20090714

Zeki Müren ve Şarkıların Gözünü Kör Etmek.






















Hafızam gerçekten kuvvetlidir, yıllar öncesinin olayını gününe tarihine hava şartlarına kadar hatırlarım. Bu durum, zaman zaman "süpergüçlerin trajik bedelleri" kıvamında bir yaşantıya zemin olabiliyor; tatsız, utanç verici anıların hafızada yer etmesi ve hiç olmayacak anlarda su yüzüne çıkmasıyla birlikte kripton görmüş Clark Kent gibi iki büklüm olabiliyorum. Mesela küçüklüğüme ait anılar içinden, anaokulunda Tarkan taklidi yapmış olmam hayatta üstesinden gelemeyeceğim bir anımdır ki kim bilir ne tip psikolojik travmalara yol açmıştır, yazarken bile tereddüt ettiğim düşünülürse.

Ama bakınca çocukluğumun, bilhassa müzikal kısmının tuhaf ve dahi garabetlerle dolu bir süreç olduğunu görüyorum. Hayatıma birer abi gibi sirayet eden kuzenlerin Guns N' Roses'lı, Depeche Mode'lu müzikal öğretilerinin yanında, annenin billûr sesiyle daha da bir derine giren türkü aşkı, babanın ise Türk Sanat Mûsikisi tutkusu arasında kalmış bir çocuktum, beş-altı yaşlarında. Yaşın ve özel kanalların gereği olarak yeni patlayan pop müziğe kayan gönül ve kulakları da işin içine katılınca, ortaya gerçek anlamda karışmış bir kafa ve ruh dünyası çıkıyor. Kafanın ve ruh dünyasının karışıklığıyla patlayagelen davranışların ve aşikar olan müzik tutkumun ışığında, vardığım nokta, anaokulu sonrası mûsiki cemiyeti ve mandolin dersleriydi. Dönemin, göbek bağı birlikte kesilmiş gibi birlikte hareket eden ve taso kökmece, Gameboy kartuşu değiş tokuş etmece gibi eylemlerin paylaşıldığı tek dostu ile gidilen bu mandolin derslerinden bir yıl sonra, hocalarımız ve ailelerimiz mandolin gibi "çocuksu" enstrümanlar yerine ud, keman gibi yükte ve ruhta ağır enstrümanları henüz ilkokula gitmeyen "çocuk"ların eline tutuşturacak, bir Türk Sanat Mûsikisi duo'sunun hayalleriyle yaşamaya başlayacaklardı.

Babamın verdiği keman siparişinden yolculuğa kadar geçen süreyi, Ankara yolculuğundan kemanla dönmesi için gecenin kör saatlerine kadar beklediğimi, kutuyu açtığımda içime çektiğim vernik kokusunu, reçinenin büyülü rengini, tellere ilk değdiğimde çıkan gıcırtıyı hiç unutmam. Velhasıl, altı yaşında bir çocuk olarak neredeyse yarı boyum büyüklüğünde bir enstrümanı, hem de Türk Sanat Mûsikisi gibi hiç de eğlenceli olmayan bir müzik eşliğinde çalmaya başladım ki, bana çokça sıkıcı gelen bu durum, aradan bir kaç yıl geçtikten sonra büyülü bir hal almaya başladı. Tabii enstrüman öğrenme sürecinde tek arkadaşla birlikte olmak, bir süre sonra hakikaten çay bahçelerinde, okul törenlerinde insan minyatürleri olarak İntizar, Duydum Ki Unutmuşsun gibi şarkılar çalmak, benden daha iyi vibrato yapan Engin'e fena halde gıcık olup akorunu bozmak gibi bir çocuğu mutlu edecek şeylerin ortaya çıkmasıyla birlikte müziği sevmeye başladığımı fark ettim.

Farkındalık, insanın yaşayabileceği en güçlü duygular arasında başa oynar. Çünkü uzunca bir süre karanlıkta yaşayan ve en beklenmedik anda ortaya çıkan farkındalık duygusu, bir insanı yerle yeksan edebilme kudretine sahiptir. Ben de, müziği sevmeye başladığımı fark ettiğim andan itibaren, müziğin sadece kağıt üzerindeki notalardan ibaret olmadığını, çok daha derin bir anlam ihtiva ettiğini, çok daha büyük, çok daha kuvvetli bir şey olduğunu anlamıştım ve bu gerçek bir ok gibi göğüs kafesime girmişti.

Karate Kid ve Bay Miyagi iletişiminde bir öğrenim hayatından bahsetmek isterdim ama ne yazık ki keman hocam notayı önüme koyar, bir defa çalıp önemli yerleri vurgular, sonra odasına çıkar demlenmeye başlardı. Bunu düşününce, bir çamurdan heykel yaptığını, taşı oyarak ona bir şekil verdiğini söylemem güç olur, pek de katkısı olmamıştır bana. Ama söylediği tek şey, bugün bile aklımdan çıkmaz; "Kemanı kalbinin üzerine koyup sesi kalbinde hissetmeye başladığın andan itibaren kalbini terbiye etmeye başlarsın, keman çalan biri kötü biri olamaz."

Söylemin kötülük kısmıyla ilgili yorum yapmak abesle iştigal etmek olacaktır ve fakat kalbe en yakın enstrümanın ruhu terbiye ettiği, denek grubu bir hayli geniş olmasına rağmen bilimsel olmayan, tamamen ruhsal verilere dayanan bir gerçektir. Bugün bir Zeki Müren dinlerken bu gerçeğin ayırdına varmak benim için çok daha kolay oluyor. Bu yazıyı okuyabilen birinin de aksini düşünmesini imkansıza yakın buluyorum. Genetik ve sosyolojik faktörleri devreye sokarsak da bugün neden duygunun en naif halinin, ağırlıklı olarak dinlediğimiz müzik ne olursa olsun, yaşamın hangi basamağında yer alırsak alalım, kendimizi ister metalci ister rapçi olarak tanımlayalım, bir Zeki Müren'le ya da Sezen Aksu'yla ya da İbrahim Tatlıses'le açığa çıktığının sağlamasını yapmış oluruz. Bugün canım bir şeye sıkılsa, kafama bir çivi saplansa, benim içimden 7. senfoni açıp viski içmek değil, Zeki Müren açıp rakı içmek gelir.

Zeki Müren'in bu tip toplumsal bir sembol haline gelmesi, değerlendirilmesi gereken bir mevzudur. Bir müzisyenin rakı gibi topluma ait bir içkiyle özdeşleşmiş olması, meyhane kültürü gibi beş yüz yıla yakın bir tarihsel arkaplana sahip bir ögeyle içiçe girmesi çok ama çok şaşırtıcı bir durum arz ediyor. Hele bizim gibi dine çok sıkı bağlı, tarihi geçmişi katı kalıplarla dolu, kollektif bilinci köhnelikle örülmüş muhafazakar bir toplumun, eşcinselliği ölçüsüz sayılabilecek bir şekilde taşıyan, neredeyse cilalayan, övgüleyen bir adamı alıp baş tacı etmesi, gerçekten üzerine sayfalarca akademik tez yazılacak kadar ilginç bir vaka. Tarihin başlangıcından itibaren "asker" olan bir toplumun, askerliğe dair olan, Tanzimat Devri'nin en saygıdeğer askerlerine hitaben söylenen "paşa" ünvanını, toplumsal normlara bu kadar zıt olan bir adama layık görmeleri üzerine bile saatlerce konuşulabilir. Günümüz modern Türkiye Cumhuriyeti'nde, mabadını arz-ı cemâl eden bir Fatih Ürek'in gözümüzün içine baka baka "Kadınlarla ilişkiye girerken korunuyorum abi!" deme lakaytlığını gösterme zarureti taşımasına yol açan toplumsal dinamiklerin, sözlük anlamıyla travesti olan Zeki Müren söz konusu olunca geriye işlemesi, toplumun ikiyüzlülüğünü mü göstermektedir yoksa müzisyenin ruhsal duyguları böylece yüceltip diğer fasaryaların yok sayılmasına engel olduğunu mu?

Tüm bunlar söz konusuyken, toplumun görmek istediği kişilik modeline aykırı olmasına rağmen, Türkçe konusunda bir mihmandar olduğu için, sanatını icrasıyla güneş olma payesini haiz olduğu için bir rol modeline dönüşen Zeki Müren'in, gerek bu olağanüstü durumda oynadığı rolü, gerekse sinemizin sol cenahını terbiye eden ulvi sesini anmak icab eder. Bunu bir çeşit vazife olarak görüyorum, Zeki Müren'in ruhuma verdiklerinden sonra, kendisiyle ilgili kalem oynatmakla mesul idim. Bilen bilecektir, toplama albümlerden hazzetmem ve lakin mevzu bahis vazife ve mesuliyet duygularından hareketle, ufak bir Zeki Müren derlemesi sunuyorum. Olur ya bir gün dinler, ruhunuzun nasıl bir hale büründüğünü görmek istersiniz. Şahsen ben ne zaman, ne halde olursam olayım, tek bir Zeki Müren titreşiminde hep aynı ruh haline bürünüyorum, büyüleniyorum.

Ve ufak bir not; şu bir aylık külliyattan sıkılmış olanlar şikayet etmek yerine beni bookmark'larından, rss feed'lerinden silip Google'dan "post rock+download+blog" araması yapabilirler. Ben kısa bir süre kalem oynatmayı bırakıyorum, ağaç tepelerine tüneyip taksi çeviren Icarus, altgeçitten geçip paralel evrene giden adam gibi mühim konulardan bahsedeceğim. Umarım ki o zamana kadar da beni heyecanlandıracak bir şeyler nihayet örümcek ağlarında yerini alır. O zamana kadar, hoşçakalın.

1- Ah Bu Şarkıların Gözü Kör Olsun
2- Elbet Bir Gün Buluşacağız
3- Gitme Sana Muhtacım
4- Gözlerin Doğuyor Gecelerime
5- İmkansız
6- Rüyalarda Buluşuruz
7- Sen De Başını Alıp Gitme
8- Sevemez Kimse Seni
9- Şimdi Uzaklardasın

DOWNLOAD.

3 mırıltı.:

non playable character said...

Gitme sana muhtacim i koyarak bugunki melankoli katsayimi arttirdigin icin yan masadan sana +1 yolluyorum.

Ayşenur said...

Bu yazı muhakkak ki kafanda yazılmıştı ama uzun zamandır okunmayı bekliyordu, bilesin.

Yolu yok, bu şarkılar meyanları ertesinde birer "ah" ve birer "yudum"la dilenmeli. Beraber olsun.

Radnor said...

küçük bir veletken teleon ekranlarında 'teyzeadam' görünümlü paşamızın zaman ilerledikçe insanın kendi başına kaldığı her anda içinden bir şeyleri söküp çıkarmayı başarabilen güzeller güzeli bir insan olduğunu kavradığımdan beri çok mutluyum

bu post u özellikle senin blogda görünce nasıl da mutlu oldumk bilemezsin, üstüne bir de post rock müziğine garezim olmasa da, moronca post rock sevenlere de "hadi yavrum yandan" çekmen çok mesut bahtiyar eyledi göylü.

honolulu enfes :
http://www.youtube.com/watch?v=eAMz7HuOOPI