29 yıl önce bugün, Ian Curtis boynuna sağlamlığından emin olduğu bir ip geçirdi, ilmeği sıktı, kendini boşluğa bıraktı. Asılma vasıtasıyla ölüm vakalarının bir çoğunda ölüm nedeni tahmin edildiğinin aksine nefes yetersizliği değil, kan basıncı ya da sinirlerin zedelenmesiyle yavaş bir beyin ölümü yaşanıyor genelde. Bu ölüm hali yaklaşık on dakika sürüyor, bilinç nadiren bir anda kapanıyor, onun yerine artan zaiyatla birlikte beyin ve vücut yavaş yavaş ölüme doğru adım atıyor. Asılan kişinin hareket etmesi gözlemlenebilirken, düşüncelerini okuyamıyoruz. Ian dans ettiği gibi öldü asılırken bundan eminiz, ama ne düşündüğü hakkında hiç bir fikrimiz yok. Şunu biliyoruz, Ian boynuna bir ip geçirmeseydi ya da boynuna geçirdiği o ip sağlam olmasaydı, ölmeseydi, bugün hala yaşıyor olsaydı bir efsane olmaktan uzak olacaktı. Efsane payesi biçtiğimiz Jim Morrison'lar, Kurt Cobain'ler, Jimi Hendrix'ler için de geçerli olan bu durumun tahlilini yaptığımızda, aslında sahnede birer ilah olarak gördüğümüz kişilerin ne kadar büyük bir baskı ve korkunç bir umutsuzluk içinde olduğu sonucuna rahatlıkla varabiliriz.
Bir yanda yukarıda saydığım bu isimler var, ölüm yıldönümlerinde onları anıyoruz, seslerinden bir parça işittiğimizde irkiliyoruz, beyhûde bir çaba ile anlamaya çalışıyoruz. Bir yanda günümüzün popüler müzik ikonları, Britney Spears var, Rihanna var, Katy Perry var, Lady Gaga var; onları da sevmiyoruz, uzak duruyoruz, itici ve çiğ buluyoruz, ucuz görüyoruz. Sahiden de öyleler, iticiler ve çiğler, ucuzlar, sinir bozucular. Ama taptığımız isimler de en az onlar kadar itici ve çiğ, en az onlar kadar sinir bozucular, ancak taraf tutuyoruz; bir tarafı ruh ile ölçerken diğerini parayla ölçüyoruz. Ancak ben de benzer bir trajedi görüyorum çoğunda; o renkli kıyafetlerinin, aptalca makyajlarının altında en az karanlık rock yıldızları kadar ürkmüş insanlar görüyorum.
Yeteneği olan bir çocuğun anne ve babasının kişisel övünç duyguları yüzünden yarıştırılması, yeteneğinin tescillenmesi ve bundan sonra "ehil" kişilerce yönetilmesi, yönlendirilmesi, televizyon kanallarına, radyo istasyonlarına, konserlere çıkarılması köleliğin tanım aralığındadır benim lügatımda. Bundan daha büyük bir hayat israfı gelmiyor aklıma günümüzde, ya güzel ve gençken, satılabilirken piyasadan çekilirsin, çekilmek zorunda kalırsın (intihar edersin ya da uyuşturucu kliniğine yatırılırsın ya da kafanı kazıtır gazetecilere saldırırsın) yahut gençliğini ve güzelliğini baki kılma çabasıyla saçma sapan bir hale bürünürsün ki her halükarda ulaşacağın sonuç kurumuş mürdüm eriği, çürümüş portakal parantezleri arasında olacaktır.
Eurovision'ı izleyemedim. İnternetin olmadığı, televizyonun olmadığı, ikimizin de kedi olduğu bir yerdeydim. Telefonun tek kullanım amacı "Eurovision'da Hadise çıktı mı :D" kabilinden futbol gazetesi kelime oyunlu mesajlar olunca işin boyutu yüzüme çarpmış oldu. Hayır mesele şu her sene önümüze sunulan "biz çok önemsiyoruz, bu sanattır" alt-metinli aşağılık duygusunun dumanı hala tüten lapa pilav değil. En nihayetinde Eurovision'ın sunduğu, sanat üzerinden ülke savaştırmaca oyununun bir benzerinin adı Olimpiyatlar olunca büyük bir entelektüellik diyalektiğiyle işin içine atlayıveriyoruz. En temel paydada ben Olimpiyatlar ve Eurovision arasında hiç bir fark göremiyorum; köleliğe yakın çalışma prensipleri ve dünya dominasyonu elde edilmişçesine gurur duyduğumuz dereceler neticesinde meselenin sonuç hanesi de büyük benzerlik gösteriyor diyebiliriz.
Durumun yine "şarkılar fabrike yapılıyor, danslar hep aynı, oryantal ritmler, güzel kalçalar" noktasında olmadığının altını çizmeliyim. En yakın örnekten yola çıkarsak, Türkiye'yi temsil eden bir Belçikalı kadının bunu büyük bir borç duygusuyla yaptığına şahit olduk, kutsal bir milliyetçilik hissiyle. Hadise hakkında olumlu yahut olumsuz en ufak bir fikre sahip değilim -hayır göbeğini de kayda değer bulmuyorum- ama bir insanın yorgunluktan yüzünde yara bere çıkması, aylardır aynı şarkıyı söylediği için ruhunu kusarmış gibi bakması benim için en az Ian Curtis'in hayattan soğuyup intihara kanaat etmesi kadar acıklı bir durum. İsimleri değiştirdiğimizde denklem değişmiyor, değişkenlerin yanında müzik endüstrisinin sabit çarpanları hep yerli yerinde kalagelmiştir. O yüzden sevdiğimiz, sevmediğimiz, taptığımız, nefret ettiğimiz her isim için peşinen üzülüyorum. İntihar etmez çocuk sahibi olursam, Britney Spears'ın ölümünden sonra yaşanan hengamede bu yazıyı çocuğuma okutmayı planlıyorum, o zamana da değişen bir şey olmayacağını biliyoruz.
20090518
Boynumuzdaki İlmek.
söyleyen; dream endless. at 17:15
Subscribe to:
Post Comments (Atom)
5 mırıltı.:
aynı derecede şaşkın ve tatmin olmuş hissediyorum; her bir kelimesine sonuna kadar katıldığım bir yazı yazmışsın eline sağlık yine ;)
okuduğum en güzel yazıalrdan biri tartışmasız. sıkılmadan keyifle okudum. saol.
blogunuza ulaşmama neden olan olaylar zincirini bir kenara bırakıp. büyük oranda katıldığım, bir kısmına da muhalefet çıktığım yazınız üzerine naçizane yorumlarımı getirmek istiyorum.
Ian Curtis avatarını gördüğümde, altına kötü bir yazı yazılabileceğini aklımdan bile geçirmedim. aklımdan geçirmediğim de başıma gelmedi nihayetinde. kendini, o ipin boyun kısmı dışında bir bağlantısı olmadan, aşağı saldığında, dünya'ya acınacak gözler ile son bakışını attığına eminim. müzikteki yozlaşmayı, hayattaki yozlaşmayı, düzendeki yozlaşmayı görerek, efsane dahi olmayı düşünmeden saldı o ipten kendini. kimilerine ders olmak istedi belki, düşünmedi belki. ama, dünyaya gözünü açmış, gerçekten açmış kişilere örnekten öte oldu. hayat amacı oldu, hissetmeyi öğretti.
eurovision meselesi ise; herkesin malûmu. artık, sokaktaki eli ağzında çocukların dahi bildiği bir mevzu. böyle ciddi bir yazıyı "eurovision" gibi "basit" ve konuya başladığınız mevzu ile kıyaslandığında -bana göre- gayet gereksiz duran bir sorun ile bitirmeniz, beni üzdü açıkçası.
ama, yazınızı gerçekten takdir ettim. blogunuzu takip edeceğim, iyi günler dilerim. =)
Hüseyin,
Yazıları genellikle nereden nereye bağlayayım metodolojisiyle yazmıyorum. Öylesi sahte gözüküyor, buradan vurmalıyım o halde bunu söylemeliyim gibi bir tavırdan yola çıkarsam duyduklarımı değil hedeflediklerimi yazarım. Bu bana samimi gelmiyor.
Nasıl samimi olduğun biriyle hasbihal ederken a konusu ve b konusu arasında bir köprü uzanıyorsa ve sen Hıncal Uluç'un futbol yaklaşımından bahsederken bir anda fulara fulardan da türbana atlayabiliyorsan benimkisi de o hesap işte. Ian Curtis'in ölüm yıldönümü, Eurovision'ın yarattığı hengame, Ian'a sirk maymunu muamelesi yapılması, Eurovision'ın politik sirk haline gelmesi ve tüm bu düşüncelerin kelime haline evrimleşmesiyle olmuş bir şey bu. Yani benim sorunlara parmak basmak gibi bir iddiam yok, bunu bilmeni isterim. Ne duyuyorsam onu yazıyorum.
İltifatların ve yorumların için ayrıca müteşekkirim. Umarım okumaya ve yorumlarını paylaşmaya devam edersin.
Sevgiler.
şimdi, okuduklarım daha bir mantıklı gelmeye başladı. bence, son yazdığınız yorumu blogun kullanım kılavuzu niteliğinde, bir yazı olarak yayınlamanız. çünkü, zât-ım gibi birçok kişi bu tür bir izlenim alabilir yazınızdan.
yazmaya devam ettiğiniz müddetçe, zât-ım da okumaya devam edecektir.
sevgiler.
Post a Comment