20090710

Gökhan Kırdar
























Hazır beklediğimiz albümler hala bekleme aşamasında ve hazır bir kaç yazıdır Türk müziğine dair bir kaç noktaya değinmişliğimiz var, aklımdaki bir iki yazıyı parmaklarıma bölüştürebilirim.

İmdi, daha önce belli başlı grupların Türk olma kimliği üzerinden övgülenmesini eleştirmiştim, malumunuz. İnsan zihninin köşeli algısına ek olarak milletçe de ekseriyetle siyah ve beyazlar arasında tercih yaptığımızdan, bir de bu durumun aksi var ki o da "bizde böyle müzik yapılmıyor" düşüncesidir; her anlamda aynı oryantalist korkudan, aynı aşağılanma dürtüsünden kaynaklanır bu.

Bizim mûsiki kültürümüz aslında yine siyah ve beyazlar üzerine kuruludur, köşelidir, uçlardadır. Ya kökleri imparatorluk dönemine uzanan Türk Sanat Mûsikisi ve Türk Halk Mûsikisi çınarları vardır ki bunlara kısaca "Türk Mûsikisi" adı verilir, ya da bunların aksi, bunların değili, bunların olmayanı olan "Hafif Batı Müziği" vardır; adı konmamış sulandırılmış komünist rejimin değişime uğrayıp Türkiye'nin görünmez enerji kalkanlarının inmesinin ardından, dışarıdan ithal edilen rock'n roll'u, pop'u, jazz'ı, diskosu, şusu busu tamamen bu ismin altında kümelenmiştirler. Doksanlara kadar göstere göstere yaptığı batı müziği taklitçiliğinden öte adım atmayan, dünya çapında tutmuş şarkıların müziklerini alıp bunlara güfte yazmaktan ibaret Hafif Batı Müziği anlayışı doksanlardan itibaren değişime gidiyor. Bu dönemde gün yüzü görmüş müzisyenleri saymaya gerek yok, neredeyse hepsi hala Türkiye'nin müzik sahnesinin içindeler. Bizim ilgilendiğimiz kısım, meseleyi biraz daha enine boyuna algılayabilen ve ne yaptığının bilinciyle adım atmış olanlar ki Gökhan Kırdar kesinlikle bu konuda bir liste yapsak başı çekebilecek bir isim.

Gökhan Kırdar 1994 yılında karşımıza çıkmış ilk defa, Serseri Mayın albümüyle. 15 sene evvelinden bahsediyorum ki kendisini meşhur eden Yerine Sevemem, ömrüm boyunca duyduğum en içten, en katıksız aşk şarkılarından biridir. 24 yaşında bir adamın böyle bir şarkı yazıp üstelik bir de bu şarkıyı ud ile çalması bir şeydir, ama var olmayan ya da varlığı tek bir çizgide ilerleyen bir ulusal müzik sahnesinde kendi kendini yaratması apayrı bir şeydir. Öte yandan böyle önemli ve nadide bir şarkıdan sonra beklentilerin artmasıyla birlikte, bir sonraki albümü Tutunamadım ile Gökhan Kırdar "tutunamayacaktı" (kaç kişi bu benzetmeyi yapmıştır merak ediyorum); bu albümden akıllarda kalan tek şey Ah Ayartan Yar klibindeki Ordu-yi Hûmayun zabit üniformasıdır sanırım.

Her halükarda, Gökhan Kırdar gözümüzün önünden yok olup gitmiştir, giderken de kulaklarımızdan asla ve kat'a silinmeyecek bir şarkı bırakmıştır ki Yerine Sevemem, her aşk acısının vazgeçilmez şarkısıdır, olmalıdır da. Ve lakin, gözümüzün önünden giderken yenik ayrılmamıştır Gökhan Kırdar. Nev-i şahsına münhasır ve bu sefer dönemin kulaklarının çok daha üstünde bir hale bürünmüştür müziği; gözlerden uzak kalsa da ben bu durumun hayırlara vesile olduğunu düşünüyorum. Kozadan çıkan kelebeğin bu sefer istisnasız herkesin gözlerini kamaştırdığı düşünülürse, sahiden de durumun hayırlı bir nitelik taşıdığı konusunda hemfikir olunabilir.

Öyle ki, Gökhan Kırdar "etnotronik" adını verdiği müziğiyle, vazgeçmemizin mümkün olmadığı diziler üzerinden ulaştı kulaklarımıza. Şimdi burada değinmek istediğim iki konu var. Birincisi; Gökhan Kırdar'ın müziğinin temelindeki etnik ögelerin önemidir. Yaşadığımız toplumdan, topraktan ne kadar soyutlanmış olursak olalım, bize ait müzik bize aittir, genlerimize işlemiştir. Müzikal odağımız nereye yönelmişse yönelsin, görüş açımız ne kadar geniş olursa olsun, hangi janra gönül koymuş olursak olalım, bu toprağa, bizi bu topluma ait bir müzik kadar etkileyecek başka bir müzik türü mevcut değil. Öyle ki minibüste gide gele arabeske alışmışsın, deden bağlama çalmış, dayının bir türkü söylerken gözlerinin kan çanağına döndüğünü görmüşsün, bu ülkede eşcinsellik ne kadar garabet karşılanırsa karşılansın hala Zeki Müren ismi zikredildiğinde akan sular durur, görüş ayrılıklarının en fazla keskinleştiği dönemde dahi savunduğu görüşünü teşhir etmekteyen çekinmeyen Barış Manço'yu sevmeyen adam yaşamadı burada. Kendimden örnek verecek olursam, ki bu başka bir yazının konusudur, ninniyle uyutulduğum zamanlarda Duydum Ki Unutmuşsun dinlerken hüngür hüngür ağlamış, ilkokula dahi başlamamış bir bacaksız olarak Türk Sanat Mûsikisi çalmaya başlamış, o yaşta göğüs kafesimin sol tarafını nihavend makamıyla terbiye etmişim. Bugün dünya üzerindeki en harika besteye sahip, en harika enstrüman tekniğiyle kaydedilmiş bir şarkı bir Veda Bûsesi, bir Gökyüzünde Yalnız Gezen Yıldızlar kadar etkileyemez beni, mümkünatı yok. Gözlerinde ve sakalında yılların ağırlığını taşıyan bir adam sıcacık çayın yanında bir de türkü ikram ettiğinde hissedeceğin şeyi hiç bir konserde, hiç bir janr tanım aralıklarında bulamazsın. Evvela bunda mutabık olalım; bu kadar bize ait müziklerin, bize ait enstrümanlarıyla ilgilenen, kanun ile ud ile dümbelek ile yapılan müziğin tamamen bizolmayan bir elektronik yapıyla sentezlenmesi fazlasıyla cesur bir adım. Ki bugüne endeksle bizi pek de şaşırtmayan bu durumun, dönemin şartları açısından ilkler arasında yer aldığını söyleyebiliriz. Tabii ki bu etnik dokulu elektronik müzikle tanışmamızın Gökhan Kırdar ile olmaması doğal, en nihayetinde yıllar yılı aşağılanan, ve dahi bir küfür haline getirilen "çingene" tarafından icra edilen müziğe burun kıvıran ama elin Amerikalısı yapınca o Balkan müziği festivali senin, bu Balkan müziği vapuru benim koşturan; dinleyenlerinin kıro, jiletçi, cahil diye imgelendiği arabeski Murathan Mungan pazarlayınca dilinden Özcan Deniz'i, Müslüm Gürses'i düşürmeyen karaktersiz bir dinleyici kitlesinden bahsediyoruz.

Aynı dinleyici kitlesinin kendini pazarlama promosyonlarından bir diğeri olan "televizyon izlemiyorum" duyurusu da, Gökhan Kırdar'ın müziğiyle ilgili değinilmesi gereken bir diğer konudur muhakkak. Kim çıkardı bunu bilmiyorum, kim bu duyurudan medet umdu ama sonuç olarak bu fikir kalıplaşmıştır, kabul edilegilen bir gerçek haline gelmiştir. Baktığımız her yerde televizyon izlemediğini bize duyurmak için binbir takla atan, ama bununla yetinmeyip televizyonu ve televizyondakini aşağılamaktan da çekinmeyen birini görüyoruz. İstisnasız her seferinde, Reklamcılığa Giriş-101 dersinden apartılmış terimlerle süslenen tespitlerle şahlanan bu birilerinin, zinhar televizyon izlemedikleri halde nasıl bu berbat, bu toplumun böğrünü hançer gibi yaran programlarla ilgili yorumlar yaptığı her zaman bir muamma olarak kalmışsa da, muammanın çözümü "zap yaparken rastladım", "annem izlerken gözüm kaydı" formülünden bir adım öteye gitmiş değil şu kadar senedir. Ben de biliyorum acıklı programların kendi acılarımızı örtüp daha kötüsü de varmış diye rahatlamamıza yol açtığını, kurgu hayatlar içinde gerçek hayatımızın sıkıntılarından kaçtığımızı, televizyonun günlük yaşantımızı bütünüyle manipüle ettiğini, oturup bu konuda uzun uzun iki tez yazacak kadar ilgili ve tepkili olmama rağmen şu koltuğa yaslandığımda yaptığım şey herhangi bir magazin programını açıp "Teoman yine ne yaptı! Baam! Yine ne yaptı! Baaam! Yy-yin-yin-yine ne yaptı!" spotlarını takip etmek oluyor. Hiç çekinmiyorum bunu yapmaktan da, bugüne bugün tek bir karşı cins de vay efendim magazin programı seyrediyorsun diye benden uzaklaşmadı, oturup sevgililerimle de aynı programları izlemekten çok büyük keyif aldım üstelik, bütün gün yıldızları izleyip Cummings şiirleri okuyacak değiliz. Anlaşılmayan nokta işte burası, ama bu durumun ayırdında olmayan ve kendini bu şekilde tanımlayan, bu şekilde pazarlayan bir kitlenin sayıca üstünlüğü düşünüldüğünde, Gökhan Kırdar'ın televizyon dizileri için yaptığı şaheserlerin görmezden gelinmesi, alelade bir müzisyenmiş gibi değer görmemesi şaşırtıcı olmuyor.

Misalen, Ölümsüz Aşk isimli dizi için yapılan Eylül ve Ölümsüz Aşk gibi şarkılar, bu blog dahilinde yer alan, elektronik bir altyapı üzerine inşa edilmiş şarkıların hiç birinden geri değiller. Benim algım ışığında, içinde barındırdığı benim damak tadıma uygun tatlar ile çok daha evlalar üstelik. Haziran Gecesi ya da Kurtlar Vadisi izleyicisi olmayabilirsiniz ama bu diziler için Dayan Kalbim, Yağmur, Bu Aşk ve daha bir çok şarkı, bugün adını besmeleyle andığımız, dahi kategorisine yükselttiğimiz çoğu elektronik müzik sanatçısının şarkılarına taş çıkartabilecek nitelikteler. Bu noktada şarkının nerede kullanıldığı bir kıstas olmamalı, destek destek diye konuşmaktan başka bir şey yapılabilseydi Gökhan Kırdar da parasını televizyon dizileri için müzik yaparak değil, salt müzik yaparak kazanıyor olurdu.

Öte yandan, bu kadar kayda değer bir müzik yapan, üstelik bunu yaparken kendi keşfettiği formüllerden yararlanan bir müzisyenin bu kadar az ilgi görmesi, eserlerinin bu kadar az dinlenmesi, bir müziksever olarak benim için hazin bir durum. Velhasıl kelam, Gökhan Kırdar'ın yaptığı işlere hakettiği değeri vermenin zamanıdır, Limbo Pillow buna vesile olmak için gönüllü bir zemindir. Vesile niyetine, kendi ellerimle derdiğim bir Gökhan Kırdar derlemesinden faydalanılabilir.

1- Yerine Sevemem
2- Üstüme Basıp Geçme
3- Sürünerek
4- Dayan Kalbim
5- Go On My Heart (Viola Remix)
6- Yağmur
7- Bu Aşk
8- Eylül
9- Ölümsüz Aşk

DOWNLOAD.

5 mırıltı.:

k.a. said...

karaktersiz müzik dinleyicisi hakkında yazdığının altına imzamı atıp bir de örnek vereyim mevzuyla ilgili. hem de bu yazının öznesi olan gökhan kırdar'la ilgili.

tarih: 17 mayıs 2000
yer: ege üniversitesi şenlik alanı

tarihten anlaşılabileceği gibi galatasarayımın uefa finali var. maç şölen alanına kurulan dev ekrandan izlenilecek. öncesinde gökhan kırdar konseri var. o alanda sıkış tepiş toplanmış bir sürü genci eğlendirecek ve maça hazırlayacak. sahneye çıktı "yerine sevememem"'i icra etti herkesin katılımıyla. daha sonra yeni parçalarını söylemeye başladığında seyirci bir anda dellendi. artık maçın başlaması için sabırsızlıktan mıdır nedir, sanki gökhan kırdar mikrofondan seyirciye ana avrat küfretmiş gibi sahneye pet şişeler fırlatmaya, metal konserlerinde ergen yurdum metalcisinin alt gruba yaptığı muamele gibi orta parmağını göstermeye, yuhalamaya başladı. birkaç densizin başlattığı bu olay ortamdaki gaz sıkışmasından dolayı yayıldıkça yayıldı. ve o akşam kırdar'a ayıbın büyüğü edildi.

o akşam orada bu taşkınlıkları yapanların kaçı yıllar sonra kılab ortamlarında kıçını başını anlamsızca hareket ettirip dans etmiştir hep merak ederim.

Unknown said...

ŞU YAZ GÜNÜNDE YAPILACAK İŞ MİYDİ BU? SEAN PAUL ALBÜMLERİ İSTİYORUZ

dream endless. said...

Sevgili Koray,

İnsanoğlu karaktersiz bir varlıktır, karaktere sahip olan kısmı özel bir kategoride değerlendirilmelidir. Galatasarayım diyince, 17 mayıs diyince, üzerine Hasan Şaş diyince, Bülent Korkmaz diyince ne dediğim daha net anlaşılır.

brandon said...

muhtemelen olanaklar açısından daha şanslı olan, ama bir yol yordam keşfetme konusunda benzer bir yerde duran cemali ikilisini de unutmamalı. gökhan kırdar'ın sesi ise çok küçüklüğümden beri saç diplerimde bir karıncalanma yaratagelmiştir, keyfine dinleyemeyecek kadar ciddiye aldırır kendini. kompozitörlüğünün yanında bana bu da inanılmaz gelmiştir hep.

Anonymous said...

piyano darbeleriyle "kafes" de olsa bendeki best of listesi olcakmış (: "söz gerekmez! bedenim uçuşur sıcak emeline, kuşa kafes sunulmaz ama hep böyle bak..."

bu arada ölümsüz aşk dizisini tekrar izleyebilsek keşke. eylül ve ölümsüz aşk şarkılarını dinleyebilmek için dizinin sitesi arka fonda kalırdı hep zamanında. hey gidi..