20101013

The Black Heart Procession - Blood Bunny/Black Rabbit




















Şu dünyadaki istisnasız herkesin, diğer şeylerden üstün tuttuğu, kalabalıktan ayrı bir noktaya koyduğu değerler var; en sevdiğimiz pantolon, en sevdiğimiz kalem, en sevdiğimiz bardak, en sevdiğimiz yazar, en sevdiğimiz film, en sevdiğimiz grup diye adlandırıyoruz, sevgiyle ilgili bir paranteze alıyoruz. Nedenini niçinini sorgulamıyorum -sorgulayamıyorum aslında- ama her halükarda bu en sevilen şeyler, var oluş amacından çok daha fazlasını sunuyorlar insana. En sevdiğin kupadan çay içerken, o kupayı çay içmek için kullanmış olmuyorsun, filhakika çayı o kupaya koyabilmek için içiyorsun. En sevdiğin filmi izlerken ya da en sevdiğin yazarı okurken, işin kurgusunu ya da edebi değerini değil, sadece sana verilen hazzını değerlendiriyorsun. Film izlemiyorsun ama "o film"i izliyorsun, kitap okumuyorsun ama "o yazar"ı okuyorsun; çikolatayı dilin üstünde döndüre döndüre eritmek gibi. Dört dörtlük bir ritüel haline geliyor her şey ve kendini olabileceğin en huzurlu, en güvenli yerdeymiş gibi, evindeymiş gibi hissediyorsun. Bir insanın değer dünyasının genişlemesiyle huzur sığasının genişlemesi arasındaki doğrudan ilişki de buna bağlı aslında.

Şahsen, konu sanat olunca "en sevdiğim" parantezini kullanmakta zorlanıyorum ben. Burada bir sevgi skalası belirleyebilmek, bunu bareme vurmak mantıksız geldiğinden belki. Ama elbette herkes gibi, benim de ayrı noktaya koyduğum, müstesnai bir şekilde değerlendirdiğim yönetmenler, yazarlar, müzisyenler var. Şüphesiz ki The Black Heart Procession en büyük istisna olma özelliğini taşıyor benim nezdimde. 27 mayıs günü İstanbul'da, Ghetto'nun freskli, yüksek tavanlarının altında arz-ı endam ettiklerinde, bir tahta testeresi ve bir keman yayının işkence iniltisiyle başlayan müzik içime süzülmeye başladığında bu gerçeği çok daha iyi anladım. O konserden sonra bir şeyler söylemeye, bir şeyler yazmaya çalıştıysam da tek kelime edemedim hissimin tarifini mümkün kılmak için.

Ancak şu var ki, bu tarifi zor durumdan, o ritüel haline gelen deneyimden bahsetmek bir gereklilik haline gelebiliyor. Bunun bir benzeri durumu, insanların devamlı sevgililerinden ve yatak odası hikayelerinden bahsetmesinde görebiliriz. Anlattıkça kendine hatırlattığın ve tekrar yaşadığın bir noktada değerlendiriyoruz çünkü bu ritüelleri. Bu yüzden mezkur konserden yahut Six'ten bahsetmemiş olmak benim için bir noktada kötü bir şey.

Neyse ki The Black Heart Procession, ep'leriyle dünyaları titretebilen bir grup da, çikolatamı ağzımın içinde defalarca döndürmeme olanak tanıyor. Blood Bunny/Black Rabbit içinde üç yeni şarkı ve remix'ler barındıran bir mini-albüm. Yeni şarkılardan bir tanesi, Devotion, Six'in kaldığı yerden devam ediyor. Six, distopik bir dünyada müzik yapan iki müzisyenin elinden çıkmış gibiydi ve sahiden de buram buram Nick Cave kokuyordu; benzer yorumlar Devotion için de yapılabilir. Geri kalan diğer iki şarkıdan Blank Page ve The Orchid, özlenen tipik The Black Heart Procession şarkıları ki The Orchid fena halde Three'den fırlamış izlenimi veriyor. Daha önce de söylediğim gibi, The Black Heart Procession ep'ler konusunda gerçekten kalbimize nişan alan ve attığını da vuran bir grup. A Truth Quietly Told, A Boy With No Tongue, The Hideaway, Voiture En Rouge gözlerden uzak, gizli fakat fevkalade güzel ep şarkılarıydı The Black Heart Procession'ın. Bu ep'de de sanırım bu payeye The Orchid layık olacak.

Blood Bunny/Black Rabbit'in geri kalanı Six'teki şarkıların remix'lerinden ibaret. Mr Tube Suicide'dan Silence'ı, Heaven & Hell'den Heaven Below'u çıkarmış. Reggae'nin dedelerinden Lee Perry'nin ise Freeze'i hangi şarkıdan çıkardığını bilmiyorum, ama neresinden çıkardığını ne yazık ki biliyorum. Bu şarkıyı dinlememiş olmayı, içindeki The Black Heart Procession ismini görmemiş olmayı dilesem de, tesisatlı arabasıyla piyasa yapacak Türk gençlerinin artık arabalarında The Black Heart Procession dinleyebilme ihtimalleri beni mutlu ediyor.

Drugs, Blood Bunny/Black Rabbit'te iki farklı remixi bulunan bir şarkı. Jamuel Saxon'ın trip-hop vari remixi her ne kadar güzel olsa da, Eluvium'un remixi üzerine ayrı bir paragraf ayırmak elzem. Eluvium hali hazırda rüşdünü ispat etmiş, müzikal yeteneği ortada olan bir sanatçı. Yaptığı şarkıların kıymetini bir tarafa koyarsak, gerek Balmorhea için gerek Four Tet için yaptığı remix'lerle bu konuda da üstün bir konumda olduğunu söyleyebilmek mümkün. Ancak böyle ortalamanın üstü bir şarkıyı harika bir hale getirmek gerçekten büyük bir deha gerektiriyor.

Son tahlilde, her ne kadar Freeze gibi saçma sapan bir kayıt barındırsa da, The Black Heart Procession'ı özleyenler için biçilmiş kaftan Blood Bunny/Black Rabbit. Üstelik kubbe solarken, yağmurlar artarken tam da zamanında yetişiyor imdada, tatlı krizine girmiş biri için yepyeni bir kutu çikolata gibi. Lakin hiç bir şey olmasa, The Black Heart Procession özlenmese, merak edilmese bile sadece Eluvium remixi için bile dinlenilmesi zaruri.


Sanatçı: The Black Heart Procession
Albüm: Blood Bunny/Black Rabbit

Şarkı listesi:
1- Blank Page
2- The Orchid
3- Silence (Remix by Mr Tube)
4- Devotion
5- Freeze (Remix by Lee Perry)
6- Heaven Below (Remix by Mr Tube)
7- Drugs (Remix by Eluvium)
8- Drugs (Remix by Jamuel Saxon)

DOWNLOAD.

6 mırıltı.:

Tesir said...

Şu yazının kudretinin verdiği efsane bir heyecan ile albümü dinlemeye başladım, albümü dinledim, albümü birkaç kez daha dinledim, ve aklımı kurcalayan tek bir soru var; sen şu müzikten bu yazıyı nasıl çıkardın? Albüm tam bir Unkapanı fiyaskosu. Blank Page yine incelik taşıyan bir şarkı, ama sürünün yegânesi. Eluvium remix'inin hak ettiği ayrı paragrafı sahiden fazlasıyla merak ediyorum. ''Bunlar ne yapmış allasen?''

dream endless. said...

Birincisi bu albüme çok büyük umutlarla girmemen gerekir, çünkü bütünlük olmasını bekleyemezsin ep'lerde. İçine girebileceğin bir duygunun olmaması, atmosferin eksik olması önemli bir dezavantaj.

Şarkıları teker teker değerlendirirsen Blank Page çok enteresan bir şarkı. BHP klasiği olmuş piyano/gitar namelerinin yanı sıra ilk kez bu kadar ağırlıklı bir elektronik katmanı var. The Orchid ise gerçekten kambur üstü bir şarkı, bir To Bring You Back olmasa da o mertebeye yakın.

Diğer remix'leri ben de beğenmedim ama Drugs remixler için aynısını söyleyemem. Hem Eluvium hem Jamuel Saxon bence nadide işler çıkarmışlar. Nerelerini beğenmedin?

dream endless. said...

"Kambur üstü."
Ha dream'ime, ha endless'ıma.

ka' said...

the orchid başka bir albümlerinde, daha önceden olmuş bir şarkı olsaydı diyelim, bir till we have to say goodbye olabilirdi bile. geri kalanı için, kendilerine el değdirmeseler iyiydi diyebiliyorum.
çok nefis oldu burda albümü bulmak bi de, elleriniz dert görmesin.

o konseri, çaresizlikle anlatmaya çalıştım şuralarda ben, bakınmak isteği dolar taşarsanız bi ara:

http://youpromisedmetheendingwouldbeclear.blogspot.com/2010/05/kalp-kararnca-ses-kslrms.html

Anonymous said...

sanırım ilk yoruma katılmaktayım. the spell sonrası bhp'nin minval değiştirdiğini anlayabiliyorduk. six, geride bıraktığımız yılın -nezdimde- en beklenen albümüydü. öyle ki ulaştığım anda, albümü dinlemeyi ötelemeyi düşündüm. sebebi de en sevdiğim üç gruptan biri olan bhp'nin kafamda yarattığı kavram: ya beğenmezsem.. bu, zamanında nick cave'in son dönem albümlerinde de olmuştu. six kesinlikle kötü bir albüm değildi, ama işbu grubun magnum opus'ları olan 1, 2 ve the spell albümleri sonrasında ısınmak kolay değildi. hasılı six, bhp denince en iyi ihtimalle 'iyi bir albüm' olarak etiketlendirildi dimağımda. geçen ay ise bu kayıta ulaştığımda aynı duygu yine hasıl oldu, bu ep için de yine güzel bir ep diyebildim. ama açıp açıp dinleyebildiğim bir kayıt olmadı ne yazık ki, tıpkı six gibi..
yukarıda bahsettiğim paradoksal durum biraz -hatta mebzul miktarda- dinleyici ile ilgili. 27 mayıs günü -yarım- bhp'yi en önden izlerken gerek o ağaç testereli sahnelerde, gerek eski şarkılarda ve gerekse six'teki şarkılarda hissettiklerimi ancak saçmalayarak neşredebilirim (hele ki tobbias'ın heaven and hell'deki bir davul bir klavye arasında mekik dokumasında..). ama özellikle bu kayıt, sanki, biraz 'hadi bir ep basalım' düşüncesiyle oluşturulmuş gibi. şunu söyleyebilirim: evet güzel bir ep. ama sadece güzel, o kadar..
yine de bilemiyorum, belki de biz dinlemesini yeteri kadar beceremiyoruzdur. bu da olası..

dream endless. said...

Six benim de en fazla beklediğim albümdü. Neden bilinmez en çok şehiriçi transportasyon esnasında dinliyorum bu tip sevdiğim albümleri. Six'te de öyle oldu ve gidip şöföre sarılasım geldi, ihanete uğramış, yolunu kaybetmiş üç-beş yaşındaki bir çocuk gibi.

Six'in bir iki şarkıdan ibaret bir albüm olduğunu düşünürken, konser algımı tamamen değiştirdi. Kıymet yüklemediğim, görmezden geldiğim şarkılar bile beni baston yutmuş, boğazına 3 jiletli traş bıçağı kaçmış, gözlerine de kırmızı sulu boya damlatılmış bir adam haline getirmişti. Deneyimler bazen böyle mühürleniyor; artık o kıymet vermediğim şarkıları dinlerken yine boğazımın kuru kuru yandığını, gözlerimin lav gibi olduğunu gözlemliyorum o konserden. Demek ki sabit "güzel"den ya da "vasat"tan çok, yüklenen anlamlar daha baskın. Böyle olunca ben galiba o konserin anlam filtresinden geçiriyorum bu ep'yi de ve anlaşılan uzun süre de böyle olacak bu BHP konusunda.