Türkiye'nin hiç tartışmasız en fazla okunan blog'u aynı zamanda maalesef futbol blog'u furyasının tetiğini de çeken Aceto Balsamico'nun tepesinde, Nick Hornby'nin şu sözleri yazar: "I fell in love with football as I was later to fall in love with women; suddenly, inexplicably, uncritically, giving no thought to the pain or disruption it would bring with it.". Hornby, bir kadına, birine duyduğu aşkı açıklanamazlıkla, anidenlikle, hesapsızlıkla açıklamıştır. Gelgelelim bu açıklama en iyi ihtimalle, iyimserlik kokmaktadır. İnsanın, başka bir insana duyduğu aşk, aşkın karşılık içeren tek halidir ve asla saf değildir. Aksini düşünmek, Kabil ve Habil'e kadar uzanan kadim bir lanete karşı gelmek olurdu ki bunu istemeyiz. Meseleyi tarihsel uzantılardan değerlendirip "günümüz dünyası..." şeklinde başlayan cümleler kurmak ya da at gözlüklerine hohlayıp gözüme geçirdikten sonra "ülkemizde bu böyledir..." nutukları atmak meselenin gazını kaçırır.
Mesele insanlıkla ilintilidir. İnsan, kendine bazı sınırlar çizer, ibadına ve ibadetine sadık kalır, kırmak istemeyi düşünmek dahi istemediği için Tanrı'yı yaratır, duyguları hakkında değiştirilemez olduğunu söylediği fikirler öne sürer, kurucu yasalara "değişmesi teklif dahi edilemez" maddeler koyar; hepimiz bunu yaparız, bu insani bir durumdur, insanlığın tanım aralığı dahilindedir, nefes almak kadar tabiidir. Fakat Dünya dönmektedir, Güneş sönmekte, Evren genişlemekte, hücrelerimiz hızla ölmekte, yüzümüz kırışmakta, saçlarımız beyazlamaktadır, değişmek zaruridir, kaçınılmazdır. Değişim, ayağımızdaki ibadı sıkar, ibadetimizi güçleştirir. Çoğu insan sıkıntıya gelemez, ibadının tekrar gevşeyeceğini ya da ayağının daha inceleceğini düşünmez, değişime ayak uydurmaz, sabır etmez, sıkıntı için çözümler bulmaya çalışır. Habil ve Kabil'den beri, seven insanların çoğu, değişime ayak uydurmak için, sıkıldığı için, korunmak için, yalnız kalmamak için, güvende hissetmek için, diğer seçenekleri zor bulduğu için, yapacak daha iyi bir şey bulamadığı için sevmektedir, sever gözükmektedir, sevmeye çalışmaktadır. Din parantezindeki sevgi de budur, futbol sevgisi de budur, insan sevgisi de budur, edebiyat sevgisi de budur. Kendini güçsüz hisseden, korunma ihtiyacında olan, yalnız bir insan kendi fikrinden bir tanrı yaratarak onu sever; eylemsizliğin kara deliğindeki biri bu eylemsizliği hayatını bir futbol takımına adayarak kırma arzusundadır; çok mühim olduğu düşünülen ama çok basitçe çözülebilecek ihtiyaçların karşılanması için en yakındaki en uygun olan insan sevilir; sevecek hiç bir şey bulamayan kitaplarını sever ya da sevgisini gömdüğü kitaplar yazar.
Yazarların çoğu, kendi duygularını yazıların içine gömmekten çok o duyguları yazının topografisine yerleştiren yazarların hepsi, "sevgili okurlar" demeyi çok severler. Okur, sen değilsindir. Okur, yazarın kafasında yarattığı bir sevgili modelidir. Okuruna ilan-ı aşk eden bir yazarın yanına giderseniz muhtemelen adamcağızın fıtratından, günlük muhasebelerinden ya da vakıf olmadığımız kimbilir hangi sebepten terslenecek ve şaşıracaksınızdır. Okur, yazar için bir sevgiliyi işaret ediyor olsa da, gerçekte kalabalıktan müteşekkil bir kavramdır. Her kalabalık gibi kötüdür, kokar, yapış yapıştır ve aptaldır. Bunu rahatlıkla söyleyebiliyorum çünkü bu yazdıklarımı okuyan bir kalabalıktan söz edilse, bu kalabalığın çoğundan hazzetmeyeceğimi biliyorum. Bunu bilmeme rağmen, oturup kimseye anlatmayacağım sırları burada fısıldayabiliyorum, göğüs kafesimi açıp teşhircilik yapabiliyorum, çünkü bunu kafamdaki okur kavramından çok, kafamdaki sevdiğim kişi için yapıyorum, varolmayacak, bu yazıları asla okumayacak ve mükemmelik pozlarımı karanlıkta yalnızken bile bozmadığım biri için, bir düşünce için, bir ur için. Zaman zaman, kafamdaki bu biri, bu düşünce, Allah'ın suretini dağa yansıtması gibi hasıl oluyor, dağın yerle bir olması gibi yerle bir oluyorum, aniden, açıklama kabul etmeden, eleştirmeden ve muhasebe yapmadan. Zoraki bir durumu yaşamıyorum, kurtulmak için, sığınmak için, rahatlamak için değil bu, koskoca bir infilak ve bu benim bedenimi titretiyor. Bunu yaşamakta ustayım ve talihliyim, müptelayım en fenası.
Bu durum için yaşanması gereken Güneş ve Ay tutulmaları, ekinokslar ve solstisler yorucu olabiliyor. Aynısı olmasa da benzer bir hissi bana bir tek müzik sunabiliyor; evet güzel olan binlerce şey sayabilirim, yaşıyor olduğuma sevinmek için yaptığım listeyi yaşamım bitene kadar bitiremeyeceğim için liste yapmak salakça olacaktır ama göğüs kafesime fevkalade bir yumruk gibi inen, başka bir şey yok. Thine da bu yumruklardan biri, ahûvah etmeme sebep, can yakan çok tatlı acısına büyük bir keyifle dirayet gösterdiğim bir grup.
İngiltereli Thine, baharını 1996-2001 arasında yaşamış, ardından kış uykusuna yatmış. Yazla birlikte uykudan uyanacaklarını iddia ediyorlarsa da bizi ilgilendiren ne yapacaklarından ziyade, ne yaptıkları şu kertede. 2001 yılında kaydedilen In Therapy, hayatım boyunca dinlediğim tüm albümler arasında, hakettiği değeri bulmayan albümler listesinin muhakkak ilk üçünde kendine yer bulacaktır. Adaletsizliğin "Hayat zaten adil değil ki...." klişesiyle üzerinin örtüldüğü insan zihninde bu anlaşılabilir bir durum ama aynı zamanda sevindirici de. Kirli olmayan, saf bir şeyden söz edermiş gibi kıpırdanmalar yaşanıyor insanın içinde zira, Thine'dan bahsederken.
Thine'ın müziğini bir yere oturtmak zor görünüyor. Bu "bir yere oturtulamayan müzik" kavramının da oturduğu bir yer yarattılar biliyoruz ki, ama bu yoldan yararlanma zarureti taşımıyoruz. İnsan dimağının kavramları rahat algılamak için benzerliklerden yararlandığı gerçeğinden gidersek daha net bir sonuca ulaşabiliriz ve bunun için etiket harcamak zorunda da kalmayız; naçizane tahlilim Thine'ın Shun ve Katatonia arasındaki düz olmayan bir çizgi üzerinde olduğu yönünde. Beri yandan, bazı yönleriyle hiç ama hiç bir şeye benzemeyen bir nüvesi var Thine'ın. İşte bu yüzden göğüs kafesine bir yumruk gibi inebiliyor.
Güzel şeyler zorla yaptığımız, zorunda olduğumuzu düşünerek yaptığımız, yapacak daha iyi bir şey bulmadığımız için yaptığımız, gerçekten yapmak istediğimizi yapamadığımız için yaptığımız şeyler değildirler. Güzel şeyler, zorlukları aşarak yaptığımız şeylerdir, zor şeylerdir, acı ihtiva eden şeylerdir; bunlar dikenlidirler, batarlar ve kanatırlar. Ama bu dikenlerin arasında eşsiz bir güzellik saklıdır, tarifi namümkün bir dokunuş gizlidir. Dokunun tarifsiz saflığı ve dikenin sivriliği bir arada olduğu için, ikisini bir arada ve aynı anda hissettiğimiz için vardır bu güzellik. İşte insanoğlunun anlamayadığı bu olmuştur, insanoğlu bu yüzden mutsuzdur. Tüm bunlara rağmen, mutluluğun sırrının bir harfinin noktası bu albümün notaları arasında gizli. İlk dinleyişinizde bulamazsanız lütfen bu albümü bir kez daha dinlemeden yok edin o yüzden, gidip başka şeyleri sevmeye çalışın, sever olmaya çalışın, alışmaya çalışın. Diğerleri biraz kanayacak, biraz ağlayacak, biraz ahlayacak, ve çokça tadını çıkaracaktır bu albümün, yüzlerinde bıçak gibi keskin ve hançer kadar gizli bir tebessüm olacaktır.
Sanatçı: Thine
Albüm: In Therapy
Şarkı listesi:
1- Best Kept Secret
2- Feel
3- In Therapy
4- Homewrecker Extraordinaire
5- Never Learn
6- Contact Point
7- In Red Rooms
8- Last Better Day
9- Deny Everything
10- The Bar
11- Running
12- Bleaker Audio
DOWNLOAD.
20090519
Thine - In Therapy
Subscribe to:
Post Comments (Atom)
2 mırıltı.:
geçen sene ocak şubat zamanlarında baya uzun uğraşlar vermiştim bu albümü bulabilmek için.açıkcası bence mükemmel.gerçekten insan kendini kaptırırsa uzun bi süre etkisinde kalabiliyo.özellikle never learn,last better day ve bleaker audio.ama hiç dinlememiş birine tek bir tavsiyem olabilir;o da hiç bi zaman dinlememeleri.kendilerine güvenmiyolarsa,zayıflarsa insanlar dinlememeli.teslim olabiliyosunuz tabi.hayatınızın belli bi dönemine damgasını vurabiliyo.bu iyi bişe değil,çünkü vurduğu bu dönem büyük ihtimalle hayatınızın kötü dönemlerinden olacaktır.
in therapy'nin sözlerini nereden bulabilirim? hiç bir yerde yok. iki senedir yarım yamalak anlıyorum ama müzik herşeye kadir.
teşekkürler.
Post a Comment