20110406

Limbo Pillow Mixtape #05.















Kandırıldım; uzunca bir süre boyunca gökyüzünü kuzenlerimin boyadığını zannettim. Herkes uyurken bir merdiven yordamıyla uzanıp sabahı getirdiklerine, akşam da herkes uyusun diye yine merdivene çıkıp bir kova zifti gökyüzüne boca ettiklerine öyle bir iman etmiştim ki aksi yöndeki iddiaları kesin bir dille reddediyor, beni aksi yönde endoktrine etmeye çalışan anaokulundaki arkadaşlarıma "benim inancım bana senin inancın sanadır" diyordum. Gel gör ki bu kadar yürekten inandığım bir durum karşısında açıklayamadığım bazı vakalarla da karşılaşmıyor değildim. Mesela gün içinde hava açıkken nasıl bir anda kapanıyordu yahut iki dakika önce kapkara bir gün nasıl bir anda aydınlanıyordu? Yaptığım uzun ve kararlı araştırmalardan sonra kuzenlerimin beni kandırdığını geç de olsa anladım, zira evde ne boya kovası ne boya fırçası ne de merdiven bulamamıştım. Hal böyleyken ben istemeyerek de olsa hava olaylarının astronomiyle direkt alakalı olduğunu kabul ederken, arkadaşlarımın çoğu da aynı hava olaylarını teolojiyle ilintileyerek Mikhail'e inanmayı tercih ettiler.

Gel gör ki, hava olaylarının astronomiyle olan alakasına olan inancım uzun yıllar boyunca mart aylarında zayıfladı. Mart neden kapıdan baktırıyor, kazma kürek yaktırıyordu? Öğretmenler neden bu konuda kompozisyon yazmamızı istiyordu, bu kompozisyonlarla ne tip bulgulara ulaşmaya çalışıyorlardı, bu bulgularla hangi güç odaklarına hizmet edeceklerdi? Haber bültenlerinde neden spikerler ve muhabirler "mart kapıdan baktırır..." dedikten sonra cümlenin devamını sokaktan birine getirtiyorlar, bu esnada da müstehzi bir biçimde gülümsüyorlardı, bu neyin propagandası, bu neyin dümeniydi? Ülke üzerinde oynanan bu oyunlarla neye uğradığını şaşıran, aptala dönen insanlar mart bittiği gibi neden her yerde gevşeyen gönül yaylarından bahsedecekti? İktidarın kazma kürek yaktırma söylemine karşın oluşan bir kontra mıydı gönül yaylarının gevşemesi, bir şifre miydi, bir direniş miydi? Neden her sene yaşanan bu salak, saçmasapan döneme bir kişi de dur deme cesaretini göstermez, kitlelere önderlik etmezdi? Yoksa ederdi de susturulur muydu? Tüm bunların bir tesadüf olabilir miydi, hiç sanmıyorum!

Tüm bu manasız olaylar silsilesi bir yana, benim her sene mart aylarında içine girdiğim bir ruh hali var. Zira her sene bu zamanlar, geçmişimdeki yeni yetme punk evimin kapısını çalar, insan gibi zile basmayı bile bilmez, bütün evi sigara kokusuyla batırır, bağıra çağıra konuşur, devamlı küfreder. Ama hakkını vereyim, çok güzel müzik dinler. Zavallının mp3 playerı yoktur, hala discman kullanır ve yanında o kocaman discman'in yanı sıra cd'lerini sakladığı kocaman bir cd-case'i de taşımak zorundadır ki, bu cd-case'i markerlarla stickerlarla saçma sapan bir şekilde dekore etmeyi de unutmamıştır. İşte bu grotesk cd-case'in içindeki albümlerle ilgili uzun zamandır bir kaç kelam etmeye niyetliyim, önümüzdeki zamanlarda bazı albümlerle ilgili kalem oynatmam olası. Ama ondan evvel ufak bir mixtape yapmayı arzuladım, zira mixtape hazırlamayı ve dinlemeyi epey özlemişim, siz de bir aperatif olarak kabul edebilirsiniz.

İşbu mixtape'te yer alan tüm gruplar Amerikan menşeili. Hatta bir kaçı hariç neredeyse hepsi aynı plak şirketinin, Victory Records'un, rahle-i tedrisinden geçmişler. Bir ekolün etkisinin genişliği, basit doğan bir müziğin nasıl ilerlediğini, komplikeleştiğini, dallanıp budaklandığını da vurgulamak istediğimi itiraf edebilirim. Adet yerini bulsun diye ufak ufak üstünden geçeyim grupların istiyorum: Sick Of It All, punk-rock olarak isimlendirilen janrı hardcore'a evrimleyen grupların başında, alfa. Stretch Arm Strong hardcore denen janra gömülmüş "attitude" olgusunu en düzgün şekilde vurgulayan gruplardan biriydi, şarkısı da bu durumun bayrağı denebilir. Strike Anywhere politik söylemin yanında müziğin melodi oranını da arttırdı müziğin. Ignite bu melodik hardcore kavramını biraz daha ileri götürdü, Slowdown şahsım nezdinde tüm zamanların en güzel melodilerinden birini ihtiva etmekte olan bir şarkı. Snapcase şarkısı Zombie Prescription ise tam anlamıyla "sakat" bir şarkı, şizofrenik bir vaka. Boysetsfire mevcut politik söylemin yanına eser miktarda kişisel duygu yükleyerek emotional hardcore'a öncülük etti. Rise Against bu mixtape içinde belki en yaygın olarak tanınan grup, günümüzde hala aynı çizgisini koruyarak devam etmekteler ki son albümleri Endgame'in dumanı tütüyor. Shai Hulud ve Poison The Well janrın kalıplarını epey zorlayarak daha yırtık ve punk'tan ziyade metal'e daha yakın olan bir müzik yaptılar. Atreyu yine Victory Records bünyesinden çıkıp metale doğru koşan grupların başında geliyordu, elektropop kokan bazı ögelerin yanında saf heavy metal riff'lerine de yer verdiler. Strife şarkısı Will To Die'da kulağınıza tanıdık gelen vokal Deftones vokalisti Chino Moreno'ya ait. Misery Signals "metal etkileşimli hardcore" kavramını metalcore'a evrimleyen grupların başında geliyor, ki şarkıları Failsafe iniş ve çıkışlarıyla gerçek bir şaheser. Earth Crisis müziklerinden çok veganizm konusundaki militan tavrıyla tanınan bir grup oldu hep ne yazık ki, ama End Begins gerek müziği gerek vokal kullanımı ve tabii ki düzenlemesiyle dinlenmesi elzem bir şarkı.

Yukarıdaki tüm grupların şarkılarını seçerken, yüklerken, bu yazıyı yazarken kendimi mutlu hissediyor olmam, beni ziyaret eden o yeni yetme punk'a gülümseyerek ve minnetle bakmak benim için çok önemli bir şey. Çünkü o yeni yetme punk, dinledikleriyle birlikte, şu an müzik sahnesindeki çok az grubun öğretebileceği şeyler öğretti. İzninizle bu blog'da bir ilke imza atarak For The Record'dan alıntılayacağım ki bu mixtape'in ana duygusu bu şarkının bu satırlarında huzur içinde yatmaktadır:

..the magic of those songs sustain me through the years
I heard the word sincerity and I know now what that means
I learned it first with Black Flag, mohawks, combat boots and torn-up jeans.




1- Sick Of It All - America
2- Stretch Arm Strong - For The Record
3- Strike Anywhere - Infrared
4- Ignite - Slowdown
5- Snapcase - Zombie Prescription
6- Boysetsfire - Rookie
7- Rise Against - Prayer Of The Refugee
8- Shai Hulud - This Wake I Myself Have Stirred
9- Atreyu - Lip Gloss And Black
10- Poison The Well - Artists Rendering Of Me
11- Strife - Will To Die
12- Misery Signals - Failsafe
13- Earth Crisis - End Begins

DOWNLOAD.

20110404

Explosions In The Sky - Take Care, Take Care, Take Care




















İlkokulda "zaman"dan anladığımız şey, arka duvardaki panoya raptiyelenmiş genişçe bir tarih çağları şeridinden ibaretti. Mevsimlerin olabilecek en ekspresyonist şekilde resmedildiği (iki gürbüz çocuğun güneşlenmesi, dökülmüş yaprakları temizlemesi, kar topu oynaması ve çiçek toplaması) mevsimler tablosunun hemen altındaki bu şerit, insanların yazıyı keşfetmesiyle beraber gizli kocaman bir elin kocaman bir kronometreye basarak tarihe start verdiği gibi gigantik delüzyonlara sebep olmakla kalmamış, kavimlerin birbirini ittire ittire göç etmesi ve İstanbul'un fethinin "Haydi aslanlar; şehri fethettik, madem ki fethettik şehre girerken kırmızı bir kurdelayı makas ile keserek ve makas kesmiyor ehiehi diye bahşiş koparmak isteyen fırsatçıyı da zengin ederek Yeniçağ'a da giriverelim." şeklindeki bir mizansenle gerçekleşmesi gibi bir imgeyi de şahsen benim zihnime kazımıştı. Bu imge çok da kalıcı olmamıştı, zira lisedeki tarih bilgimiz daha komplike ve daha evrensel gerçeklere uygundu. Buna göre Yeniçağ adını verdiğimiz dönem, İstanbul'un fethi sebebiyle Roma'ya kaçan alim ve sanatçı tayfasının, "İstanbul'dan kaçtığımıza göre artık bilim ve sanat alanında çalışmalara başlayabiliriz, oysa İstanbul'da hep tembel tembel yatıyorduk, potansiyelimizi kullanmıyorduk, işte şimdi başlıyoruz, derslerimize günü gününe çalışacak ve eve geldiğimizde tekrar yapacağız!" benzeri bir karar almasıyla Rönesans'a ve reformlara imzalarını atmalarıyla başlamıştı. Üniversitede ise hocalar artık ne yapsak da tüm tarihi ecdadımıza mal etsek takıntısından kurtulup, ne yapsak da tüm tarihi yanlışları ecdadımızla ilişkilendirsek takıntısıyla hareket ederek, skolastik düşüncenin rasyonalizm, pozitivizm ve progresivizm karşısında yenildiğini ve böylece karanlığın yırtılarak bir aydınlık doğurduğunu, bizim de bu esnada karanfilli armut tatlısı, keşkül, güllaç yemekten başka bir halt yemediğimizi bize öğretmişlerdir.

Tüm bu hikayeden çıkarılacak sonuç şu olabilir; vakalar sabit olsa da kavramlar değişkendir ve bu kavramları nasıl yorumladığımız, vakaların getirileriyle ilgili çıkarımlarımızı da etkileyecektir. Tam da bu yüzden insanoğlu zamanına uygun kavramları baskın yorumlama teknikleri olarak kabul ederek, olaylara kollektif bir bilinçle bu kavramlar üzerinden yaklaşır ve en sonunda bu kavramların bayatladığını/bozulduğunu fark ederek, yeni bir zaman için yeni bir kavram damıtır. İşin ilginç yanı şu ki, bu yeni kavram sadece öncülüne karşı anti-tez üreterel  var olabilir ve bu şekilde de en az öncülü kadar uzunca bir süre varlığını sürdürebilir. Tarihçileri, politikologları, sosyologları bir kenara bırakalım da aklı azıcık çalışan bireyler olarak şunu soralım: dünya toplumunun -insanoğlunun- büyükçe bir çoğunluğu nasıl olur da birbirine bu kadar zıt olan kavramları kabullenebilir, olaylara bu kadar farklı açılardan bakıp hayatlarını, düşünce mekaniklerini, beğenilerini bu zıt kavramlara göre yıkıp baştan inşa edebilir, belirleyebilir? Bulacağımız yanıt kuvvetle muhtemel şu olacaktır: İnsan belirli, köşeleri keskin, başı sonu belirlenmiş, kuralları konmuş, ne olduğu netlikle anlaşılabilecek bir şeyin -herhangi bir şeyin- güvenine sığınır. Çünkü bu şeyin düzeninin, tanımlılığının, belirliliğinin kendi hayatının idamesi için ihtiyaç duyduğu düzene öncüllük edeceği fikrindedir. Bu yüzden kavramların birbirine ne kadar zıt olması değil, sadece tanımlarının net olması, belirli ve düzenli bir şablon oluşturması geniş kitlelerce benimsenmesi için yeterli olmuştur. En nihayetinde kavimler popolarını nazikçe tokuşturarak birbirlerini itmiş ve göç etmiş değillerdir yahut Ulubatlı Hasan göğsüne saplanan sayısız oka rağmen surlara üç hilalli bayrağı dikerken bayrak sopasını bir anda tüm dünyayın düşünce sisteminin değişmesine sebep olacak bir bilgisayarın tuşuna denk getirmiş değildir, insanlar sadece "yeni" ve "ne olduğu belli" bir düşünce sisteminin "daha iyi" olduğu gerekçesiyle kabullenmiş, böylece ilkokul sınıfındaki panoya raptiyelenmiş tarih çağları şeridini basacak matbaacılar ve öğretmenler rahat bir nefes almıştır.

Anlatmış olduğum bu düşünce mekaniği, sanat dediğimiz olgunun tüm dallarında da gözlemlenebilir ki, bu kadar uzun bir açıklama yerine daha basit ve daha üstten bakan bir yaklaşımla bu duruma kısaca "trend" diyoruz. Burası ekseriyetle müzik hakkında yazılan bir mecra olduğu ve bu konu başlığı da iki post-rock grubu olduğu için, bu yazı başından beri anlatageldiğim hakim anlayışın, yani trendin, mecra ve konu bazında yarattığı sonuçla, yani post-rock janrının trend olmasıyla sadede gelelim.

Post-rock kavramı sadece fonetik olarak değil, onomastik olarak da sırtını post-modernizme dayamış bir kavram. Sözünü ettiğim hakim görüşlerin birbirinden damıtılması ve düzenli bir bütün oluşturması sürekliliğine son veren bir olguydu post-modernizm; zira post-modernizm sadece öncülü modernizmin değil, modernizme kadar biriken tüm hakim anlayışların anti-tezi olma fikriyle ortaya çıkmıştı. Belirli bir düzen olmadan, moral değerleri umursamamaya gayret ederek daha özgür, daha doğru ve en önemlisi devamlı değiştirek kendimizle çelişme kısır-döngüsünü kırma iddiasıyla savunulan bir anlayıştı bu. Bu anlayışa atıfta bulunarak kullanılan post-rock janrı da son trend olan rockın (ve öncülerinin) dikte ettiği düzeni, tanımlarını reddederek, suyun içine konduğu kabın şeklini almasını değil akıp gitmesini ve kendi şekline ulaşması imgesiyle varoldu.

Bu bağlamda daha önce defaatle dile getirdiğim bir rahatsızlık, bir huzursuzluk taşıyorum. Tafsilatıyla uzun uzun bir kez daha anlatma niyetinde değilim, çoğunuzun bu husustaki fikirlerime aşina olduğunuz inancındayım, değilseniz ve merak içindeyseniz araştırma özgürlüğünüzü hatırlatmak isterim ki Change Of Plans yazısı ve yorumları harika bir başlangıç noktası olabilir. Ancak kısacık da olsa değinmek isterim ki yazının temelini şekillendirecek bir husus mevcut: Post-rock diye tanımladığımız janrın, kendisini tanımlayan belki de en önemli elementin -tanımsızlığın- kaybıyla bayatlaması mevzu bahis. Yanisi şu; artık bir çok grup, "post-rock yapma" gibi salakça bir saikle yola çıkarak, tanım gereği tanımsız olması icab eden bu janrı tanımlandırmaya, kalıplamaya zorluyorlar. Heyecanlı yeni yetmelerden ziyade janrın öncüleri kabul edilebilecek grupların bu zorlamalarında ısrarcı olmaları beni öfkelendiriyor.

Explosions In The Sky son albümüyle janrın öncüsü kabul edilen bu gruplar arasındaki "janrı kendi üzerinden tanımlama" rolünü sağlamlaştırıyor. Take Care, Take Care, Take Care Explosions In The Sky'ın altıncı (Arap rakamıyla 6, Roma rakamıyla VI) stüdyo albümü, bu arada yapılmış kısa çalarları, üstlenilmiş bir soundtrack albümünü saymıyorum. Tekrar ederek yazarsak belki ilginç bir albüm ismi olur mantığını ve çirkinler çirkini albüm kapağını bir kenara koyuyorum, ancak 11 senedir yaptığımız şeyi tekrar edersek belki yaptığımız şey ilginç olur anlayışını kabullenmem pek mümkün değil. Bir grubun bir janrı bu kadar etkilemesi, bu kadar albüm yapması, müzik evreninde gerçekten de uzun sayılabilecek bir süredir tavaf etmekte olması nasıl oluyor da böyle bir sonuç veriyor, böyle bir cürete geçit veriyor çok şaşırıyorum. Daha da şaşırdığım nokta insanların tekrar ettikçe tekdüzeleşen, bayatlayan bu müziği nasıl dinleyebildikleri. The Earth Is Not A Dead Place gibi gerçekten harikulade bir albüme imza atan bir grubun sekiz yıl boyunca hala aynı sularda gezinmesi, daha da kötüsü bu sekiz yıl boyunca üstüne neredeyse hiç bir şey koyamamış olması gerçekten çok trajik bir tablo ortaya çıkarıyor.

Olayın vehametini açıklayacak en net anektod şu olabilir: Take Care, Take Care, Take Care nam albümün çıktığından bihaber olsam, herhangi bir yerde bu albümün şarkılarından herhangi birini dinlesem, dinlediğim şeyin Explosions In The Sky'ın çıktığından bihaber olduğum albümüne ait bir şarkı olduğunu anlayabilirim. Grupların kendilerine özgü müzikal anlayışları olmasını, tıpkı bir yazarın nev-i şahsına münhasır bir üslubu olması gibi, kabul edebiliyorum. Ama nasıl devamlı aynı üslupta, aynı settingde, aynı konuda birbirinin neredeyse aynı kitapları yazan ve çok da satan Dan Brown'u değil de, yine aynı settingi ve aynı üslubu elden bırakmadan müzik/gemicilik/mekanik gibi konuları ele alabilmeyi başaran İhsan Oktay Anar'ı "daha yazar" kabul ediyorsam, yılda iki üç farklı kayıt çıkarıp her birinde farklı bir tadı yakalayabilen Arms And Sleepers'ı örneğin, ya da her albümünde farklı bir alana elini atan This Will Destroy You'u hemşehrileri Explosions In The Sky'dan "daha müzik" olarak algılıyorum. Onlar da olmasa diyebilirdim ki, Explosions In The Sky bir zamanlar içinde önemli bir malzeme olarak yer aldığı post-rock janrını kalıplara sokuyor, belirliyor, tırnak içlerine hapsediyor. Zira bir çok dinleyicinin söz konusu janrdan anladığı bu ve bunun gibi kendini tekerrür eden gruplardan ibaret oluyor. Gel gör ki az önce göz kırptığım Arms And Sleepers, This Will Destroy You ve daha niceleri buna engel oluyorlar, zincirleri kırıyorlar, tırnak içlerini başının iki yanında parmaklarını iki kere kırmak suretiyle göstermeye çalışan itici dangalak adamın parmaklarını büküyorlar.

O sebepten ricam şudur ki, bu albümden sonra Explosions In The Sky ve post-rock kavramlarını yanyana kullanmayalım, keza bu grup sadece kendi müziğini yapıyor, daha fazlasını değil. Beş yıl sonra çıkartacakları yeni albümde aşağı yukarı aynı şeyleri dinlemek istiyorsanız sabırla bekleyebilirsiniz ancak o süre içinde boynuz kulağı geçmiş, ilkokuldaki minikler mezun olup hocalık yapmaya başlamış olacak, bu da aşikar.


Sanatçı: Explosions In The Sky
Albüm: Take Care, Take Care, Take Care

Şarkı listesi:
1- Last Known Surroundings
2- Human Qualities
3- Trembling Hands
4- Be Comfortable, Creature
5- Postcard From 1952
6- Let Me Back In


DOWNLOAD.