20080923

Subheim - Approach




















Asla güneşi, sıcağı ve bunları ihtiva eden yazı sevemedim; karanlık bir hava, ince yağmur taneleri, içe işleyen bir soğuk hep daha çekici gelmiştir bana. Fıtrat meselesi olsa gerek, hava böyle "ideal" bir konuma vardığında daha fazla ilgili oluyorum her şeye, daha fazla doluyorum, daha fazla topluyorum. Hal böyle olunca, mesele şu ünlü Ağustos Böceği Ve Karınca masalına dönüyor; masaldaki karınca gibi sonbahara özenle hazırlanıyorum, söylenecek sözleri, anlatılacak hikayeleri istifleyip, sabırla sonbaharı bekliyorum.

Subheim da bu anlattığım istifin içinde olan şeylerden biriydi. Bir kaç dinlemeden sonra, "ilk yağmurda buna ihtiyacım olacak" diyerek mp3 çaların içine istiflemiştim Subheim'ı. İdeal şartlar oluşunca da, büyük bir heyecanla yerinden çıkardım, mp3 çaları yağmurluğumun cebine attım, kabloları büyük bir ihtimamla gizledim ve yağmurla kucaklaştığım anda, play tuşunun üzerinde hazır bekleyen başparmağımı oynattım.

Her ne kadar ilk dinleyişim olmasa da, kendimce bir düş düşleyerek, dinlediğimi ilk kez dinlediğime inandırmaya çalıştım kendimi. İlk şarkıda, menzilime yaklaştığım her adımda bu düşe daha da gerçek geldi, Ybe 76 ile de düşle gerçek birbirine girdi. Kimsenin olmadığı ve hatta sokak lambalarının dahi umudunu kesmiş olduğu o parkta, yağmurluk işlevini yerine getirmekte zorlanırken -ve tam da bu yüzden sinüzitim daha çok başağrısıyla daha çok kağıt mendil harcamasına sebep olacakken- göğsümde bir kor hasıl oldu. Tam da bu havada olması gerekeni yapıp, bir şişe kanyağı fondiplemiş gibi, o kor göğsümden bütün içime, içimden de dışıma, bir ah ile, yayıldı. Belki şu apartmanın camındaki perde gölgesini, beni izleyen bir ecinni olarak tahayyül etmemdi sebep, belki Subheim'dı.

Böylesine yoğun bir dünyada, yağmur damlaları, ecinniler ve Subheim notaları arasında sürüklenirken, bir Subheim yazısı yazmaya karar verdim. Kalem kağıt olsaydı yanımda, kalem yazmaz, kağıt da yırtılırdı. Zihnimi kağıt parçası olarak kabul etsem, en az yağmurdaki bir kağıt parçası kadar bulanıktı, ama zaten Subheim hakkında söylenecek çok da fazla bir şey yoktu. Kimi gruplar için, müziğin ritmi, notaların dizilimi ya da tüm bu somut etmenler hiç bir şey ifade etmeyebilirdi zira. Güzellik böyle bir şeydir; tam tarifini yapmak namümkündür; en az bir yağmur tanesi ya da göze çarpan karıncalardan biri eksik olur o tarifte. Subheim için de aynısı geçerliydi, ben ne kadar müzikteki elektronik ögelerin, klasik tatlarla -piyano ve yaylılarla- oluşturduğu muhteşem kompozisyonu anlatmaya çalışsam, ya da Max Richter veya Eluvium örnekleriyle zihninizde bir resim oluşturmaya çabalasam da, hiç bir kelam o içimde vuku bulan mini-volkanik hareketlenmeyi, bu hareketlenmenin bir ah ile patlamasını anlatmaya yetmezdi. Şarkılar öyle, beat'ler böyle, yaylılar ise şöyle demekten vazgeçtim. Kimi bu durumu kolaya kaçmak olarak nitelendirirdi belki ama doğrusu buydu. Zaten bir yazı yazıp, o yazıyı klavyeyle bilgisayara, oradan da telefon hatlarıyla sizin bilgisayarınıza ulaştırmak da pek içimden gelmiyordu. Yüzünü görmediğim, tanımadığım, şekillerini ve şemallerini bilmediğim insanlara, o parkta, ecinniler ve karıncalarla ilgili bir masal anlatmak istiyordum sadece.

Sonra bu masalların, Subheim'ın içine gizlendiklerini fark ettim.


Sanatçı: Subheim
Albüm: Approach

Şarkı listesi:
1- Hush
2- Ybe 76
3- One Step Before The Exit
4- Howl
5- Away
6- Hollow
7- Stranded
8- Intact
9- Voces Perdidas
10- Hollow (Remix by Mobthrow)
11- One Step Before The Exit (Reconstructed By Flaque)

DOWNLOAD.

20080915

Pornopop - And The Slow Songs About The Dead Calm In Your Arms






















En ahlaklımızın porno izlemesi yahut en ahlaksızımızın porno izlediğini reddetmesi, esasen şaşırtıcı bir çelişki değil. Ne hikmetse, neredeyse hepimiz pornografiyle içli dışlı olduğumuz halde, bunu inkar ederek bir ahlak ve kişilik primi kazanmaya çabalarız ki, beyhude bir çaba da değildir bu. Ne var ki, insanın kendi içinde yaşadığı bu çelişki topluma sirayet ettikçe, ortak akıl katı ve evrensel bir sonuç doğurur; sosyo-ekonomik ya da kültürel paradigmalarla açıklanamayacak kadar yaygın bir kanaat oluşur ki, bu kanaat, cinsellikten bahsetmenin ahlaksızlıkla eş değer olduğudur. Bu dogmayı, yazar David Herbert Lawrence -Pornografi ve Müstehcenlik isimli denemesinde-, tek bir cümleyle yerle bir etmeyi başarmıştı: "Birine pornografik görünen, bir başkası için dehânın kahkahasıdır."

Yine de Birleşmiş Milletler, bu mühim meseleyi masaya yatırmıştır. 12 Eylül 1923'te, yani resmi rakamlara göre 10 milyon insanın ölmesine, 8 milyon insanın kayıp olmasına ve 20 milyon insanın hayatına yaralı olarak devam etmesine sebep olan Birinci Dünya Savaşı'nın bitiminden sadece 4 yıl sonra, Birleşmiş Milletler, birleşik bir kanaate varmak için, Cenevre'de "Müstehcen Yayınların Dolaşım Ve Ticaretinin Engellenmesi" konulu bir konferans düzenledi. Bu konferansta, maateessüf, "müstehcen" sözcüğünün evrensel tanımı üzerinde bir konsensusa varılamamıştır. Yine de medeniyetin beşiği İngiltere ve özgürlüğün merkezi Amerika Birleşik Devletleri'nde uygulanan çözüm, dikkate değer. Bu iki ülke, mesela herhangi bir kitabın müstehcen olup olmadığını tahlil ederlerken dahice bir yönteme başvurmuşlar ve "müstehcen olduğu ileri sürülen eserin, ortalama bir okullu kızı baştan çıkarıp çıkaramayacağını" etüd etmek adına, rastgele 10 denek okul kızı seçip, eserin şehvet uyandırıp uyandırmadığı yönündeki ampirik verileri de hesaba katarak kararlarını vermişlerdir.

Grubun isminin sadece bir bölümünden nereye geldiğimiz düşünüldüğünde, ortada şaşırtıcı bir ilerleme olduğu iddia edilebilir, lakin aynı isimde kullanılan iki farklı kavramın paylaştığı benzerlik sebebiyle, kavramların üzerinde biraz daha durmamız gerekebilir. Evvela pornografinin de, popülerlik istencinin de, animus/anima'yla direkt ilgili olmasını not edebiliriz, ama esas nokta hem pornografinin hem de popülerliğin inkar edilmesine rağmen yoğun bir şekilde arzulanmasıdır. İşte ben de Pornopop'un, tam da bu yüzden, duyduğum en iyi grup isimlerinden birine sahip olduğunu düşünüyorum.

Popülerlik odağını biraz daraltıp pop müziğe odaklanırsak, pop müziğin altın çağını 80 ortalarında yaşadığını görebiliriz. Pornopop, bu muazzam 80'ler popuna büyük bir ilgiyle yaklaşan ve bu ilgiyi şarkılarına da yansıtan bir grup. Arkasını böyle sağlam bir yere dayayan grubun, bir de indie müziğin temellerinin atıldığı yıllarda filizlendiği de düşünüldüğünde, önümüzdeki tablo somutlaşıyor. Low, Slowdive gibi grupların, notalarıyla dünyayı daha karanlık bir hale getirmeye başladığı 1997 yılında kurulan Pornopop, İzlanda'da ikamet eden iki kardeşin projesi aslında. Artık İzlanda'ya özgü bir durum olduğunu düşünmeye başladığım, Sigur Rós vari, high-pitch vokalleri, biraz önce bahsini etmiş bulunduğum 80'ler popu ve çiğ indie çerçevesinde değerlendirdiğimiz vakit, ortaya Pornopop çıkmış oluyor.

Pornopop'un 1997 yılında kurulmasına rağmen, ilk albümleri Ant The Slow Songs About The Dead Calm In Your Arms'ı çıkarmak için 10 yıl kadar beklemesi oldukça şaşırtıcı. En nihayetinde, grubu sadece albüm performansıyla değerlendirdiğimizde, icra ettikleri müziğin nevi-i şahsına münhasır ve en azından standartların üzerinde diyebileceğimiz bir özellik taşıdığını söylemek mümkün. İzlanda'nın yıllardır yiye yiye bitiremediği Sigur Rós mirasından, Reykjavik'teki 14 yaşındaki veletlerin kurduğu bol şablonlu "post-rock grubu"larından, Björk'ün yarım ağız mersi'lerinden sıkılanlar için, Pornopop biçilmiş kaftan rolü üstleniyor.


Sanatçı: Pornopop
Albüm: And The Slow Songs About The Dead Calm In Your Arms

Şarkı listesi:
1- Nicotine And The Backward Lounge
2- Centre
3- Death Tape
4- Stop
5- Sleep
6- It Doesn't Mean A Thing
7- Little Kafka
8- Yfirtonar
9- Wired To The Cold Metallic Scene

DOWNLOAD.

20080913

Detektivbyrån - Wermland





















Blodpudding'in sahiden de kan pudingi olduğu gerçeğini hala sindirememiş, IKEA'nın 2009 kataloğunu posta kutumda henüz bulmuş ve De La Mancha yazısında İsveç güzellemesi yapmamın üzerinden çok zaman geçmemişti ki, Detektivbyrån yeni albümü Wermland'ı piyasaya sürdü. Hem de ne sürmek, müzikleriyle kulaklarımızı fethetmeleri yetmezmiş gibi, bir de gecede 400 albüm imzalama videolarını yayınlayarak ruhumuzun her kapısını açan altın anahtara sahip oldular.

Detektivbyrån, mayıs ayında yayınlanan E18 albümüyle sıcak bir merhaba demişti bize; akordeona eşlik eden glockenspiel dokunuşları ve üflemelilerle kalabalık ve renkli bir karnavalın müziğini icra eden Detektivbyrån, yeni albümü Wermland'a favori enstrümanım theremin'i de eklemleyerek, müziklerine apayrı bir boyut katmayı bilmiş.

Her ne kadar çoğu eleştirmen ve tag'lerden vazgeçemeyen loopçu Last.Fm ahalisi Detektivbyrån'a folk payesi biçse de, ortaya çıkan müziğin bölgesel bir yapıdan çok, evrensel bir tad barındırdığını söyleyebilirim. Parlak güneş ışıklarının yerini kahverengi tonlarına bıraktığı şu günlerde, yaza özlem duyanlar için özel bir anlam barındırma olasılığı yüksek Wermland'ın, hava ya da saha şartları ne olursa olsun, bir doz mutluluk zerk ediliyor bünyeye her şarkıda, zaten sözü edilen enstrümanların birlikte kullanımından da farklı bir sonuç çıkması beklenemezdi.

Bu noktada multi-enstrümantalizme de değinmek elzem. Klasikleşmiş gitar-bass-davul yapısına akordeon gibi nispeten bigâne bir enstrüman eklemek bile yeterince zorken, bir de bunun içine piyano, theremin, glockenspiel gibi baharatlar katmak, bir şarkıyı bu kadar fazla malzemeyle ortaya koymak önemli bir meziyet. Detektivbyrån şarkılarına baktığımız vakit, enstrüman dağılımının oldukça homojen ve yerinde olduğunu fark ediyoruz ki, bu bile grubun beste gücünü tek başına açıklamaya yetiyor.

Velhasıl, sıcacık ve dolu dolu bir grup Detektivbyrån, Wermland albümüyle de bu kimliklerini sağlamlaştırıyorlar. Yaymış oldukları müzikal aura Yann Tiersen'i ve elbette Tiersen görüntülerinin eşlik ettiği Amelie sahnelerini çağrıştırabilir, yaz gecelerini anımsatabilir, yüzünüzde budalaca bir tebessüm oluşmasına sebep olabilir. Yanisi, hayatın bol kremalı tarafından bir dilimle, ruhunuzu doyurabilir.


Sanatçı: Detektivbyrån
Albüm: Wermland

Şarkı listesi:
1- Om Du Möter Varg
2- Kärlekens Alla Färjor
3- Honky Tonk Of Wermland
4- Rymden I En Låda
5- Generation Celebration
6- Life/Universe
7- Neonland
8- Hus Vid Havet
9- Partyland
10- Camping
11- Sista Tryckaren
12- En Annan Typ Av Disco
13- Dygnet Runt
14- 054

DOWNLOAD.

20080912

Grails - Doomsdayer's Holiday























Her insan, hayatında en az bir kez, fiziki engellileri anlamaya çalışmak için, kendine farazi engeller koymuştur; kollarını kullanmamaya çalışmış, gözlerini kapatmış ya da duyduklarına tamamen yabancı kalmayı denemiştir. Ben de, işitme duyusunu bu kadar önemseyen biri olarak, gözle işitmenin nasıl bir şey olduğunu hep merak etmişimdir. Yine de, düşünüldüğü vakit, tamamen gözle işitmiyor olsak da, neredeyse hepimizin işittiklerimize görsel bir boyut eklediği söylenebilir. Bu, şüphesiz ki, müzik söz konusu olduğunda daha geçerli bir durum. Yani ksilofon vuruşlarını yağmur tanelerine benzetirken, bir müziğin verdiği huzur hissine, nehir kenarında yatma düşünü eklemlerken, bu tip yol haritaları kullanıyoruz. Aslında janr dediğimiz kavram da, sadece müzikal değil, görsel anlamda da benzerlikler taşıyan seslerin tasnif edilmesiyle açıklanabilir bir şey, bana göre. Bu noktada post-rock nam müzik türünün de, ardışık bir görselliğe sahip olduğunu iddia edebiliriz; ya güneşli bir günün alabildiğine yeşil huzurunda ya da gri ve koyu kahverengi tonlarının hakim olduğu bir post-apocalypic film sahnesinin tam içinde buluyoruz kendimizi.

Grails, bu iki görüntünün de dışına çıkan bir müzik yapıyor; post-rock'ın ruhuna üflenen bir Doğu nefesiyle görüyoruz bu sefer aynı sahneleri, gri tonlarının hakim olduğu harabe Bağdat'ta ya da alabildiğine yeşil Maveraünnehir vadilerinde. İşte böylece, post-rock'a da sirayet ediyor oryantalizm baharatı; Doğu'nun hüzün ve huzur arasındaki arada kalmışlığı en çok da bu seslerle kendini belli ediyor. Ve Doğu kültürüne bu kadar aşina olan bizler için de, Sultan Süleyman'ın hazineleri kadar gizemli ve zengin bir müzik vaad ediyor Grails.

Aslında bu anlatmış olduğum havayı, grubun ilk albümlerinde solumak zor. Black Tar Prophecies'ten sonra daha belirgin ve giderek artan bir dozda görüyoruz bu oryantalizm baharatını, Burning Off Impurities ve Take Refuge In Clean Living albümlerinde. Bu noktada, Grails'in ne kadar üretken bir grup olduğunu da hatırlamakta fayda var; Take Refuge In Clean Living 2008 nisanında çıkmışken, aradan sadece 5 ay geçtikten sonra yayınladıkları Doomsdayer's Holiday en az öncülü kadar kaliteli ve tatmin edici.

Tafsilatı genetikte midir, yoksa sadece manevi mirasta mı saklıdır bilinmez ama, Doğu melodilerine yatkınlığımız aşikar. Üftâde bir neyzenin nefesiyle ruhumuzun tarumar olması bu yüzdendir, arabeski küçümserken vazgeçemememiz bu yüzdendir, bu yüzdendir ezan sesine kulak kesilişimiz ve belki de bu yüzden, sadece bu yüzden bu kadar rahatça kaybolabiliyoruz Grails'in notalarında. İşte böylece, "arabesk post-rock" mefhumu da, lûgatımıza girmiş oluyor.


Sanatçı: Grails
Albüm: Doomsdayer's Holiday

Şarkı listesi:
1- Doomsdayer's Holiday
2- Reincaration Blues
3- The Natural Man
4- Immediate Mate
5- Predestination Blues
6- X-Contaminators

DOWNLOAD.

20080910

Kağıt, Mürekkep ve Bir Kaç Şey Daha.
















Ortaokulun son senesi olmalı, Türkçe öğretmeni minimum dört sayfalık bir hikaye yazma ödevi vermiş. Her akşam 2130'da ışıkları kapatıp yatağa yollanan ve boğucu bir karanlıkta sadece kendisiyle iletişim kurabilen bir yatılı öğrencisi kurgulamaktan başka ne yapabilir? Ben de, gidilecek tek yoldan gitmiş ve kurgulamıştım; Puslu Kıtalar Atlası'nın Uzun İhsan'ından bir tutam, Sandman'in Destiny'sinden bir ölçek alıp karıştırmış, yataktan hızla kalkıp radyolu el fenerinin ışığıyla ilk hikayemi yazmıştım. Bu hikayemde, Tanrı bir vakanüvis idi, mürekkep haznesi damarlarıydı ve bir kordon yardımıyla kaleme uzanan bu mürekkep ile, yaşanan hayatın her nano-saniyesi yazılmaktaydı.

Durumun yaratmış olduğu bir emrivaki midir, yoksa ilk göz ağrısının oluşturduğu bir tepkime midir bilmem, ancak bir şekilde kendimi o Tanrı figürü ile özdeşleştirmiş, yazmadan duramaz olmuş ve bunu da damarlarımı mürekkep haznesi olarak kullanmakla nedenselleştirmiştim. Hülasa, yazmak benim için bir ihtiyaç haline gelmişti, o ihtiyacı karşıladığımda da doyuyor, tatmin oluyordum. Yazmayı böylesine bir gereklilik olarak gören birinin, iki haftadır tek bir açıklama yapmadan kalem oynatmıyor olması garip gelebilir. Bu yüzden, size bir açıklama borçluyum;

Yaklaşık üç hafta önce sızan Mogwai albümü hakkında, sıcağı sıcağına bir yazı kaleme almış, albümü büyük bir heyecanla paylaşıma açmıştım. Bu albüm, Mogwai üyelerinden birinin de yer aldığı bir forumdan sızdı -hayır, atpr değil- ve bu sızıntı karşısında Mogwai gayri-resmi bir "laissez faire, laissez passer" tavrı takındı. Kısa süre sonra da, sitelerinde, sızan bu albümle ilgili bir Pitchfork kritiğine yer vererek, tavırlarını resmileştirdiler. Ne var ki, benim yazmış olduğum yazı ve paylaşmış olduğum link yüzünden, blogspot yönetimi yazımı silmekle kalmayıp hesabıma kısa süreli bir erişim koydu, rapidshare de aynı şekilde üyeliğimi blokladı. Yani grup üyelerinin onaylamış olduğu bir durum, benim bir şekilde cezalandırılmama sebep oldu. Velhasıl kelam, Mogwai yazısının kaldırılmış olması ve bunun getirdikleri hem somut bir biçimde yazmama engel oldu, hem de getirdiği düş kırıklığıyla damarlarımdaki kanın çekilmesinin müsebbibi haline geldi.

Hal böyleyken, yani Limbo Pillow böylesine rahatsız edici bir konumdayken, bu sefer gayet açık ve net bir şekilde, kendimi ve düşüncelerimi ifşa etmeye karar verdim:

Limbo Pillow, insanlarla salt müzikal paylaşım içinde bulunmak için kurulmuş bir site değildir, aksine, yaratıcısının naçizane fikirlerini yaymak için kullanılan bir araçtır, bir propaganda makinesidir. Daha önce de bu sayfalarda bir savaş ilanı yayınlamış, Wollt Ihr Denn Totalen Krieg?
diye sormuş, casus belli olarak da, dünyada ve Türkiye'de palazlanmış olan "aptal dinleyici"yi işaret etmiştim. Statü için müzik dinleyen bizim düşmanımızdı, last.fm'de loop yapıp dinlediği müzikle insanları etkilemeye çalışan aptal çocuk bizim düşmanımızdı, konsere giderken en yeni kıyafetini giymek zorunda olan ve kendini Milano Moda Haftası'nda sanan şaşkın kız bizim düşmanımızdı, tüm bunlar için albüm yapan samimiyetsiz grup düşmanımızdı, o grubu alıp kapağına koyan dergi düşmanımızdı. Bunlar düşmandı, düşmandı fakat, amaç düşmanı yok etmek değil, içi boşaltılmış kavramların içini tekrar doldurmaktı, bir değişim yaratmaktı. Limbo Pillow, tek kişilik bir müdafaa hattı idi.

Tüm bunlar benim ve sadece benim düşüncelerim, hislerim, öfkelerim ile meydana geldi, alabildiğine kişisel, alabildiğine tek taraflı bir durumdan bahsediyorum. Tam da bu sebeplerden ötürü, çoğu zaman "arkadaş çevresinin asi çocuğu" agresifliği hakimdi üslubuma, ama şu da bir gerçek ki, bu düşünceler, bu duygular, hiç bir zaman ruhumda baskın bir role sahip olmadı, hayatımın amacı asla müziğe bakış açısını değiştirmek olarak şekillenmedi. Bu sadece bir fikirdi, bir duruştu ve tüm bunlar kollektif bir yapıya oturdu; şarkıların ruhumuza tesiri belki de hiç bir şeyle ölçülemeyecek kadar fazlaydı ve şarkılar üzerinden ortak bir bağ kuruldu. Bu tek kişilik müdafaa hattı belki tüm satıha yayılmadı ama yazıyla, içtenlikle ve en önemlisi ruh ile, düşüncelerin yaygınlaşabileceğini bana kanıtladı.

Şimdi bu hat, daha da genişliyor; Limbo Pillow, kendi ismiyle olmasa da, arkasındaki amaçla ve aynı içtenlikle artık kağıt üzerinde olacak. Bendeniz, ekim ayından itibaren, bant dergisinde yer alacağım; her zamanki albüm kritikleriyle, Limbo Pillow'a bir türlü eklemlenemeyen söyleşilerle ve belki daha fazlasıyla. Bu noktada yapılması gereken önemli bir açıklama var; aslında tavrından rahatsız olduğum kitlenin belki de en çok ilgi gösterdiği müzik mecmuasının bant olması, aykırı bir çelişki gibi görülebilir. Ancak benim için, bu çelişki aynı zamanda çok büyük bir fırsat da. Bir insanı, bir kitleyi değiştirmek için evvela ona sirayet etmek, hitab etmek elzem. Yine de bant'ı okuyucu kitlesi üzerinden eleştirmek büyük bir haksızlık olabilir, artık kağıt üzerinde olma zamanının geldiğini söyleyen ve bant'a mecbur olmadığını ifade eden okur bunu da hesaba katmalı diye düşünüyorum.

Bu noktada değinmem gereken bir husus daha var. Benzer bir duruşu paylaştığımız sevgili dRWarp'ın (ki Deuss Ex Machina'dan aşina olmalısınız kendisine) Trendsetter dergisinde Limbo Pillow hakkında bir kaç kelam etmesi, bu vesileyle de "Türkiye'de Müzik Yapmak Çok Zor." yazısının aynı dergide yer almasıyla, aslında hiç bir şekilde odağımda bulunmayan insanların benimle aynı fikirleri paylaştıklarını belirtmiş olmaları, yayılmacı fikirselliğin başarısını kanıtlar nitelikte bir durum ortaya koyuyor.

Özetlemek icab ederse; Limbo Pillow kendisine biçilen ömrün ve tahayyül edilen amacın ötesine geçmiş bir düşünsel proje. Kişisel düşüncelerimin kitlesel bir boyuta ulaşmasını arzu ediyor olmamın da egosantrik bir özellik taşıdığını düşünmüyorum; belki haksızım, belki yanlışım, belki fazla öfkeliyim ama hemfikir olma isteğimin alabildiğine insani olduğuna inanıyorum. Bu noktada artık sadece 0'lar ve 1'ler ile değil, kağıt ve mürekkep ile de iletişimde olmak benim için heyecan verici bir durum teşkil ediyor. Bir de radyo dalgaları var elbette, ona da sıra gelecek.

En içten sevgilerimle,
Eser.