Cold Enough To Build Fires
3- First Snow
4- Wolf Drawn
5- Anthem
6- Smoke Signals
7- When I Go
8- Periscope Up
9 - With Rainy Eyes
10- Good Knight
11- Lionheart
12- Maps
13- Father King
14 - The Darkest Evening Of The Year

DOWNLOAD.

20080423

Tesir; Kadıköy'den Daisuke Nağmeleri.





















Bu internet sahifesinde, her daim profesyonel müzisyenleri tanıttım; çıkmış albümler, çıkacak albümler, bir şekilde sızmış şarkılar yahut konser kayıtları. Bu yazının öznesi, Tesir, ise bu daimi duruma ters düşecek bir isim; amatör bir müzisyen.

Tesir'in uzun zamandır bilfiil konuştuğum, fikir alışverişinde bulunduğum, müzikal gelişimini gözlemleyebildiğim bir arkadaşım olması muhakkak ki bu istisnai durumda katalizör etkisi görüyordur, ama asıl önemli olan yapmış olduğu müziğin kalitesi.

Tesir, Kadıköylü bir lise öğrencisi; kendisini ilk tanıdığım dönemlerde amatör olarak sample ve beat üretiyor idi. Aradan geçen zamanla birlikte kimlik kazanan müziğinin en büyük müsebbibi olarak Kashiwa Daisuke'yi görüyor. Hakikaten de, yaptığı müzikte Daisuke etkileşimleri gözlemlemek mümkün, ama amatör bir müzisyenin böyle bir esinlenme içine girmesini doğal karşılayabiliriz, bilhassa yaşıtları Tokio Hotel ve türevleri batağındayken böyle bir çaba içine girmiş olması yaptıklarının samimiyetini arttırıyor, diye düşünüyorum.

Ortada bir albüm ya da albümleşme evriminde olan bir parça topluluğu olmadığını söylemiş idim. Her ne kadar bu amaç uğruna yapılan bazı enternasyonel teşrikimesai faaliyetlerinden haberdar olsam da, henüz elimde sadece iki adet şarkı var. Bunlardan birincisi, Elegiac Couplets; sakin bir piyano melodisiyle başlayıp melankolik bir beat'e esir olan şarkı bana yapısal olarak 65daysofstatic'in Radio Protector'ı anımsatıyor. İkinci şarkı, Zarathustra. From A Deep Dream ise nispeten daha saldırgan bir kimlik taşıyor; bu özelliğiyle -Maybeshewill'in eski üyesi- Tanya'nın projesi olan Albatross Conspiracy'ye yakın bir havası var. Şarkıları ŞURADAN indirmek mümkün.

20080421

65dayofstatic - RMXSCEE





















Şunu söyleyerek başlayayım; işbu albüm resmi bir albümden çok, bir şekilde "ele geçirilmiş" şarkıların fan'lar tarafından bir araya getirilmesiyle ortaya çıkmış bir "toplama albüm". 65daysofstatic'in daha önceden çıkardığı bazı albümlerdeki (Unreleased, Unreleasable Vol.2 - How I Fucked Off All My Friends ya da 65’s.late.nite.double-a-side.college.cut-up.trailers.for.the.looped.future) remix parçaların yanı sıra, myspace hack'leriyle ve hatta konserlerinden önce çalınan "ısınma" cd'lerinin cebe atılmasıyla elde edilen şarkılar bu albümde toplanmış.

İmdi 65daysofstatic ile ilgil fikirlerim malum, The Destruction Of Small Ideas albümü çıkana kadar ziyadesiyle beğendiğim 65daysofstatic'in, son albümlerindeki kalitesizliği popülerliklerinin yanında gözden kaçacak ufak bir detay olarak değerlendirmesinden ötürü, tepkimin hedefi haline geldiler. Son albümlerinden sonra çıkardıkları resmi single, The Distant And Mechanised Glow Of Eastern European Dance Parties, üzerinde oldukça çalışılmış görüntüsü veren bir yapıttı. Şimdi ise yeniden master edilmiş eski remix'leri de göz önünde bulundurulduğunda, 65daysofstatic eski kalitesine kavuşuyor diyebiliriz.

Bizim Nuri Alço filmlerinden hatırlayageldiğimiz Assault On Precinct 13, Alkaline Trio'nun Burn'ü, ve kankaları Youthmovies Soundtrack Strategies, From Monument To Masses, ¡Forward Russia! remix'lerinin toplandığı bu albümün son şarkısındaki 20 dakikalık remix ise uzunca bir mash-up'tan ibaret ve içinde Justin Timberlake'ten Snoop Dog'a birçok popüler sanatçı var.

Sanatçı: 65daysofstatic
Albüm: RMXSCEE

Şarkı listesi:
1- 65 vs. John Carpenter - Assault Of Precinct 65
2- 65 vs. The Dismemberment Plan - Face Of The Earth
3- 65 vs. From Monument To Masses - From Z (Repeat)
4- 65 vs. Youthmovies - Spooks The Horse
5- 65 vs. Hundred Reasons - Kill Your Own
6- 65 vs. Alkaline Trio - Burn
7- 65 vs. ¡Forward Russia! - Eleven
8- 65 vs. Actionier - Racer
9- 65 vs. Emily Haines & The Soft Skeleton - Reading In Bed
10- 65 vs. Everyone - 20minute Mix

DOWNLOAD.

The Coma Lilies - The Coma Lilies






















Geçenlerde theremin'le ilgili bir kaç lakırdı etmiştim; Clara Rockmore Rachmaninoff çalınca keman tınısını algılıyoruz, ya da 70'lerden yadigar bir B-klas korku filminde duyduğumuzda içimiz üreperiyor. Ama kendi adıma itiraf edeyim, theremin'i ne zaman duysam aklıma gelen ilk şey ucuz limonatalar, ucuz pastalar ve bunların evrensel kümesi olan ucuz düğünlerdir; çünkü bu tip düğünlerde piyanist şantörün çaldığı orgun ses tonu, bir theremin kadar garabet olur genelde. Theremin'le birlikte bu çağrışımı bana yapan bir alet daha var, e-bow. İşte bu e-bow'un muazzam kullanımıyla kulaklarımı uzun zamandır şen eden bir grup The Coma Lilies.

Elbette The Coma Lilies'in tek alamet-i farikası e-bow değil, hatta grup üyelerinin birer virtüöz olduğunu iddia edebiliriz. Aphex Twin'in kült şarkısı 4'e yaptıkları cover, muhakkak ki bu iddiayı kuvvetlendirecek bir belge niteliğinde olacaktır;



Grup üyelerinin çoğunun multi-enstrümantalist olduğu bir gruptan çok fazla şey beklememiz doğal ve bu beklentileri boşa çıkarmayan bir grup The Coma Lilies. Kendi adlarını taşıyan bu ilk albümleriyle ilgili yazmak istediğim yazının bu güne kalması üzücü, keza bir kaç hafta önce, çıktıkları Amerika turnesini tamamlayamayacaklarını ve dağıldıklarını açıkladılar. Sebep ve sonuçlarını inceler iken karşılaştığım fotoğraf ise bir o kadar ilgi çekici;















Albüme dönecek olur isek, Grab A Fork Micron ile kana karışan adrenalin, Have Fun At Your War ile taşikardiye sebep oluyor; güzel bir melodi, bir e-bow, iyi tonlanmış bir pedalla birlikte gitara kesinlikle hayır diyemeyen şahsımı duvara çivileyecek nitelikte bir şarkı bu. Bu sözünü etmiş olduğum benzer gitar melodileri, statik post-rock ritmlerine adapte edildiği vakit kontrast arttığından aldığımız tat katlanarak büyüyor; bu şekilde müzik yapan bir kaç grup daha var, onları da pek yakında ekleriz elbette. Albümle ilgili şarkı açılımlarına devam edebiliriz ama yersiz olacağını düşünüyorum; her şarkıda farklı bir özelliğini konuşturan bir grup söz konusu ve her şarkıda keşfedilecek farklı dünyalar var. Hani "hiçbir kötü şarkı barındırmayan albümler" diye bir bahis konusu vardır ya, o tip albümlerden bir sıralama yapar isek, işbu albüm o sıralamada kesinlikle yer bulacaktır.

The Coma Lilies ayrılık kararını gözden geçirir ve yeni yapıtlarıyla Limbo Pillow'da yer alır mı bilemem ama geçmişi keşfetmek adına isimlerini bir kaç kez daha anacağım kesin.

Sanatçı: The Coma Lilies
Albüm: The Coma Lilies

Şarkı listesi:
1- Grab A Fork Micron
2- Have Fun At Your War
3- My First Big Sale
4- Peggy Sue
5- One Day He Will Disappear
6- The Antibody
7- I Am Spartacus, Part I
8- I Am Spartacus, Part II
9- Fin

DOWNLOAD.

20080417

Theremin; Dokunmayı Sevmeyen Kadınlar İçin.





















Evvela şunu söyleyerek başlayayım; toplama albümlerden hiç ama hiç hazzetmem, hatta ekseriyetle mide bulandırıcı bulurum. Keza toplama albümler, ya dinleyiciler ya da satıcılar tarafından oluşturulmuş şeylerdir; satıcının derdi bir çok müzisyenin hit şarkısını bir araya getirerek topluca bir promosyona imza atmak gibi bir kurnazlıktan ibaretken, dinleyicinin topladığı albümlerde ise burnuma keskin bir yavanlık kokusu çalınır. Bunun naçizane sebebi, ortalama birinin, bir müzisyen tarafından kim bilir hangi düşüncelerle oluşturulmuş ve icra edilmiş bir albümün içindeki herhangi bir eseri diğerlerinden üstün görmesi ve bu sebeple albümlerin geneline değil, dayatılmış ve pohpohlanmış şarkılara konsantre olmasından başka bir şey değil. Küçükbaş hayvan pisliği gibi artan bir ivmeyle biteviye albüm toplama geleneğini, karışık kaset uygulamasından d.i.y. distro'larına ve sonra cd'lere, .rar dosyalarına kadar uzanan bir bayatlık olarak algılıyorum. Kişisel görüşümdür, kimseyi bağlamaz. Ama salt duygusal nedenlerle yapılmış toplama albümleri de bu tanımın dışında tutmak icab eder; sevgiliye verilen toplama kasetlerin, cd'lerin değeri, reklamlarda gözümüze gözümüze sokulan "küçücük şey"lerden çok daha büyüktür muhakkak. O yüzden bunları değerlendirirken daha farklı bir tanımlamaya gidebiliriz, bir ayrılığı anlatan ya da gidip de dönmeyişlere dair şarkılardan oluşmuş, veya bunlar gibi ortak özellikler etrafında şekillenmiş "tematik albüm"lerdir bunlar. İşbu yazının konusu olan albümün de benzer bir özellik taşıdığını iddia edebiliriz.

Kimisi sevgilisine rüşvet niyetine onbinlerce dolarlık kantaşı verirken, kimisi duygularını ifade etme adına toplama kasetlerden yardım alabilir; ve fakat kimse ama hiç kimse, sevdiği kadın için bir müzik enstrümanı yapmamıştır, Leon Theremin'den başka. Evet, hikayenin aslı öyle değil; mucit Leon Theremin, varolandan daha geniş bantlı bir radyo yapmaya çalışırken elektromanyetik dalgaların kontrol edilebildiğini ve belirli melodi kalıplarının çalınabildiğini farkeder ve bu şekilde theremin icat edilmiş olur. Ortaya çıkan bu enstrümanı tek telli bir gitar ya da o efsanelerde yaşayan oda büyüklüğünde bilgisayar olarak tahayyül edebiliriz; ama theremin'in günümüzdeki haline kavuşmasının en önemli müsebbibi, gelmiş geçmiş en büyük theremin virtüözü olarak kabul edilmiş, Clara Rockmore ve Leon Theremin'in Clara için beslediği akıl almaz aşktır.



Hikâye ve rivâyet olunur ki; Clara Rockmore'un 18. doğum günü partisi için özel bir pasta yapmakla görevlendirilen Leon Theremin, tıpkı theremin gibi elektromanyetik bir sistemle işleyen bir pasta tepsisi yapar; buna göre Clara ne kadar yaklaşırsa pasta o kadar hızlı dönecek, uzaklaştığında ise duracaktır. Rockmore'u tek kelimeyle büyüleyen bu olayın etkisi, bir de güzelliğiyle birleşince Leon, işte tam da o gün, büyük bir sevdaya düşecek ve aynı gün Clara'ya ilk evlenme teklifini ettikten sonra ilk red cevabını alacaktır. Hayatının o en büyük aşkını bulan Leon ile birlikte Clara aynı sevdaya düşmüş müdür bilinmez, ama bu büyüleyici manyetik alanın yörüngesine girdiği ve zamanla bu alanın en parlak güneşi olduğu bir gerçektir. "Akıl sağlığımı koruyor" dediği theremin'i saatlerce, günlerce çalar iken, şu an standart haline gelmiş teknikleri bulmakla kalmaz, bu tekniklerin ışığında enstrümanın en verimli şekilde kullanılmasına olanak tanıyacak şekilde yapılması gereken değişiklikleri de keşfederek eksik bir enstrümanın sevdayla birlikte bir bütün haline gelmesinin de müsebbibi olur. Yine aynı rivâyetlere göre, Soğuk Savaş etkisiyle yaşanan çeşitli ayrılıklardan ve toplumsal statünün getirdiği ayrımlardan ötürü Clara Rockmore da Leon Theremin'e aynı aşkla yıllarca bağlı kalmış. Her seferinde kendisini uzak tutmayı başarmış olsa da Esîr'e yolculuk edilen o korkunç anlarda, her tai chi nefesinde, elleriyle havaya çizdiği her harfte Leon'u tahayyül edermiş, işte sırf bu yüzden 60 yıl boyunca her seferinde gözlerini yumar, şarkı bitene kadar açmazmış.

Hikâye ve rivâyetlerden sıyrıldığımız vakit, Clara Rockmore ile birlikte anılması gereken önemli theremin virtüözleri arasında Lydia Kavina, Samuel Hoffman, Pamelia Kurstin gibi isimleri sayabiliriz. Kemanı bırakmak zorunda kalışıyla en sevdiği enstrümandan uzak kalan bendenizin uzun zamandan beri beslediği theremin aşkı, gün gelip de bu isimler arasına girmeye yeter mi bilmem ama, en azından bir albüm toplamak için itici güç oluşturduğu kesin. Kendisini çok farklı bir noktada gördüğüm için bu albüme girmemiş olsa da, Clara Rockmore eserlerine farklı zamanlarda değineceğiz; elimizdeki albümün ise farklı janrlarda müzik icra eden müzisyenlerin farklı dozlarda kullandığı theremin notaları üzerine kurulu olduğunu söyleyebiliriz.

Son olarak, kullandığım görselin hangi filme ait olduğunu belirten 500 kişi arasında noter huzurunda yapacağım çekilişle bir talihli, radyo anteni kazanacak. Artık theremin mi üretirsiniz, arkadaşınızın gözüne mi sokarsınız, beni alakadar etmez.

Şarkı listesi:

1- Garbage - Cup Of Coffee
2- Green Carnation - Maybe
3- Keane - Bedshaped
4- Magyar Posse - 2
5- Jem - Stay Now
6- Portishead - Humming
7- Hope Of The States - The American Revolution
8- Goldfrapp - Lovely Head
9- Laura - Non Serviam
10- Dinar Bandosu - Şaban'ın Rüyası

DOWNLOAD.

20080416

Maybeshewill - Not For Want Of Trying






















Maybeshewill'in ikinci albümü Not For Want Of Trying, müzik marketlerde ve yahut amazon.com'da yerini almadan iki hafta önce internete sızmış oldu. Eh, bizim de Maybeshewill sevgimiz malum; hemen buraya koymasak eksik kalırdı bir yanımız.

Daha önceki Maybeshewill yazılarımda, grubun bir başkalaşım yaşayageldiğini uzun uzadıya anlatmış idim. Dolayısıyla bir kez daha bunun sebeplerini ve sonuçlarını anlatmak fuzuli olacaktır. Ve fakat, daha önce yayınladıkları single ile verilen sinyalleri göz önünde bulundurduğum vakit, beklediğimden daha "değişik" bir Maybeshewill albümünün ortaya çıktığını rahatlıkla söyleyebilirim. Bu değişikliğin sebebi elbette ki drone dozajının yüksekliği, peki bundan rahatsız mıyım; katiyyen hayır.

Bir eleştiride bulunmamız icab ederse, ilk albümdeki The Paris Hilton Sex Tape'i hiç bir değişikliğe yer vermeden bu albüme tekrar koymaları en büyük argümanımız olabilir. The Paris Hilton Sex Tape'in yanında albüm dahilindeki 10 şarkıdan dördünün daha farklı şekillerde önümüze sunulmuş olması -ki bu da albümün yarısına tekabül etmekte- sürprizi biraz bozuyor. Ve lakin, ilk albümün giriş parçası olan He Films The Clouds'a selam eden He Films The Clouds Pt.2 ya da I'm In Awe Amadeus gibi şarkılar, sürprizi bozulmuş bir doğumgünün değerli hediyeleri. Ama ben hala Heartflusters'taki vokalin -From Autumn To Ashes'tan hatırlayabileceğimiz- Melanie Willis'e ait olup olamadığını öğrenebilmiş değilim; albümle ilgili en büyük sıkıntım herhalde bu, şimdilik.

Velhasıl, janr tanımlarına ve bu tanımlardan ortaya çıkan tartışmaların üzerinde durmaya hiç gerek yok artık; Maybeshewill farklı çiçeklerden topladığı polenlerle lezzetli bir bal yaratmış bir arıdan ya da rengarenk bir kelebekten farksız olduğunu gösteriyor ikinci albümüyle. Evet, isimlerini ilk duyduğumuz zamanla kıyasladığımızda, muazzam bir değişim yaşadıklarını inkar edemeyiz; amma ve lakin yaptıkları müziğin önüne ekleyeceğimiz, en basitinden bir "güzel" sıfatı için, eski albüm referanslarına, isim ya da janr kalıplarına ihtiyaç duymamak gerekiyor Maybeshewill'in bu yeni formunda.

Sanatçı: Maybeshewill
Albüm: Not For Want Of Trying

Şarkı listesi:
1- Ixnay On The Autoplay
2- Seraphim & Cherubim
3- The Paris Hilton Sex Tape
4- I'm In Awe Amadeus
5- We Called For An Ambulance But A Fire Engine Came
6- C.N.T.R.C.K.T
7- Not For Want Of Trying
8- Takotsubo

DOWNLOAD.

20080415

Tepki Paratoneri; Emo. Eleştiriyi Eleştiriyorum.


Uzun zamandır Mogwai hakkında bir kaç kelam edesim var, bunun yanında oldum olası bir Iggy Pop yazısı kaleme almak istesem de bir türlü gereken zamanı ya da enerjiyi bulamamıştım, punk hakkında yıllardır yazdıklarım yüzünden ise dimağım kurudu, artık söyleyecek yeni bir kelimem yok. Ve fakat tüm bu üçünü, 3'ü bir arada tarzı bir şekilde kullanmak ve farklı bir konunun girizgâhını yapmak ziyadesiyle mümkün.

Efendim, Punk-Rock, Mogwai'ın Come On Die Young albümünün giriş parçası. İşbu şarkı, punk-rock'ın büyükbabası diye adlandırılan Iggy Pop'un, yapmış olduğu müziğin etiketiyle ilgili bir televizyon programında ettiği kelamın kendisidir dersek yanılmış olmayız. Maalesef güzide Türkçemizde, Iggy Pop'un bu konuşmasında anahtar rolü gören dilettante kelimesinin karşılığı bulunmuyor. Ama kullanılış açısından ele aldığımız vakit, Sanat'ı bir zevk ve statü aracı olarak gören lümpen kitlenin kast edilmiş olduğunu söyleyebiliriz.

Bunu açıklığa kavuşturduktan sonra, şu söyleme dikkat çekmek istiyorum; "Punk-rock, dilettante'lar ve kalpsiz kompradorlar tarafından kullanılan, müzik için her şeyini verebilecek insanların ruhlarını, kalplerini, enerjilerini, zihinlerini ve bedenlerini çalmaktan başka bir işlev taşımayan bir kelimedir." Konuşmanın geri kalanında, bu bahsedilen punk-rock terimini dilettante ve kalpsiz kompradorlara hediye ederken; müzik tarihinin en saldırgan alt-başlığının en pasif ve en sahte ismi olarak hatırlanmayı hak etmiş Johnny Rotten'ın Freud ile eş seviyede değerlendirilmesi var ki, ona değinmeyeceğim. Değinilmesi gereken konu, burada veya başka mecralarda milyonlarca kez dile getirmiş olduğum, janrların satış tasnifleme işlevinden başka hiç bir işe yaramaması mefhumundan bahsedilmesi. Tabii 10 senedir bunları dile getirmiş olmam ya da Beyaz Show'da bunları söylemiş olmam beni bir Mogwai şarkısına taşımayacaktır, kendi sağlamamı da Iggy Pop üzerinden yapacak değilim. Önem arzeden konu müzikle ilgili bu sivri eleştirinin, eleştiri konusunun göbeğinde yer alan biri tarafından yapılması ve müzik ile süslenmesiyle oluşan sihirli durum.

Burada tekrar bir janr/müzik endüstrisi/plak şirketleri/müzik dergileri eşleşmesine gidecek ve defalarca terennüm ettiğim güfteyi bir kez de şimdi tekrarlayacak değilim. Ama şunu tahayyül etmenizi istiyorum; bir hipermarket düşleyin, yerleşim bölgesinden uzakta olacak kadar büyük ve akla hayale gelen her şeyin satılması gibi bir açgözlülükle inşaa edilmiş olsun. İşte bu hipermarketin koca raflarında, iki taraflı olmak üzere yer alan tanımlamalar -tuz, gofret, hijyenik ped, deterjan- ile janr dediğimiz döngü -metal, rap, pop, rock- arasında hiç bir fark yok. "Bunu seviyorsan bunu dinlemelisin" yahut "Şunun gibi bir şey arıyorsan, şunun altında bulursun" mantığıyla üretilmiş olduğu tezine inanıyor olsak da, öylesine hayati bir öneme sahip ki bu janr meselesi, en çok eleştirenlerinden biri olmama rağmen kaçış noktası bulamıyor, kendimi kullanmaktan alıkoyamıyorum.

Şu kertede, endüstrinin farklı alanlara el attığı yıllara dönüş yapmamız gerekiyor. Endüstri Devrimi'nin doğum yüzyılı bir gelişme ve büyüme dönemine denk gelir, 20. yy'ın ortalarına kadar da endüstrinin reel işlevi savaş ekonomisine istihdam sağlamaktan öteye gitmez. Endüstrinin ve dolaylı yoldan kapitalizmin palazlanma dönemi, Büyük Buhran sonrası döneme rastlar; bir çok endüstri dalıyla birlikte eğlence endüstrisi de gelişecek, radyo ve televizyon gibi iki önemli silaha sahip olacaktır. Bu iki silahın, insan doğasına karşı en ölümcül cephanesi müziktir ve bu da müzik endüstrisinin oluşumu için yeterli bir veri olabilir. Bu noktada insan doğasının müziğe verdiği tepkiye değinmekte de fayda var; önceleri çok sevilen bir şarkı/grup/müzik türü zamanla popülaritesini kaybetmeye mahkumdur. Bunun önüne geçip insanlara sürekli müzikal ürün satma amacıyla hareket edenler de önce şarkıları, sonra grupları ve en sonunda da müzik türlerini yenileme gibi bir çözüm bulurlar ki; müziğin sadece müzik olmaktan çıkıp, kendince ikonlar yaratması, modanın ve kültürün ve hatta toplumsal olayların primer ögesi haline gelmesi de bu dönemle başlar. İşte bu dönemin ilk şanslı müzik türü rock'n'roll, ilk müzik tanrısı Elvis olur. Rock'n'roll sıkmaya başladıkça ve Kral da artık bu müziği taşıyamayacak noktaya gelince, her zaman Amerikalılar karşısında "bizim neyimiz eksik" tavrıyla hareket eden İngilizler punk'ı ileri sürerek oto tamirhanem olsa çaycı diye işe almayacağım Rotten'ları, Vicious'ları gençliğin yeni tanrısı haline getirirler. Şimdi bu hikayenin devamını anlatıp günümüze ulaşmaya kalksam ufak çapta bir kitabı dolduracağımdan, kronolojik bir döküm yapalım;

*1950-1970: Rock'n'roll
*1970-1980: Punk-rock
*1980-1990: Glam-rock ve Disco
*1990-2000: Heavy-metal ve Pop
*2000-2008: R&B, Emo-core, Indie-rock

Ortaya çıkacak tablo aşağı yukarı böyle olacaktır. MTV'nin hayatımıza girdiği, müzik mecmualarının ortaya çıktığı günden bu yana artan tüketime dikkat çekmek istiyorum. Bu tüketimin hedef kitlesi aşağı yukarı bellidir. Madem ki iktisadi bir durum üzerinden tahlil ediyoruz durumu; o halde yaşanan artışın ve değişimin arz-talep dengesiyle ilgili olduğunu da iddia edebiliriz. Yani, müziğe daha kolay ulaşan, daha çabuk tüketip bitiren ve yenisine başlamak için bitevi bir hareket içinde olan bu çekirge sürüsünün talep fonksiyonunu yukarıya çektiğini söyleyebiliriz iktisadi göstergeler ışığında. İşte bu "tüketici kitlesi" -ki her endüstrinin kendisine hedef seçtiği bir tüketici profili vardır- aslında çok kolay bir şekilde kalıplanabilen ve bu kalıp üzerinden dökümü yapılabilecek bir topluluktur. Bu noktada, müzik endüstrisinin tüketici profiline baktığımız vakit, niteliği açıklamakta kullanmamız gereken ilk söz "genç" olacaktır.

İmdi, bu kadar tarihsel ve iktisadi analizin üzerine, bir de sosyoloji ve psikolojiye -ve hatta belki anatomiye- el atıp yazmakta olduğum yazıyı tez niyetine kullanma isteğinde değilim. Amma ve lakin, "genç" sözcüğü içinde yer alan ve bir eleştiriden çok tanım niteliğine sahip "kimlik arayışı" mefhumu üzerinde durduğumuz vakit, salt kulak ile dinlenen bir kavram olmaktan çıkıp kimlik haline gelmiş müzikal endüstri ürünlerinin neden bu kadar çabuk tüketildiğinin ve özümsendiğinin cevabını bulabiliriz. Dolayısıyla artık salt bir müzikal janrdan çok, punk-rock'ı ya da emo'yu ya da indie-rock'ı tanımlarken bir kimlik tanımına meylediyoruz; düpediz kimliklerden bahsediyor olmamız bir yana, müzikal muhteviyat "yan ürün"lerin gerisinde kalmış oluyor.

Bu kimlikler içinde, belki de en ilgi çekici olanı, emo kimliği. Aslında janr tanımlarının literal anlamlarından bir açılıma gittiğimiz vakit işin saçma sapan boyutu daha bir duru şekilde ortaya çıkmış oluyor; Dominic Aitchison'ın post-rock ile ilgili yaptığı "saçma bir terim" açıklamasını da, Iggy Pop'un punk-rock terimi ile görüşlerinin de ötesinde, insan yaşıyla eşdeğer görebileceğimiz müzik kavramının her daim içinde barındırdığı "duygusallık" kavramını, emotional/emo janrına uygun gören kolektif bilinç; bu kimliğin ilginçliğini doğuran başlıca nedendir.

Velhasıl, ortaya çıkan ve resmini çizebileceğimiz bir profil var ortada. İşte tüm müzikal kimliklerin, bu kimliğe sahip olmayan insanlar tarafından acımasızca eleştirildiği bir dünyada yaşadığımız düşünüldüğünde, sokaktaki adamın heavy-metal dinleyicisine bakışları ya da punk kimliğini gösterme adına deri ceketlerle dolaşanların dayak yediği göz önüne alındığında, emo profilinin barındırdığı duygusal içeriğin, eleştirilerin ortak noktası haline geldiğini söyleyebiliriz.

Bu noktada boş ve ad-hominemden öte gidemeyen, defalarca tekrarlanmasına rağmen söz sahibinin komik ve fakat yerinde tespit yapmış birinin ego tatminine ulaşmasına sebep olacak lakırdılardan baktığımızda; evet saçları belirli bir şekilde taranmış, belirli bir giyim modasına sahip, yaşları ekseriyetle düşük bir kitleden bahsetmemiz mümkün. Geçmişimize baktığımız vakit, hangimizin duygusal bir amaç uğruna kendimizi rezil etmediğimizi, hayatımızın en büyük acısı olarak gördüğümüz ve aslında incir çekirdeğini doldurmayacak niteliklere sahip olan konularda kendimizi harab etmediğimizi düşünmemiz gerekiyor.
















Kaldı ki ben, artık, bu emo-kid'lere yöneltilen tek tip eleştirilerden ciddi şekilde iğrenir bir noktaya geldim. Defalarca başkaları tarafından dile getirilmiş şeylerin tekrarlanmasını ve bunun da orijinal bir tespit yaparcasına süslenmesini ne retorik ne de kültürel zeka adına kabul edebiliyorum. İki kelimeyi bir araya getiremeyen ve kültürel derinliği banyo küvetimden çok daha fazla olmayan bir grup insanın, başkalarının kültürel derinliğini eleştirmesinin yarattığı paradoksun komedyası bir yana, isimde saklı olan emo-kid yani "çocukluk" durumunu eleştirirken kullanılan "gerçek acı görmemişler" argümanını da balyozla paramparça etmek istiyorum.Velev ki bir emo-kid gerçek acı görmedi, bu eleştiriyi yapanın bir sefil hayatı yaşadığını, filmlere konu olacak trajedilere gark olduğunu beklemek a-priori bir beklentidir. Gerçek de bundan farklı oluyor ki, eksik olanı eleştirirken bünyedeki eksikliği görmezden gelme ukalalığından ve boşluğundan öte bir nokta barındırmadığını gözler önüne seriyor. Benzer bir durum, -gerçek anlamda- düpedüz bir ruh hastası olan Ajdar Anık'ın, -mecazi anlamda- ruh hastası olan insanlar tarafından eleştirilmesi şeklinde de vuku bulmuştur örneğin.

Evet, emo-kid dediğimiz bir kimlik, bu kimliğe sahip olan insanlar var, muhakkak ki olacaktır da. Ve evet, ben de bu stereotipten hoşnut değilim; bunun yanında ne bir "metalci" stereotipini, ne de "indieci" stereotipini tolere edebiliyorum. Amma başka bir cephede yer alıp, barındırdığı komiklikleri, telmaşalıkları, saçmalıkları görmezden gelip, bunlar üzerinde kafa yormayıp emo-kid'leri günah keçisi haline getirmek de neyin nesi kuzum? Çok mu birikimlisiniz, çok mu kültürlüsünüz de, kimlik arayışı içindeki gariban bir oğlanın traji-komik görüntüsünü yayınlayarak eleştiride bulunabiliyorsunuz, diyebiliriz bu arkadaşlarımıza. Ya da "emo-kid'ler aptaldır, apolitiklerdir ve kültürel birikimleri yoktur" diyen birinin karşısına çıkıp "Şu andan itibaren bir emo-kid'im; beyin kıvrımlarım ve kültürel birikimimle seni bir komaya soksam 'dahi anlamındaki de'yi düzgün yazacak ve alt-kimlikleri bilinçsizce genellemekten vazgeçecek misin?" desek ne olacak? Muhtemelen başka salakça argümanlarla bize karşılık verecek ve retorikten sınfta kalacaklardır ama mühim değil.

Şu noktada bir "Emo-kid Sendikası Basın Sözcüsü" gibi davrandığım da iddia edilebilir. Emo dinledim, dinliyorum; tasniflenmiş bütün müzik türlerinin dinleyicisi olmaktan gurur duyuyorum, hayatımda hiç bir zaman bu tasnif kimliklerinin içine kendimi sokmamış olmaktan da, belki bu yüzden dışarıdan bu kadar rahat bir şekilde gözlemliyor ve yorum yapabiliyorum ama önemli olan bu değil. Önemli olan, birikim ve eleştirel kimlik barındırmayan, bir şeyi aşağılamak için ilk gereksinim olan "yüksekliğe" (high ground demiş İngiliz) sahip olmadan, aynı rakımda başkalarını yerin dibine sokma gibi beyhude bir çaba ve hatta misyon üstlenmiş olanların yarattığı mide bulantısı.

You know, like that.
Do you understand what I'm saying sir?

20080410

My Brightest Diamond - A Thousand Shark's Teeth






















Shara Worden,ne olduğuna hala anlam veremediğim, Ulusal Akordeon Şampiyonluğu gibi bir payeyi elinde bulunduran bir beyefendi ve organist bir hanımefendinin evladı olarak dünyaya gelmiş. Bu durumda, kişiliğinin temellerinin atıldığı yıllarda müzikle olağandışı bir şekilde haşır neşir olduğunu düşünmemiz için araştırmacı gazeteci olmamıza gerek yok. Kilise koroları, babadan jazz, anneden klasik müzik derken iyiden iyiye müzikle bir olan Worden'ın en beğendiği bestecilerden biri Henry Purcell'miş. Buna özellikle değiniyorum ki, hakikaten Worden'ın müziğinin "alt metninde" bir Purcell tınısı yakalamak mümkün. Tüm bunların yanında, Share Worden hanımefendinin -şahsi kanaatimce şebeğin önde yürüyeni olan- Sufjan Stevens ile birlikte çalışmışlığını da not düşebiliriz.

İşte bu hanımefendinin tek kişilik projesi My Brightest Diamond'ın, 2006 yılında çıkardığı Bring Me The Workhorse albümü, çok olumlu eleştirilerin sujesi olmuştu. Something Of And End, Dragonfly, The Good And The Bad Guy gibi şarkılar bu olumlu eleştirilerin paratonerliği görevini üstlenmişlerdi muhakkak, hala çoğumuzun zihninde ve dilindedir bu şarkılar. Ama My Brightest Diamond'ın bu başarısını salt şarkı yahut prodüksiyon başarısı olarak düşünmemek icab ediyor; bu durumun yegâne müsebbibi, Shara Worden'ın müzikal kalite algısı ve bu algıyı kolayca dinleyiciye yansıtabilmesidir kanaatimce.

Şu kertede indie-kadın-vokalist-projesi stereotipine değinmemiz gerekiyor. Bu durumda bir tasnifleme yapmamız, ve kabaca iki alt-başlıkta bu durumu değerlendirmemiz mümkün: Bir elimizde -benim Demet Akalın kalitesinden çok da yüksek görmediğim bir kalite ihtiva eden ve başarısını "hype" rüzgarına borçlu olan- CocoRosie, Róisín Murphy ve bunların türevleri; diğer elimizde ise Alison Goldfrapp, Imogen Heap gibi isimler var. Shara Worden, her ne kadar Sufjan Stevens ile çalışmış olsa da, Goldfrapp ve Heap gibi isimlerle anılması gereken bir 'müziyen'. En nihayetinde müziğinden başka sunacak bir şeyi yok ve bunu da layıkıyla yapıyor.

Yaptıklarını gözlemlemek adına elimizdeki yeni veri, aslında Haziran 2008'de çıkacağı açıklanan ve fakat nisan ayında sızan yepyeni albüm, A Thousand Shark's Teeth. Shara Worden bu albümle kendi çizdiği çizgilerinin dışına çıkmamış olsa da, belirgin bir gelişim ya da oturmuşluk kazanmış olduğunu iddia etmemiz mümkün. Bu da şöyle bir bakış açısının temelini atıyor; gerek albümdeki enstrüman kullanımı, gerek vokal karakteriyle "kadın vokalli indie grubu ürünü" değil, klasik müziğin çağımızdaki izdüşümüne denk gelecek bir albümün ortaya çıktığını düşünebiliriz. Bu noktada şarkılara da ucundan değinmek icab ederse; Inside A Boy'un tipik bir "a1" şarkısı olduğunu söyleyebilir, The Ice&The Storm'da belirgin bir Frou Frou göndermesine tanık olabiliriz. Ama bu iki favorinin yanında albümün gizli hazineleri kanımca To Pluto's Moon ve Bass Player ki bu da bizi neredeyse bütün ehemmiyetli şarkıların ard arda geldiği gerçeğine ulaştırıyor. Bu belki prodüksiyonla ilgili bir sorundur yahut 2 ay evvelden sızmış bir albümün barındırdığı ufak bir eksikliktir; ama müzikal açıdan albümün kalitesine gölge düşüremeyecek olduğundan şahsen benim hiç umrumda değil.

Sanatçı: My Brightest Diamond
Albüm: A Thousand Shark's Teeth

Şarkı listesi:
1- Inside A Boy
2- The Ice & The Storm
3- If I Were Queen
4- Apples
5- From The Top Of The World
6- Black & Costaud
7- To Pluto's Moon
8- Bass Player
9- Goodbye Forever
10- Like A Sieve
11- The Brightest Diamond

DOWNLOAD.

20080409

Radical Noise (veya Eski Aşklar Rüyalarda Yaşar.)














Yıllardan 1998, aylardan kasım. Yaşım 12, yeni yeni İngilizce öğreniyorum. Okulumuz, eski püskü, içi sigara kokan, koltuklarının süngerleri fışkırmış bir otobüsle bizi İstanbul'a götürüyor; İngilizce'mizi test etmemizi sağlayacak bir TOEFL ilk aşama -KET- sınavına. Sınava giden küçük çocuklar olarak yanımıza aldığımız "yumuşak uçlu kurşun kalem", silgi, poğaça ve su gibi olmazsa olmazların yanında, ben de bir discman'e sahibim. O zamanlar ne mp3 player'lar, ne md'ler var; discman ise otobüsün her sallantısında iki saniye duruyor, koca iki kalem pille maksimum 2 saat dinlenebiliyor ve taşımak için bir çantaya ihtiyacımız olduğunu söylememiz de mümkün. Discman'imin içinde bir Rolling Stones Best Of'u var; kuzenler alıştırmış U2'lara, Metallica'lara, Rolling Stones'lara, öylesine dinliyoruz. Herhalde en çok Start Me Up'ı dinlemiştim o gün yolculuk esnasında, sınava gidene kadar da pilim bitmişti zaten.

Neyse uzatmayalım, sınav bitti, öğretmenler bizi "ödül" olsun diye -o zamanlar çok şaşırdığımız- o koca alışveriş merkezlerinin ilki olan Capitol'e götürdü. O zaman Raks'ı Doğan Grubu almamıştı, D&R henüz ortada yok, onun yerine Raks Müzik Market var; o Raks Müzik Market'in içinde de bir cd; Radical Noise'un Make A Wish'i. Bütün harcanacak paramı bu cd'ye verdiğimi, okul arkadaşlarım hamburger yerken aç kaldığımı hatırlıyorum, ama en azından iki çift pil alacak kadar da param kalmıştı. İşte bu cd ve bu iki çift pilin hayatımı değiştireceğini, dönüş yolu esnasında hiç düşünmezdim ama çat pat İngilizcemle okuduğum -yukarıdaki- manifesto ve bu olağanüstü müzikten etkilendiğim kesindi. O gün benim Radical Noise ile tanıştığım gündü ve müzikle ilgili hiç bir hissim, o günden sonra eskisi gibi olamazdı.

Ben daha ilkokul önlüğümü yeni giydiğim zamanlarda kurulmuştu Radical Noise bir punk-rock trio'su olarak. Ardından vokalist Kerem Onan gruba dahil oldu ve 1994 yılında ilk split ep'lerini çıkardılar, ki ben yıllar sonra bu ep'yi gördüğümde bir Stendhall Sendromu'na yakalanacak, uzunca bir süre etkisinden kurtulamayacaktım. "Sevdasız Hayat Ölümdür" gibi olağanüstü bir isimle yayınlanan bu ep'den sonra grubun ilk albümü 14 More Reasons To Burn Us Down yayınlandı.

14 More Reasons To Burn Us Down, grubun ilk dönemlerindeki çiğ sound'un farklı bir mertebeye ulaştığını gösteren bir albümdü, hardcore/crust'a daha yakın bir sound ile ve daha da önemlisi hala dinlendiğinde etkileri gözlemlenebilecek kadar kaliteli şarkılarla bezeli bu albümde iki şarkı -şahsi kanaatimce- diğerlerinden daha ön plana çıkmayı başardı. Bunlardan ilki, Körsün'dür. Grubun sadece müziğiyle değil, söz yazma becerisiyle de ne kadar önemli bir aşamada olduğunu göstermekle kalmaz, yıllardan beri süregelen "Türkçe rock yapılmaz" tartışmalarına da esaslı bir tokat aşkeder. 14 More Reasons To Burn Us Down dahilindeki diğer önemli şarkı; A Morning In Istanbul, öyle güzel bir "İstanbul sabahı" portresi çizer ki, sabahın 0600'sında Taksim Meydanı'nda güvercinleri beslediğimiz bir ileri-zamanın bile fon müziği olarak aklımıza düşebilir bir çiy tanesi gibi.






















Sanatçı: Radical Noise
Albüm: 14 More Reasons To Burn Us Down

Şarkı listesi:
1- Mess
2- Opprssed Truth
3- A Morning In Istanbul
4- Rising Values
5- Radical Noise
6- Körsün
7- Choose Your Way
8- Provocated Nation
9- Utopia Eliminated
10- Legal Murder
11- Raped Life
12- Suffer Wastage.

DOWNLOAD.


Ve Make A Wish; Burn A Fire ile başlayan, arşivimdeki en iyi albüm özelliğini 10 yıl geçmesine rağmen koruyabilen o magnum opus. Tek bir şarkı yoktur ki içinde, "yetersiz" diyebilelim, tek bir nota, tek bir söz barındırmaz mükemmeliyetini bozacak. Kapağında şöyle yazar: "The only mask I wear, is the one I was born with" içinde ise "Just From The Heart".

İşte bu sadece kalpten gelen albümün içinde, işbu yazının en yukarısındaki manifesto bulunur. Tansu Çiller hükümeti, örtülü ödenek tartışmaları, 90'ların ilk ekonomik krizi, her gün ayyuka çıkan şehit haberleri ile gerim gerim gerilmiş Türkiye iç-siyasetinin yanında, Dünya siyasal konjonktürün en kanlı yıllarından birinde yapılan bu manifestoyu şimdiki statüko ile karşılaştırdığımıza neredeyse HİÇ BİR ŞEYİN değişmediğini görmek oldukça ilgi çekici bir durum oluşmasına sebebiyet veriyor.

Bu anlatageldiğim siyasal durumun albümün sadece kitapçığına sirayet ettiğini söyleyemeyiz. Her şarkıda, öldürücü bir dozla yüzümüze vurulan bu gerçeklerle yanında kişisel krizlerin, yine Radical Noise şairaneliğiyle, harmanlandığı bu albümü, işte o 10 yıllık cd'den aktararak sunuyor olmak bana inanılmaz bir duygu veriyor; 12 yaşında bir müzik marketten aldığım cd'yi, aradan 10 yıl geçtikten sonra bir internet sitesi aracılığıyla başkalarıyla paylaşıyor olma fikri benim için tanımlanması imkansız bir durum.






















Sanatçı: Radical Noise
Albüm: Make A Wish

Şarkı listesi:
1- Burn A Fire
2- Chaos Flows
3- Just A Little Bit More To Survive
4- Actor Acts Well
5- Make A Wish
6- Only Silence Remains
7- Hear My Heartbeat
8- Governmentality
9- Joy
10- Revolt
11- Heaven Somewhere Else
12- September Notes
13- Back Out

DOWNLOAD.



Aradan yıllar geçti; Türkiye'de çok şey değişmiş gibi gözükse de hiç bir şey değişmedi. Siyah t-shirt'ler giyenler, şimdinin "demokrasi" sözünü ağzından düşürmeyenlerin baskısı sağolsun, birer birer toplandı, dövüldü; "rapçi"ler "metalciler"le kavga etti, kutuplaşmalarda yeni bir parantez açıldı. Bu dönemde Radical Noise, Plan-B'yi çıkardı; Angry Son ile "benden nefret et, beni kendinden nefret ettir; böylece birbirimizden nefret ederiz" dedi; kutuplaşmalar arasındaki parantezi kırdı, "farklılıklarımız, kalplerimizi taşlaştırdı" diye ekledi. Uyan ile müzikal janrlar arasındaki farklılıkların kalıplarını rap vokal ile kırdı; Çığlık ile Sivas Katliamı'nı yüzümüze bir kere daha vurdu, Bazen ile yüreklerimizi dağladı. Sonra eleman değişikliklerine, uzaklıklara, ayrılıklara dayanamayarak tarihin sayfalarındaki yerini aldı. Gönlümüzdeki yeri ise, her ani konser haberiyle perçinlenecekti.






















Sanatçı: Radical Noise
Albüm: Plan-B

Şarkı listesi:
1- Angry Son
2- Offline Detector
3- Sweet Revenge
4- Uyan
5- Color Of Hate
6- Gone
7- Çığlık
8- Nothing Personal
9- Fade Away
10- Bazen
11- Kids Don't Care

DOWNLOAD.


Radical Noise; bence Türkiye semalarından çıkmış en kaliteli grup; sadece müzikal gelişimimi sağlamakla kalmadı, müziğin içindeki hissin önemini bana öğreten isim oldu. Limbo Pillow'da daha önce hiç yer vermediğim bir müzik türünü, hardcore'u icra etmelerine rağmen, söz konusu muhteviyatla ve saymış olduğum kişisel sebeplerden de ötürü, belki de bu yazılardaki düşüncelerin en çok uyuştuğu grup olmasından mütevellit, uzunca bir yazı yazmam önlenemezdi. Radical Noise dağıldı, hardcore'un modası geçti ama ne gam; yaptıklarını moda ile değerlendirecek değiliz a, şimdi dinlediklerimizin yanında çok farklı bir müzikal içeriğe sahip olmalarının ne önemi var söyledikleri bu kadar kalpten, bu kadar samimi ve bu kadar gerçek iken? "Just from the heart" söylemiyle girdikleri kalbimden onlara borcum bu yazı ve tüm bu albümler. Belki eskilerde saklı bir ses, belki de hiç beğenmediğiniz bir müzik türünü icra ediyorlar; gitarlar biraz sertleşse, vokaller -sizin için- kulak tırmalasa ne olur ki, müzik janrı dediğimiz şey, tıpkı süpermarket raflarında yazılı olan tanzim şeklinin müzik kapitalizmine uyarlaması olduğu şu endüstride bunların hiç bir önemi yok. İşte tüm bunlar ışığında, aylardır paylaştığım albümlerin hepsinden daha önemli bu üç albüm; en büyük hediyem.

Limbo Pillow: Bidar.




















Kendimi de eleştirmeliyim; pire için yorgan yaktığımdan belki, ya da başka başka sebeplerden dolayı ama en çok da tepkimi ivedilikle içselleştirip, bunu yansıtmamdan ötürü. En nihayetinde, nihai bir durumdan ziyade, geçici bir Âraf dönemi yaşanacaktı, yaşandı.

"Çobanın oyuyla benim oyum eşit olmamalı" gibilerinden ukalaca söylemlerin her daim ezilen tarafı olan "çobancılık" söylemi, benim için ters bir anlam ihtiva ediyor; yaptıklarınla bir çobana dahi ulaşıyorsan, bu yaptığının ehemmiyetli bir iş olması için yeterli bir veridir. Şu Âraf döneminde benim de farkına vardığım gerçek bu; tanımadığım herhangi birine, düşüncelerimle bir nano-saniyelik farkındalık yaşatabiliyorsam, yaptığım şeye devam etmeliyim diye düşünürken, en az bir kişinin varlığından haberdar olmak, her şeye kaldığım yerden devam etmek için yeterli oluyor.

Fazla uzatmaya gerek yok; başlayalım.