20080625

Glissando - With Our Arms We March Towards The Burning Sea






















Büyük lokma ye, büyük söz sözleme derlerken haklılarmış. Bakın daha dün ne demişim: "..yaz ayları her zaman olduğu gibi durgun geçiyor yeni albümler söz konusu olduğunda." Dün böyle bir kelâm etmişim çünkü henüz Glissando'yu keşfetmiş değildim, şimdi bu sözümü geri alıyorum; Haziran ayı bize -şimdilik- iki tane harika albüm hediye etmiş oluyor, biri dün tanıttığım I Am Your Bastard Wings, bir diğeri de Glissando'nun ilk albümü, With Our Arms We March Towards The Burning Sea.

Leedsli, iki kişilik bir topluluk Glissando, Richard ve Elly tarafından kurulmuş. Lakin işbu albümlerinde, iLiKETRAiNS'ten Her Name Is Calla'ya kadar bir çok grubun elemanı yer alıyor. Haziran 2008'in bir diğer olağanüstü keşfi Eksi Ekso'nun güçlü ve yoğun müziğinin aksine, Glissando hafif dokunuşlarla esir alıyor önce kulaklarımızı, sonra tüm ruhumuzu. Şu berbat sıcaklarda usul usul yağan bir Leeds yağmuru gibi Glissando; tane tane düşüyor üzerimize, öylesine zarif ama bir o kadar da yoğun. Hani tüm varlığıyla yağan yağmura karşı koymadığımız, yanımızdaki şemsiseyi açmayı istemediğimiz o anlardaki gibi.

Grubu kısaca tanımlamak gerekirse, Stars Of The Lid'in orkestral ambient atmosferinin, Low'un melankolisiyle birleşiminden ortaya çıkan ve hiç bir yerde rastlayamayacağımız zerafetteki vokallerle taçlanan bir yapıdan bahsedebiliriz. Ama bu, her zamanki gibi yetersiz olur ve şüphesiz ki kolaya kaçmaktan başka bir şey olarak tanımlanamaz. Albümdeki istisnasız her şarkının, nevi şahsına münhasır karakterleri olduğu düşünülürse, böylesine bir tanımlama en fazla da saygısızlık olacaktır. O yüzden albüm hakkında bir kaç kelâm etmek elzem.

With Our Arms We March Towards The Burning Sea, yavaş yavaş çiseleyerek başlıyor, We Are Depleting ile. Bu kısacık şarkı, birazdan üstümüze çullanacak duyguların bir önsözü gibi ve hakikaten de ardılı With A Kiss And A Tear'ın vuruculuğunu pekiştiriyor. With A Kiss And A Tear, piyano ve yaylıların dansına eşlik eden Elly May'in sesini ilk duyduğumuz şarkı. Albüm sanki adım adım ilerliyor, sanki koca bir yap-bozla karşı karşıyayız. Her yeni şarkıda yeni bir parça ortaya çıkıyor, o parçayla birlikte önümüzdeki görüntü şekilleniyor, her şarkı gökkuşağına ayrı bir renk katıyor gibi ve her şarkı sadece kendini değil, öncelini ve ardılını da şekillendiriyor. İşte bu parçalardan biri de, kanımca albümün en nadide şarkısı, Flood'da karşımıza çıkıyor. Piyano ve yaylıların uyumuna katılan Elly May'in ilahisi, Flood'da Richard'ın vokaline eklemleniyor. Gökkuşağındaki tüm renkler tamam ama henüz yeryüzünün bir ucundan diğer ucuna olan yolculuğu tamamlanmamış gibi. White Silence And The Fragile Reality ve Goodbye Red Rose! This Was Not For You gibi iki nazik çiselemeden sonra, Always The Storm sample kullanımı ve Japon ağıtlarını andıran yaylılarıyla o kusursuz gökkuşağını tamamlamış oluyor. Elly May'e, iLiKETRAiNS vokalisti Dave Martin'in eşlik ettiği Grekken ile sevgilimizin elinden tutuyor -ki bu şarkıyı dinlerken tumturaklı bir aah! koyverdiğimi itiraf etmeliyim- ve Our Flags Wave And Our Arms Are Around Another's Shoulders ile o gökkuşağının altından geçiyoruz. Evet, artık aynı insanlar değiliz biz, artık bambaşka bir yaşam sürüyoruz, bambaşka bir dünyadayız; cücelerin, perilerin, altın dolu kazanların varolduğu bir dünyada, gerçekle rüya arasında, Âraf'ın kıyısında.

Sanatçı: Glissando
Albüm: With Our Arms We March Towards The Burning Sea

Şarkı listesi:

1- We Are Depleting
2- With A Kiss And A Tear
3- Floods
4- White Silence And The Fragile Reality
5- Goodbye Red Rose! This Was Not For You
6- Like Everything You See
7- Always The Storm
8- Grekken
9- Our Flags Wave And Our Arms Are Around Another's Shoulders

DOWNLOAD.

20080624

Eksi Ekso - I Am Your Bastard Wings






















Sigur Rós hayalkırıklığını saymaz isek, yaz ayları her zaman olduğu gibi durgun geçiyor yeni albümler söz konusu olduğunda. Eksi Ekso bu durgunluğu paramparça eden I Am Your Bastard Wings albümünü henüz çıkardı ve kanaatimce Sigur Rós'u alaşağı etmekle kalmadı, 2008'in en iyi albümlerinden birine de imza atmış oldu.

Uzun zamandır severek takip ettiğim The Burning Paris'in kalıntılarını içeren bir grup Eksi Ekso. Bu kalıntıların başlıcası yaylı kullanımı elbette, ama The Burning Paris'ten daha yoğun ve güçlü bir kimliğe sahip olduğunu söyleyebiliriz Eksi Ekso'nun. Basit post-rock kalıplarının dışında, orkestral bir atmosferde müzik yapıyor Eksi Ekso; obua, trompet, viyola ve belki de en önemlisi, akıllıca kullanılan vokaller ile.

Grup, The Cure'den Black Sabbath'a, Ravel'e kadar uzanan bir ilham listesi açıklarken mübalağa etmiyor. Hakikaten de The Choir Will Always Sing'in bass yürüyüşlerinde The Cure hayaleti gizli, The Gallows'un keman partisyonları sanki Ravel'in saklı bir el yazmasından kopyalanmış sanki. Dolayısıyla ortaya çıkan albümün duygu çeşitliliği inanılmaz; sanki her enstrüman kendi hikayesini anlatıyormuş ama hepsinin hikayesi çok vurucu bir yerde birbirine bağlanıyormuş gibi. Sonuç öylesine harikulade ki, ne kadar övsem, ne kadar konuşsam yetersiz olacakmış gibi hissediyorum; hayatımda beni bu kadar derinden etkileyen ve dimağımı kurutan, soluğumu kesen en fazla 4-5 albüm olmuştur, I Am Your Bastard Wings kesinlikle onlardan biri.

Sanatçı: Eksi Ekso
Albüm: I Am Your Bastard Wings

Şarkı listesi:

1- Wintering, The
2- O'God, They've Frozen
3- Killing Texas
4- The Choir Will Always Sing
5- Albatross
6- I Thought You Died The Last Time
7- NITNB
8- Mavri
9- The Gallows
10- Just Leave
11- (Spouse Of) The Blind Hunter
12- Russian Excuse

DOWNLOAD.

20080622

Audiosurf; Müzik Oynamak (Ya da Oyun Dinlemek)

Bir süredir bu blog'da yazdıklarım çerçevesinde ne denli büyük bir müzik tutkunu olduğumu belli etmişimdir muhakkak. Fakat en az müzik kadar büyük olan ve -en azından burada- belli etmemiş olduğum bir diğer tutkum da bilgisayar oyunlarıdır; kendimi bildim bileli oyun oynayan bir insan olmamın yanında, bu durumu "oyun oynarken zevk alma" durumundan çıkarıp "kazanmak için oynama" felsefesine geçirmemle de ciddi bir defekt sahibi olduğum söylenebilir.

Tabii bu tutkuyu bahane ederek, Limbo Pillow'da bir bilgisayar oyunu tanıtma hatasına düşecek değilim, keza Audiosurf'ü salt bir oyun olarak tanımlamak yetersiz olacaktır; "müzik oyunu" tanımlamasını kullanabiliriz ama bu da hiçbir şeyi açığa kavuşturmaz. Elbette daha önce bu tip kombinasyonlara şahit olduk, akla gelen ilk örnek satış rekorları kıran Guitar Hero serisidir. Ama Guitar Hero'nun oynanabilirliğinin (yahut dinlenebilirliğinin) gitar ile kısıtlı kaldığı düşünülürse "müzik oyunu" demek yerine, "gitar oyunu" demek daha doğru olabilir. Audiosurf ise daha geniş bir yelpazede oyun ve müzik imkanı sunan bir programcık.

Audiosurf, Stanford Üniversitesi'nde okuyan bir öğrencinin master tezi aslında. Temel amaç, her müziği oynanabilecek kategoriye taşımak ve her notayı oynayabilmek. Yani, müzik arşivinizdeki her şarkıyı oynamak mümkün; Audiosurf 10 saniyelik bir işlemden sonra ortaya müziğin ritmiyle orantılı bir yol ve farklı renkte bloklar çıkartıyor. Oyundaki amaç, bu blokları Tetris'tekine benzer bir biçimde toplamak; fakat blokların verdikleri puan, renkleriyle doğru orantılı olduğu gibi, şarkının hızıyla da örtüşüyor. Yani şarkının hızlı bir bölümünde toplaması daha zor olan ama toplandığında daha fazla puan veren bloklar oluşunca ve toplandıklarında şarkının ritmine uyacak şekilde sesler çıkınca, müziği oynama fikri gerçekleşmiş oluyor.

The Fray'in How To Save A Life'ı üzerinden bir örnek verelim;


Oyunu torrent üzerinden indirmek için buraya uğramak, "torrent ne ola ki" sorusuna cevap bulmak için de torrent kullanım kılavuzu'na göz atmak yeterli olacaktır.

20080620

Chemtrail - Via Satellite






















New Jersey'li bir bar grubu olan Chemtrail'in ilk albümü Via Satellite, her ne kadar pek ilgi görmemiş olsa da, ziyadesiyle güçlü ve kaliteli bir müzik sunuyor. Yaptıkları müzikte bir "Amerikan post-rock'ı" havası sezinlemek mümkün; bolca patlama ihtiva eden, groovy şarkılar, Explosions In The Sky'a göz kırpıyor. Bar grubu tanımlarımız cover'lara endeksli olduğu için, bu tip esinlenmeleri görmezden gelebiliriz, bilhassa ilk albüm için, ama Chemtrail'in gelecek vaad eden bir nüve taşıdığını da not düşmek icab ediyor.

Sanatçı: Chemtrail
Albüm: Via Satellite

Şarkı listesi:

1- Electric Owl
2- Stereo Test
3- Face Me
4- To Fly A Car
5- Defense Attorney
6- 35,000 Feet
7- The King
8- Rolling Eyes
9- Starlight
10- Like It Or Not

DOWNLOAD.

I Hear Sirens - I Hear Sirens






















Amerikalı I Hear Sirens'ın ilk kaydı, kendi isimlerini taşıyan ep'leri; yanılmıyorsam 2007 yılında yayınlanmıştı. Kimileri, yaptıkları müziği "math-rock" olarak tanımlıyor olsa da, bu ne idüğü belirsiz sıfat yerine şöyle bir tanım yapabiliriz; bol distortion ihtiva eden melodik gitar riff'lerinin üzerine inşaa edilmiş bir post-rock. Kısaca, enfes.

Sanatçı: I Hear Sirens
Albüm: I Hear Sirens

Şarkı listesi:
1- This Is the Last Time I'll Say Goodbye
2- Like a Leaf From a Tree in It's Dying Season
3- September Isn't Too Far and I'm Not Sure I'll Return
4- Everything Was Black and White Except the City Lights
5- Ashes Fall Like Snowflakes, Burning the Sea

DOWNLOAD.

20080615

Sigur Rós - Með Suð í Eyrum Við spilum Endalaust























Sigur Rós, haziran sonu yayınlayacağı albümü kendi internet sahifelerinden yahut last.fm'den dinlenebilir kıldığından, üzerine bir kaç kelam edeceğim bu albümün "leak" kategorisine girdiğini pek de söyleyemeyiz. Ve fakat gerek albümün müzikal muhteviyatı, gerekse albümün Sigur Rós özelindeki önemi üzerine söyleyecek pek çok şeyim var.

Evvela, şunu belirtmek gerek; Sigur Rós, icra ettiği janrın en önemli misyonerlerinden -bir janrdan bahsedebileceksek eğer- ve hiç şüphesiz ki aynı nota aralıklarını paylaştığı grupların arasında, en göz önünde olan isim. Bu Sigur Rós popülaritesinin eşyanın doğasına uygun bir sebebi ve/ya sonucu, kabul. Lakin, Sigur Rós'un, popülarite konusunu bir çeşit baskı olarak algılayageldiği fikrini daha önce de dile getirmiştim; bundan önceki Sigur Rós yazımda retorik bir soru sormuş, Jonsi'nin çello yayıyla gitar çalmasının yahut Hopelandic olarak adlandırılmış vokal şeklinin bir ilgi çekme yöntemi olup olamayacağına değinmiştim. Bunun kararını verecek ve "bu böyledir" yaklaşımıyla ahkam kesecek olmasam da, subjektif düşüncelerin tek yargı mercii olduğu bu durum özelinde benim vardığım sonuç, Sigur Rós'un yapageldikleri ışığında ciddi bir samimiyet sorunu çekiyor olması gerçeğidir. Elbette bu sonuç, beni müzikal değerleri de sorgulamaya itiyor fakat işin ikircikli tarafı şu ki, her ne kadar samimi olmasa da, her ne kadar ilgi çekme amacıyla uygulanan yöntemler barındırsa da, Sigur Rós müziğinin katiyyen olumsuz özellikler taşımamış olduğunu, aksine yüksek bir kalite standartının da yıllardır baki kaldığını inkar edemeyiz. En azından, tanıtmakta olduğum şu albüme kadar.

Beni bir sorgulamaya iten, ya da daha açık belirtmek gerekirse, uzunca bir zamandır sorgulayageldiğim konuda bir sonuca ulaşmama yol açan şey, aslında albümün içeriği daha belirgin değilken, promosyon amaçlı sızdırılan Gobbledigook idi. Bir grubun hep aynı çizgide devam ediyor olması yahut bunun tersi yönünde, müziklerine bir değişim havasının hakim olması, bilhassa Sigur Rós gibi uzun ömürlü gruplarda eninde sonunda gözlemlenecek ve her iki şartta da eleştiriye yol açacak bir evrimleşme sürecidir. Fakat, Sigur Rós gibi oturmuş bir müzikal kimliği olan bir grubun, indie-pop trenini yakalamak istercesine, tamamen farklı bir şablon kullanıp, üstüne üstlük bunu da piyasaya promosyon amaçlı dağıtıyor olması, şahsen benim için pek kabul edilebilecek bir durum teşkil etmiyor. Özellikle samimiyet sorunu olan ve dinleyicileri tarafından popülarite nehrinin akıntısına karşı koyamadığı eleştirilerine maruz kalan bir grubun böyle bir hamle yapması, bazı şeyleri netleştiriyor.

Gobbledigook için "deneysel bir yaklaşım" tanımını kullanabilirdik, albümün giriş parçası olduğunu ve kuvvetle muhtemel ilk single olacağını göz önünde bulundursak bile. Fakat bu değişimin tek şarkıyla sınırlı kalmadığını görüyoruz, albümün ikinci şarkısı Inní Mér Syngur Vitleysingur ile. Maalesef aynı indie-pop zorlaması bu şarkıda da gözümüze çarpıyor ve popülarite, samimiyet gibi kavramlarla ilgili ulaştığımız sonucun üzerini kalın bir çimento tabakasıyla kaplıyor.

Albüm, Góðan Daginn ile devam ediyor. Bu şarkının, daha Takk-vari bir şarkı olduğunu iddia edebiliriz. İşte tam bu noktada albümle ilgili ikinci bir saptamada bulunabiliriz; albüm çok keskin sınırlar taşıyan ve çok aşikar kontrastlar ihtiva eden şarkı strüktürleri arasında paylaştırılmış gibi. Indie-pop etkileşimini inkar edemeyeceğimiz düzeyde barındıran Gobbledigook, Inní Mér Syngur Vitleysingur, Við Spilum Endalaust gibi şarkıların karşısında Góðan Daginn, Festival, Fljótavík gibi "Sigur Rós" şarkılar var. Bu kadar olumsuz faktör barındıran bir albümle ilgili, bu durum bende "ne şiş yansın, ne kebap" izlenimi bırakıyor.

Kebabın yanmayan bölümlerinin lezzeti hissedilebiliyor olsa da, damağımızda unutulmayacak bir tad, dimağımızda silinmeyecek bir etki barındırmıyor. Sigur Rós bu albümüyle sadece daha fazla sıfır barındıran kontratlara imza atmakla kalmıyor, o İzlandalı saf köylü güzelinin idam fermanını da karbon kağıdın altına iliştiriveriyor. Aslında her şey, siyah beyaz bir Türk filmi gibi; yemeniler içindeki Türkan Şoray'ın önce kafasında kitapla yürüdüğüne, görgü kuralları dersi aldığına, saçlarını sarıya boyayıp sürmeden rimele geçişine ve son olarak da etrafındaki züppe erkeklere şuh kahkahalar attığına şahit oluyoruz. Esas oğlanımız zamanla aşık olunca ve en sonunda vurucu bir anda bu hanımefendinin kimliğini öğrenince şunu söylüyor; "senin gibisini zaten her yerde bulabilirdim, ama o köylü güzelini sevdiğim kadar sevemezdim."

Erler Film sundu.

Sanatçı: Sigur Rós
Albüm: Með Suð í Eyrum Við spilum Endalaust

Şarkı listesi:
1- Gobbledigook
2- Inní Mér Syngur Vitleysingur
3- Góðan Daginn
4- Við Spilum Endalaust
5- Festival
6- Suð í Eyrum
7- Ára Bátur
8- Illgressi
9- Fljótavík
10- Straumnes
11- All Alright

DOWNLOAD.

20080613

Gidişin Dönüşü (veya Yaz Sezonu Dizileri)

















Kış bitti yaz geldi, uzaktakiler yanıbaşımıza döndü, okullar kapandı havuzlar açıldı, Celtics 24 sayı geriden geldi, ben de 2 mayıs itibariyle girdiğim duraksama dönemine bir son vermeye karar vermiş bulundum. O sebeple, evvela, meraba demeliyim.

Gitmezden evvel, duraksamanın sebepleri hakkında pek bir şey söylememiştim ama bunların blog'la ilintili geleceğe yönelik aldığım kararları etkileyecek olmalarından mütevellit bu sebeplere değinmekte fayda var. İlkin, daha önce pek çok kez dile getirdiğim gibi, Limbo Pillow fazlasıyla kişisel bir dürtünün ürünü, yani benim için bir haz objesi. Bu sebeple, hazzı kaybetmeye başladığımı hissettiğim anlarda durup soluklanmak işime geliyor. Ama daha da önemlisi şu, -neredeyse her blog gibi- kişisel bir özellik taşısa da, Limbo Pillow'un kollektif bir yönü olması arzuladığım ve uygulamaya çalıştığım bir hedefti. Yanisi, buradaki fikirler, görüşler yahut beğeniler, benim kişisel kıstaslarım tarafından ortaya atılmış subjektif ögeler olsalar da, 10 yıllık arkadaşların ya da yüzünü görmediğim, kim olduğunu dahi bilmediğim kişilerin fikirlerine, görüşlerine yahut beğenilerine bir şey katmalıydı, amaç buydu. Dolayısıyla, aldığım kişisel hazzı kaybetmeye başladığım anlarda durma, duraksama, bitirme, paramparça etme haklarım saklı olsa da, olayın bir şekilde salt benimle ve benim beğenilerimle değerlendirilemeyecek bir noktaya geldiği de aşikar. Bu sebepten ötürü, Limbo Pillow bir haz objesi olmanın yanı sıra, aynı zamanda önemli bir sorumluluk sebebi.

Bu sorumluluk alanında, kendi kendime belirlediğim bir takım kritlerler oldu; sorumluluktan büyük haz alan ve mükemmeliyetçilik gibi bir lanet taşıyan bendeniz, bu kriterlerin dışına çıkma eğilimi göstermeye başladığım vakit, bir çeşit hayalkırıklığına uğramış oldum ki, duraksamanın birincil sebebi budur. Kendi kendime şart koştuğum bu kriterler arasında en başta şunu sayabilirim; "üzerine uzun uzadıya konuşamayacağın, salt müzikal değil, yoğun duygusal yahut düşünsel muhteviyat barındırmayan grupları es geç." Maalesef bu, müzikal endüstri makinesiyle pek uyuşmayan, mevcudu çok sınırlı bir kümeyi odağa oturtmak anlamına geliyor. Bir müzikal kültür blog'u olarak tanımlayageldiğim Limbo Pillow için de, besin malzemesinin en başta müzikal muhteviyat olduğu ve bu çok sınırlı kümenin düşük bir ivmeyle genişlediği düşünülürse ortaya iki sonuç çıkar;
Birincisi; odak noktasındaki bu grupların tükenmesiyle birlikte doğacak içerik boşluğu ve bu boşluğun okuyuculara karşı hissettiğim sorumluluğu baltalayacak olması.
İkincisi; Küme dahilinde olmayanlar hakkında söylenen sözlerin samimiyet faktörünü yok sayarak kendimle çelişmeme yol açacak olması.

Bu içinden çıkılmaz çelişkiyi aşmanın tek yolunun, kriterleri değiştirmek olduğuna kanaat getirdim. Keza, herhangi bir şey söylemediğim bu uzun süre boyunca farkettim ki, paylaşmak istediğim onlarca şey var. Her ne kadar bu paylaşılmak istenenler çok derin sözleri beraberinde getirmeyecek olsalar da, bu sadece benimle ilgili bir durum olabilir, severek dinlediğim ama sadece dinlediğim bir albüm ya da bir şarkı, başka birisi için daha önemli bir yolu açabilir. Dolayısıyla, üzerine uzun şeyler söyleyebileceğim iki üç albümü bir hafta içinde tanıtmak yerine, kısa kısa tanımlamalarla yetinerek daha geniş bir arşivin geçerlilik kazanacağını ve fakat bu süreçte de dozajı düşürmeden eski kritlerlerin de devreye gireceğini söylemek isterim. Kısacası, metin yönünden herhangi bir eksiklik olmayacak olsa da, ses yönünden bir fazlalık olacağını söyleyebilirim. Bunu bir nevi "yaz sezonu dizisi" olarak görebiliriz, hayalkırıklığı yaşatmadığı takdirde bir kaç sezon daha devam edebilecek bir fikir, şu an için.

Ama şu raddede bir kaç itirafta ve ricada bulunabilirim. İtirafım şu, bir buçuk aylık duraksama döneminde, yazılara yapılmış olan yorumlardan fazlasıyla haz aldım. Benim söylediklerim bir kaç kelam ile sınırlı kalabiliyor olsa da, sizin söylediklerinizi duymak, hissedilene yahut söylenene sebebiyet vermiş olmamdan ötürü bana korkunç bir mutluluk veriyor. Ricam, bunlara devam ediniz. Keza, bu bir buçuk aylık duraksamada, takip eden kişi sayısının -şaşkınlık ve mutluluk verici bir şekilde- neredeyse hiç değişmemesi, tanımadığım insanlara sirayet etmiş olduğumu, yani hedefi bir şekilde vurduğumu gösteriyor. Bu, benim için gerçekten ziyadesiyle önemli. Bu yüzden, teşekkür ederim.

Ziyaret edilme durumuna değinmişken, bir iki şeyden daha bahsetmem gerekiyor. Doğal olarak bu yazılan yazıların, paylaşılan fikirlerin, ortaya atılan görüşlerin kimler tarafından takip edildiği bir merak unsuru. Bu yüzden ben de bu durumu gözetim altında tutuyorum tabii ki. Ortaya çıkan tabloda, dikkatimi celbeden bir kaç husus var.

Birincisi; Fransa, Malezya, Amerika, Almanya gibi ülkelerin belirli şehirlerinde oturan düzenli ziyaretçilerin "okuyucu" olup olmadıklarını bilmiyorum, fakat Türkçe okuyabilen ve anlayabilen kişiler ise, bir "teşekkür ediyorum" da onlara gitmeli. Galiba vapurda oturup çay içmeyi özleyen insanlara, uzak oldukları bu coğrafyadan bir şeyler okutuyor olmak hoşuma gidiyor; en azından ben böyle düşünmek istiyorum.

İkincisi; last.fm'de bir Limbo Pillow grubu kurdum ki; kim ne dinliyor sorusuna cevap bulabileyim, belki bir iki forumsal aktiviteyle okuyucu isteklerine göre arşiv çalışması yapabileyim.

Üçüncüsü; ziyaretlerin gözetimi sürecinde, gözüme çarpan Google aramalarında, ısrarla "limbo pillow dandadan", "lümpen ve ötesi" aramalarını yapanları ciddi şekilde merak ettiğimi söylemeliyim. Bu aramalar arasında daha bir çok ilginç şey bulunuyor ki, örnek vermeyi artık görev biliyorum, keza aylardır ciddi bir şaşkınlık ve kahkaha nöbetleri eşliğinde takip ediyorum; ünlü klarnetçilerimiz, italyan teen, karsı cınsınle seks, 2008 zin en güzel kıyafetleri, düğünde çalınacak şarkıların listesi, eski aşklar ve yeni aşklar arasındaki farklılıklar, komikle ilgili güzel bir konuşma metni, mor ve ötesi eşcinsel, mor ve ötesi akıllı olun, iki gencin ölmeden en son dinlediği şarkıyı hangi sanatçı söylüyor gibi keyword'ler hayatıma büyük anlamlar kattı, bunları kullananları bu vesileyle alınlarından öpüyorum.