20080615

Sigur Rós - Með Suð í Eyrum Við spilum Endalaust























Sigur Rós, haziran sonu yayınlayacağı albümü kendi internet sahifelerinden yahut last.fm'den dinlenebilir kıldığından, üzerine bir kaç kelam edeceğim bu albümün "leak" kategorisine girdiğini pek de söyleyemeyiz. Ve fakat gerek albümün müzikal muhteviyatı, gerekse albümün Sigur Rós özelindeki önemi üzerine söyleyecek pek çok şeyim var.

Evvela, şunu belirtmek gerek; Sigur Rós, icra ettiği janrın en önemli misyonerlerinden -bir janrdan bahsedebileceksek eğer- ve hiç şüphesiz ki aynı nota aralıklarını paylaştığı grupların arasında, en göz önünde olan isim. Bu Sigur Rós popülaritesinin eşyanın doğasına uygun bir sebebi ve/ya sonucu, kabul. Lakin, Sigur Rós'un, popülarite konusunu bir çeşit baskı olarak algılayageldiği fikrini daha önce de dile getirmiştim; bundan önceki Sigur Rós yazımda retorik bir soru sormuş, Jonsi'nin çello yayıyla gitar çalmasının yahut Hopelandic olarak adlandırılmış vokal şeklinin bir ilgi çekme yöntemi olup olamayacağına değinmiştim. Bunun kararını verecek ve "bu böyledir" yaklaşımıyla ahkam kesecek olmasam da, subjektif düşüncelerin tek yargı mercii olduğu bu durum özelinde benim vardığım sonuç, Sigur Rós'un yapageldikleri ışığında ciddi bir samimiyet sorunu çekiyor olması gerçeğidir. Elbette bu sonuç, beni müzikal değerleri de sorgulamaya itiyor fakat işin ikircikli tarafı şu ki, her ne kadar samimi olmasa da, her ne kadar ilgi çekme amacıyla uygulanan yöntemler barındırsa da, Sigur Rós müziğinin katiyyen olumsuz özellikler taşımamış olduğunu, aksine yüksek bir kalite standartının da yıllardır baki kaldığını inkar edemeyiz. En azından, tanıtmakta olduğum şu albüme kadar.

Beni bir sorgulamaya iten, ya da daha açık belirtmek gerekirse, uzunca bir zamandır sorgulayageldiğim konuda bir sonuca ulaşmama yol açan şey, aslında albümün içeriği daha belirgin değilken, promosyon amaçlı sızdırılan Gobbledigook idi. Bir grubun hep aynı çizgide devam ediyor olması yahut bunun tersi yönünde, müziklerine bir değişim havasının hakim olması, bilhassa Sigur Rós gibi uzun ömürlü gruplarda eninde sonunda gözlemlenecek ve her iki şartta da eleştiriye yol açacak bir evrimleşme sürecidir. Fakat, Sigur Rós gibi oturmuş bir müzikal kimliği olan bir grubun, indie-pop trenini yakalamak istercesine, tamamen farklı bir şablon kullanıp, üstüne üstlük bunu da piyasaya promosyon amaçlı dağıtıyor olması, şahsen benim için pek kabul edilebilecek bir durum teşkil etmiyor. Özellikle samimiyet sorunu olan ve dinleyicileri tarafından popülarite nehrinin akıntısına karşı koyamadığı eleştirilerine maruz kalan bir grubun böyle bir hamle yapması, bazı şeyleri netleştiriyor.

Gobbledigook için "deneysel bir yaklaşım" tanımını kullanabilirdik, albümün giriş parçası olduğunu ve kuvvetle muhtemel ilk single olacağını göz önünde bulundursak bile. Fakat bu değişimin tek şarkıyla sınırlı kalmadığını görüyoruz, albümün ikinci şarkısı Inní Mér Syngur Vitleysingur ile. Maalesef aynı indie-pop zorlaması bu şarkıda da gözümüze çarpıyor ve popülarite, samimiyet gibi kavramlarla ilgili ulaştığımız sonucun üzerini kalın bir çimento tabakasıyla kaplıyor.

Albüm, Góðan Daginn ile devam ediyor. Bu şarkının, daha Takk-vari bir şarkı olduğunu iddia edebiliriz. İşte tam bu noktada albümle ilgili ikinci bir saptamada bulunabiliriz; albüm çok keskin sınırlar taşıyan ve çok aşikar kontrastlar ihtiva eden şarkı strüktürleri arasında paylaştırılmış gibi. Indie-pop etkileşimini inkar edemeyeceğimiz düzeyde barındıran Gobbledigook, Inní Mér Syngur Vitleysingur, Við Spilum Endalaust gibi şarkıların karşısında Góðan Daginn, Festival, Fljótavík gibi "Sigur Rós" şarkılar var. Bu kadar olumsuz faktör barındıran bir albümle ilgili, bu durum bende "ne şiş yansın, ne kebap" izlenimi bırakıyor.

Kebabın yanmayan bölümlerinin lezzeti hissedilebiliyor olsa da, damağımızda unutulmayacak bir tad, dimağımızda silinmeyecek bir etki barındırmıyor. Sigur Rós bu albümüyle sadece daha fazla sıfır barındıran kontratlara imza atmakla kalmıyor, o İzlandalı saf köylü güzelinin idam fermanını da karbon kağıdın altına iliştiriveriyor. Aslında her şey, siyah beyaz bir Türk filmi gibi; yemeniler içindeki Türkan Şoray'ın önce kafasında kitapla yürüdüğüne, görgü kuralları dersi aldığına, saçlarını sarıya boyayıp sürmeden rimele geçişine ve son olarak da etrafındaki züppe erkeklere şuh kahkahalar attığına şahit oluyoruz. Esas oğlanımız zamanla aşık olunca ve en sonunda vurucu bir anda bu hanımefendinin kimliğini öğrenince şunu söylüyor; "senin gibisini zaten her yerde bulabilirdim, ama o köylü güzelini sevdiğim kadar sevemezdim."

Erler Film sundu.

Sanatçı: Sigur Rós
Albüm: Með Suð í Eyrum Við spilum Endalaust

Şarkı listesi:
1- Gobbledigook
2- Inní Mér Syngur Vitleysingur
3- Góðan Daginn
4- Við Spilum Endalaust
5- Festival
6- Suð í Eyrum
7- Ára Bátur
8- Illgressi
9- Fljótavík
10- Straumnes
11- All Alright

DOWNLOAD.

7 mırıltı.:

Tesir said...

Açıkası albümü, bir bütün olarak ''dinleyemedim'' bile. Çok acımasızca belirtiyorsam olsam da düşüncemi, Sigur Ros'un, şart ve muhakkak sunması gereken o tadı, alamadım. Başaramadım; diyorum zira, sorunun biraz da bende olduğunu düşünmek istiyorum. Tabi anlatımın için, kutluyorum.

glosoli said...

sakat bir eleştiri olmuş bana göre, albümü yüzeysel dinleyen birinin sözleri..
ben sigur ros tadını dibine kadar aldım, çünkü "samimi" olarak dinledim ve bana gayet samimi geldiler, bir kere albümde birçok kalburüstü şarkının (godan daginn, ara batur, vid spilum endalaust, sud i eyrum) yanında benim bu seneki favori şarkım "festival" gibi bir zirve var, bunları görmezden gelemeyiz, endalaust parçasına indie/pop denemez vokallerin özgünlüğünden bu apaçık ortada, biraz daha hareketli öz sigur ros parçası sadece ki bir albümde 11 şarkının hepsinin iç acıtan türde olmasını bekleyemezsiniz bu büyük haksızlık..

dream endless. said...

Albümü yüzeysel olarak dinlediğimi nereden çıkardınız bilmem ama bir sakatlıktan söz edeceksek eğer bu kabullenmeyi örnek gösterebiliriz. Keza bu eleştirinin sakat/topal olarak görülmesinin yegane sebebi, eleştirilen ismin Sigur Rós olmasıdır ki kişiler bu kadar uzun süre boyunca müzik yapagelmiş isimlerin bir değişime gidebileceğini olanaklar dahilinde görmüyor, biraz dokunulmaz bir anlam yükleniyor.

Anımsıyorum da, aynı durum Metallica için de geçerliydi; yeniden yapılanma döneminden sonra düpedüz pop-rock yapan Metallica'yı bu şekilde görmeyi reddeden bir kitle vardı, ama gerçek somut bir şekilde ortada duruyorken bunu göz ardı etmememiz gerekiyor.

Kaldı ki, albüm dahilindeki şarkıların "güzel" olmadığını söylemek zor. Son iki hafta boyunca herhalde yaklaşık 10-15 kere dinledim albümü, mp3 player vasıtasıyla olsun, bilgisayar başındayken olsun ve kulağıma batan bir tını yoktu desem yeridir. Bu noktada şunu da iddia edebilirim, bir şekilde şarkılardaki mükemmeliyetçilik formülünü yakalamış Sigur Rós'un "güzel olmayan" bir şarkı yapması zor.

Benim eleştirdiğim nokta farklı bir şey; albümün yarısında indie-pop kokan, kiminin Animal Collective'le kiminin Hot Chip'le kıyaslayacağı türden tınılar taşıyan şarkıların bulunması, diğer yarısında daha çok klasik Sigur Rós kokan (sizin tabirinizle öz ya da iç acıtan) şarkıların bulunması. Yani bir tarafta tamamen yeni ve farklı bir deneme varken, diğer yanda da bir o kadar klasik ve alışıldık bir şey var. İşte bu da beni "ne şiş yansın ne kebab" düşüncesine itiyor bir şekilde ki Sigur Rós'un bu akıntıya ne derece kendini kaptırdığıyla ilgili konuşulabilecek pek çok şey var. Elimden geldiğince bir iki yazımda değindiğim bu husus, samimiyet konusunda pek iç acıcı olmayan düşüncelere sevkediyor beni.

Buna katılırsınız, katılmazsınız, sizin tasarrufunuz, keza ortada subjektif veriler olduğunu yazımda da söylemiştim. Ama bu eleştirinin yüzeysel bir dinletiden yola çıktığını iddia etmek farklı bir yola sapmak olur.

glosoli said...

değişmeden gelişme olması imkansız, hiçbir büyük grup ilk albümünden son albümüne kadar aynı soundda kalmamıştır, bu onların samimiyetsiz olduklarını göstermez.
gobbledigook belki alışılmış sigur ros şarkılarına benzemiyor ama başka bir sounda da benzemiyor, adamlar yeninin peşinde, yadırgamamak lazım, senfonik bi şarkı da denemişler gayet de sigur ros kokuyor, kökü aynı yerde belki de farklı havalar nedeniyle farklı çiçekleniyor öyle düşünelim. ve bulundukları konum itibarıyla da "biraz hot chip veya indie takılalım o tarafın da dikkatini çekelim" diye basit düşüneceklerini sanmıyorum.
metallica örneğini daha birçok grup için de verebiliriz, böyle birçok grup patlama albümlerinden sonra çıkardıkları albümlerde "eski tadı yok" diye eleştirilmiştir, bu biraz beklentilerle de alakalı belki..

şu anda 97 çıkışlı "von" albümünden myrkur parçasını dinliyorum ve sigur ros tadı alamıyorum, sonra 2005 doğumlu "takk" albümünden hoppipolla'yı dinliyorum bakıyorum ki cidden bu standart sigur ros şarkıları gibi değil resmen indie!

"gong" dan klonlayıp ucundan bucağından kırparak bir albüm oluştursalar tamam, bunlar samimi, tam sigur ros olmuş diyecektim...


yaptığınız albüm tahlili, daha önce yüzlerce grubun yeni albümü için aynı şekilde benzer benzetmelerle yapıldı bunu biliyorsunuz...

dream endless. said...

Muhakkak ki müzik yaşantısına uzun süreden beri devam etmekte olan her grup bu tip değişimler yaşayacaktır; yazımda da belirttim, bu bir evrimselleşme modelidir, normal karşılanmalıdır. Bunda zaten eleştirilen bir şey yok, o yüzden yaptığım albüm tahlilini "çok değiştiler yea, çok piyasa oldular, bozdular!!" minvalinde yapılan yüzlerce grubun binlerce albümüyle ilgili kritikle eş tutmayın. Kaldı ki ben albümdeki değişimi değil, ikilikliği eleştirmekteyim. Gelişim ve değişim hususundaki fikri konumum bu blog'un yazılarında gizlidir, ilk aklıma gelen Balmorhea yazısı. İkinci defa yanlış bir sonuca varıp, benim değişimden rahatsız olan ve sevdiği sound'u her albümde bulmak isteyen karbon kağıdı dinleyicisi ile eşdeğer tutuyorsunuz.

Albüm kritiklerinde kesinlikle "embedded journalist"lere güvenmem, ama bu pohpohçular bile Gobbledigook'u Animal Collective kıyasına eklemliyorsa hakikaten "Sigur Rós-olmayan" bir durum var denebilir.

Şuna da değinmek icab eder; elbette ki Sigur Rós oturup "biraz da indie takılalım" gibi bir yol haritasıyla bunu uygulayagelmiyor. Bu tip önemli grupların albümlerinde prodüktör imzasının ne denli önemli bir rol oynadığını azıcık müzik endüstrisini tanımış her insan bilir. Gobbledigook'u bu şekilde master eden de, single olarak piyasaya süren de aynı prodüktör olduğundan ve bu prodüktör -her kimse- bu albümle birlikte Sigur Rós ismini de temsil ettiğinden, bunda "daha kolay dinlenebilen ve bu sebepten ötürü daha çok ilgi çeken" bir payda aramakta beis görmüyorum.

Hoppipolla'yı indie olarak görme yorumunu ciddi bulmadığım için atlayarak devam edeyim; burada iki tane bakış açısı var.

Birincisi: ben evinden müzik dinleyen bir insan olarak, tanımadığım etmediğim adamların samimiyetini nasıl sorgulayabilirim, bu sorgulamada tüm ihtimama rağmen ne kadar isabetli olabilirim.
Yahut, tam tersi şekilde şunu da iddia edebiliriz; burada edilgen olduğum kadar sujeyim de, ve Sigur Rós ne yaparsa yapsin, benim algiladigim kadari benim için önemlidir. Benim de algım budur. Bu algı dahilinde kendimce isabetli ve yeterli ölçüde veriye sahip olduğumu düşünüyorum; siyah/beyaz gibi kesin ve net sonuçlara sahip olmadığımızı daha önce iki defa belirtmeme rağmen bir kez daha belirtme gereği hissediyorum.

Bunun haricinde şunu da ilave etmem gerekiyor; Sigur Rós'u ufak bir ortaokul velediyken de dinliyor ve samimi bulmuyordum, şimdi de bulmuyorum. İsterlerse ( ) gibi 10 tane daha albüm yapsınlar, samimi bulmayacağım. Ama yaptıkları müziği beğeniyor muyum? Evet. Godan Daginn'i, Festival'ı, Ara Batum'u beğendim mi? Evet. Bu beğeni, salt estet bir algıdan daha geniş bir spektruma uzandı, ruhumu etkiledi mi? Hayır. Bunun sebebi de Sigur Rós kimliğini algılamamla ilintili. Bunu da daha önce her değişik bir sound taşıyan albüme yöneltilen Billboard kritiği yöntemiyle bağdaştırmaz, "keşke eski albümleri gibi yapsalardı bu sefer samimi bulurdunuz" minvalinden çıkarımlarda bulunmazsınız umarım. Yorumlar için gerçekten teşekkür ederim, karşıt fikirler savunuyor olsak da mutlu oluyorum ama yanlış çıkarımlarda bulunmama adına daha dikkatli olmanızı rica edebilirim. Elimden geldiğince bu blog'da bir algısal bütünsellik oluşturduğumu düşünüyorum; yüzeysel dinlemeden sonra yapılan yorum yahut değişimi kabullenememe gibi ithamların da bu bütünsellikle çeliştiğine inanıyorum.

glosoli said...

hopelandic ve ( ) albümü bana yeteri kadar güven veriyor samimiyetleri konusunda, ama tabi söylediğiniz gibi burada "benim dediğim doğru" deyip tartışacak değilim, fikirlerinize saygı duyarım ve tahlil için cidden teşekkür ederim, esen kalın...

non playable character said...

Sigur Ros'u ucundan azıcık dinleyeyim de ayıp olmasın diye davranan biri olarak, yapacağım yorumun albümün müzikal kalitesi ya da çizgisiyle bir alakası olmadığını baştan belirtmek isterim. Bunu açıklığa kavuşturduktan sonra diyeceğim şudur ki sevgili dream endless, senin de belirttiğin gibi bir grubun ya da sanatçının sürekli aynı çizgide kalmasını beklemek bir hata olur. Sen Metallica örneğini vermişsin, ben de daha popüler kültür insanı olarak Madonna örneğini verebilirim. Hatta sanatçı kimliğimi de az da olsa işin içine katarak diyebilirimki, insanlar çevrelerinden aldıkları datalara dayanarak yorum getirip ortaya birşeyler çıkardıklarına göre değişen bir ortamda hep aynı şeyi yapmak biraz ütopik gibi. Sadece müzik için de geçerli değil tabi bu, en basitinden Picasso'nun mavi dönemi, kübik dönemi gibi de örnekler vermek mümkün. Tabi bir grubun "fan" ı olan insanların belki sürekli aynı tarzda parçalar beklemesi de doğal karşılanabilir. Albümü dinledim, haklısın, bazı parçalar sadık hayran kitlesinin beklentilerini boşa çıkarmayan türdeyken bir kısmı daha geniş kitlelere de hitap edelim endişesiyle icra edilmiş gibi. Ticari kaygılardan ya da içimizden böyle geldi gibi bir sebebi olabilir, bilemem. Ama bir yerde de ticari kaygılara hak vermek lazım.