20100928

Atlantic Line - Exit To Intro



Müfredat çerçevesinde işlenmesi gereken Fazıl Hüsnü Dağlarca şiirini bir önceki gece geç saate kadar izlediği dizi yüzünden çalışamayan edebiyat öğretmeninden, sıkıcı gündem maddelerini "kedi ve köpeğin ibretlik dostluğu" haberleriyle doldurmaktan yorulan televizyon programı yapımcısına kadar herkesin irdelediği bir konu var: Sanat toplum için mi, sanat sanat için mi? Tembel edebiyat öğretmeni bu konuyu gündeme getirdiğinde, sanki hayatını sanat tarihine adamış gibi üst perdeden konuşan, bu soruya farklı yanıtlar getiren öğrencilerin farz-ı misal tarih dersinde dile getirilen "Galatasaray dün gece nasıl acı acı koydu di mi hocam?" sorusuna alkışlar veya yuhalamalarla iştirak etmesini bir yana bırakır ve şu tartışmanın özüne yoğunlaşırsak, sorunun "anneni mi daha çok seviyorsun yoksa babanı mı" benzeri bir iki kutuplu meraktan kaynaklandığını ve argümanın da bu nedenle aynı yetersizlik seviyesinde olduğunu görebiliriz. Dedesini daha çok seven çocuklara söz hakkı tanınmaz.

İyi ya da kötü, kendi halinde şiir yazan, masal karalayan, beste yapan, resim çizen bir çocuğun ne yaptıklarıyla toplumu etkileme isteği baskındır ne de sanatı besleme isteği. O çocuk fark edilmek istiyordur, anlatamadıklarını anlatmaya çalışıyordur, söyleyemediklerini söylemeye, yapamadıklarını masallaştırmaya, göremediklerini resimleştirmeye. Bu kadar gerçek, bu kadar insani, bu kadar ter kokan gerekçelerle hayallerine ulaşmayı ister o çocuk. Ancak hayallerine ulaştığı zaman, biz o çocuğu "eskiden iyiydi ama artık çok bozdu"luk ile itham ederiz, çünkü bu çok kolay bir biçimde anlaşılabilen, hissedilebilen bir şeydir. Kulaklığınızda bir ateşin yanmakta olduğunu, okuduğunuz kelimeler içinde bir büyünün gizlendiğini, resimdeki gözlerin sizi takip ettiğini hissetmek zor değildir bu durumlarda. Bir şeylerin eksik olduğunu ama o eksiğin de ne olduğunu idrak edemediğiniz zamanlarda işte bu hissin yoksunluğunu çekersiniz. Bu yüzden hedeflere ulaşmamak, hayalleri gerçekleştirmemek bazı durumlarda iyidir. Bazı zamanlarda hayal dünyası çok daha yaşanılası bir yerdir, yeryüzüne çakılmayı istemezsiniz.

Atlantic Line'ı ilk kez dinlediğimde, bir yıldızın parlamaya başladığını, bir meleğin yükseldiğini düşünmüştüm. Tanınabilirliği düşük bazı gruplar hakkında genelde bu tip yorumlar yapıyorum, kullandığım kahrolası kalıp "ileride adından çok söz ettirecek bir grup" oluyor. Sahiden de bu gruplar adlarından çok söz ettiriyorlar ve fakat her edilen sözde içlerindeki ateşin kaybolduğu konuşulur oluyor. Balmumundan kanatları eriyen Ikarus yeryüzüne doğru süzülüyor. Bu yüzden Atlantic Line'ın parlayacak bir yıldız olmasını istemiyorum, evvela bunu söylemeliyim. Çünkü ne kadar zamandır dinleyemediğim, arayıp bulamadığım bir çok şeye müziklerindeki notalarda değil belki ama anlatmaya çalıştıklarında, hayallerinde rastlıyorum. Atlantic Line'ın müziği, uçucu bir gazın alevi gibi, saydam ve mavi bir şekilde yanıyor.

Atlantic Line'ın müziğinin, bir öykünmeyle ortaya çıkmadığı, çocukça bir duygunun rehberliğinde adımlar attığını anlamak hiç de zor değil. Ne tek bir gruptan, ne tek bir janrdan bahsedebilirdik eğer bu müziği tanımlamak isteseydik. Thom Yorke falsettoları, çınlayan shoegaze reverbleri, indie-pop nakaratlar derken Atlantic Line kulaklarımızdan içeri akıyor, içimizi sel basıyor, tarifler ve tasnifler boğuluyor.

Bugün gişe memuru, banka müdürü, taksici, öğretim görevlisi, muhasebeci, köşe yazarı çalışırken boş gözlerle, donuk, hayallerinden ve tutkularından azade bir biçimde bakıyorlar bize. Oysa 20 sene önce astronot olmak istediklerini, kitap yazma hayalini kurduklarını, muhakkak bir gün film çekeceklerini, ralli yapacaklarını, başbakan olacaklarını söylüyorlardı ve gözlerinde tarif edilemez bir parıltı vardı. Atlantic Line'ın müziğinde o parıltının sesini duymanız kuvvetle muhtemel.


Sanatçı: Atlantic Line
Albüm: Exit To Intro

Şarkı listesi:
1- Mist
2- Big Brother
3- Collectors
4- Ghost In Daylight
5- The Muscle & Charm
6- Voyage Home
7- Behind The Heavy Curtain Pt. 1
8- Behind The Heavy Curtain Pt. 2

DOWNLOAD.